Siyasal hayatımızın en vazgeçilmez konusu; “darbeler”. Fakat bu konuya girmeden dört temel kavramı bilmek şart.

  1. Darbeci: Darbeyi yapan, darbeye kalkışan, darbenin yapılmasını arzulayan, darbeye niyetlenen kişi veya kişiler.
  2. Darbelog: Darbeleri inceleyen, darbelerin doğum vaktini öngören, darbe falına bakan, darbe konuşmaktan zevk alan kişi veya kişiler.
  3. Darbeder: Her darbede zarar gördüğünü, hor görüldüğünü, aşağılandığını iddia ederek menfaat kovalayan kişi veya kişiler.
  4. Darbedyen: Darbeleri ti’ye alan komedyen kişi veya kişiler.

Bu dört tasnifte yer alan kişi veya gruplar gündemine göre belli aralıklarla “ön plana” çıkar. En tehlikelisi sanıldığının aksine “darbeciler” değil, “darbeloglar”dır. Bu grup fazlaca ön plana çıktığında “eşşeğin aklına karpuz kabuğu düşürebilir.”

Darbederleri bir müddet kimse görmez, duymaz, bilmez fakat siyasal iktidarı ele geçirip güçlendikleri vakit işler değişir. Pekala “darbederler” güç sarhoşuna dönüp (intikam ateşiyle) “darbecilerden” fena hale gelebilirler.

“Darbedyenler” ise çeşit çeşittir. En başarılısı “Olacak O Kadar” programlarıyla merhum Levent Kırca’dır. Trafiğe takılıp bir türlü darbeye kalkışamayan emekli paşalardan, çeşitli televizyon kanallarını basarak ardı ardına darbe yapmaya kalkışan rekabetçi paşalara ve darbe bildirisi okunurken araya girmek zorunda olan “reklamlara” kadar ironi dolu skeçleri adeta birer ölümsüz sanat eseridir.

***

Bugünlerde “darbeloglar” ön plana çıkmış durumda, demek işler hayra alamet değil!

Gözlemlediğim kadarıyla, görüşlerine değer verdiğim büyük bir çoğunluk da buna dahil olmak üzere, bu darbelogların “siyasal iktidara artı bir puan kazandırmak amacıyla” darbe tartışmalarını alevlendirdikleri düşünülüyor Olamaz mı? Olabilir. “Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlak yozlaştırır.”

Fakat burada “düşünme yöntemimizi” değiştirmek istiyorum.

Birinci soru: “Türkiye’de bir darbe yaşanabilir mi?”

Pekala yaşanabilir. Bu darbenin illaki bildiğimiz anlamda genel bir askeri hareket ya da kalkışma olmasına gerek yoktur. Bir vakit uyarıldığı üzere “Fetullahçı suikast timleri” ya da diğer sınırlı ve üstü kapalı hızlı bir operasyonla böyle bir hainliğe girişebilecek yapılar içte ve dışta mevcuttur.

İkinci soru: “Başarıya ulaşabilirler mi?”

Açıkçası bu sorunun pek bir anlamı yoktur. Temel mesele, başarsınlar veya başarmasınlar, öyle ya da böyle “ortalığı karıştırmak”tır.

Üçüncü soru: “Kimin işine yarar?”

Benim işime yaramaz. Büyük ihtimal sizin de işinize yaramaz. Yani bu sorunun cevabı; “bize ne?”. Burada önemli olan husus güvenliğimize tehdit unsurlara karşı “hep birlikte” hazırlıklı olmaktır.

Buradan üstüme vazife olmadan çıkardığım kısa sonuç şudur:

“Mayıs ve Haziran aylarına dikkat etmek gerekiyor. Koronavirüs nedeniyle oluşan fırsatları değerlendiren FETÖ ve benzeri yapılara karşı daha dikkatli olmalıyız. Özellikle yurt dışına kaçan ve ülke içerisinde her ideolojiden gruba sızan Fetullahçıların çalışmaları bizleri şiddetle uyarıyor.”

***

Ne yazık ki bu kısa yazıyla darbe tartışmasına ben de girmiş oldum. O vakit bir “darbelog” olarak işi tadında bırakmak gerek. Çünkü eşşeğin aklına karpuz kabuğu sokmanın yanı sıra televizyonda izlediğimiz bu tartışmalar ben de “Meleklerin bacaklarını dikizleyebilir miyiz? Dikizlersek günah olur mu?” türünden tartışmaları anımsatıyor.

Tarihimizden hatırlayalım, devrin en teknolojik aletleriyle dolu Takiyüddin Rasathanesi neden yıkıldı?

İstanbul’da gözlemlenen kuyruklu yıldızın yarattığı korku, ardından gelen salgın ve deprem… Halk arasında rasathaneden meleklerin bacaklarına bakıldığı ve bu nedenle cezalandırıldıklarına dair dolaşan hurafeler, tartışmalar…

Ve rasathane bir gecede top atışlarıyla yerle bir oldu.

Kaçınılmaz çöküş…

İşte bu yüzden darbeciler, darbeloglar, darbederler… Hepsinin canı cehenneme! Vaktimizi çalıyorlar, bizi birbirimize kırdırıyorlar.

Darbedyenlerin komedilerine gülüp geçelim, “vay be eskiler!” diyelim, aynı acıları yaşamayalım istiyorum.

Makus talihimiz izin verecek mi?