Alman kamuoyu yoğun bir biçimde pandemi sonrasını ve ekonomik krize çözümü tartışıyor. Devletin kullanıma sunduğu 1.8 trilyon avroluk paketin acısı salgın sonrasında fakirleşme ve borçlanma olarak geri dönecek. SPD’nin Genel Başkanı Esken tek seferliğe mahsus bir varlık vergisi uygulaması önerdi.

TUNÇ AKKOÇ

Pandemi günlerinde insanlık zamanla yarışıyor. Ülkeler, şehirler, bilim insanları... Vatandaşların sağlığını korumak, can kayıplarını önlemek, aşıyı bulmak ve virüsü bitirmek için tüm dünya seferber olmuş durumda. Milyarlarca insanın tek bir gündemi var gibi, o da sağlık. Ama bir de madalyonun öteki yüzü var: ekonomi! 

Salgın bugüne kadar ülkelerin ekonomisinde olağanüstü bir tahribat yarattı. Dünya “can derdinde” olduğu için sıcaklığı henüz yeterince hissedilmiyor, ama yaşanan ekonomik kriz şimdiden 1929 buhranıyla mukayese ediliyor. Bunun sonucu olarak da ekonomik düzene dair hemen her şey tartışılıyor. Koronayla mücadele kapsamında hangi ekonomik tedbirleri almalıyız? Ekonomiler neden bu kadar kırılgan ve zayıftı? Küreselleşmenin sonuna mı geldik, yeni bir uluslararası düzen mi inşa edilmeli? Devletler ve iktisatçılar bu ve benzeri sorulara şimdiden yanıt aramaya başladılar. Daha önemlisi herkes, pandemi sonrası için hazırlık yapmaya çalışıyor.

1970’TEN BU YANA EN BÜYÜK KÜÇÜLME

Ekonomik açıdan dünyada en önemli ülkelerden birisi Almanya. İhracat şampiyonu olan ülke, yaklaşık 3.8 trilyon dolarlık GSMH ile küresel sıralamada dördüncü. Alman sanayisi, üretimin neredeyse yarısını ihraç ediyor. Uluslararası ticaretin durma noktasına gelmesi, ihracatçıları da felç etti. Bu yüzden salgınla mücadeleye karşı en kapsamlı ekonomik tedbir paketlerinden birini açıklayan ülkelerin başında Almanya geliyor. Federal hükümetin ve kamu kurumlarının ayırdıkları toplam mali kaynak 1.8 trilyon avro tutarında. 

Uzmanlara göre bu ekonomik kriz, 1990 yılında gerçekleşen Almanya’nın yeniden birleşmesinden daha maliyetli olacak (bu maliyet yaklaşık 2 trilyon avro olarak hesaplanıyor). İyi senaryoya göre, yani ekonomi sadece 5 hafta boyunca “kapalı” kalırsa, 2020 yılında yüzde 2.8 oranında küçülme olacağı öngörülüyor. İktisatçılar V şeklinde bir grafikle bu durumu tanımlıyorlar, ekonomi dibe vuracak ve hemen akabinde yeniden yükselişe geçecek. Fakat yaza kadar salgın devam ederse, U modeli gerçekleşir deniyor: ekonomi 2020’de yüzde 4.5 küçülür, ama hemen de yükselişe geçemez, 1 veya 2 yıl dipte kalabilir. 2020 yılında yüzde 10’a kadar küçülme bekleyen uzmanlar bile var. 

Öte yandan ekonomi alanında Almanya’da önde gelen 5 enstitünün hazırladığı geleneksel “bahar raporu” çarşamba günü kamuoyuyla paylaşıldı. Ekonomi Bakanlığı’na sunulan rapora göre uzmanlar nisanhaziran ayları arasında, yani 2. çeyrekte, yüzde 9.8 küçülme bekliyor. 1970’ten bu yana (çeyrek bazlı hesaplamalar o yıl başlamıştı) bir çeyrekte yaşanan en büyük düşüş bu. Küresel finans krizi sonrasında, 2009’un ilk çeyreğinde yaşanan düşüş bile bunun yarısı kadardı. Rapora göre, ekonomi hızla eski verimine dönebilirse, 2021 yılında yüzde 5.8’lik bir büyüme kaydedilir. Tabi tüm bu tahminler, 19 Nisan’dan sonra adım adım kısıtlamaların kaldırılacağı ve ekonominin normale döneceği senaryoya göre yapılıyor. Bir çok uzman için bu tahminler fazla iyimser. Dolayısıyla gözler 19 Nisan sonrasına çevrilmiş durumda.

EKONOMİ SOLUNUM CİHAZINA BAĞLI

Alman ekonomisin kalbi niteliğindeki otomobil endüstrisi, 1.6 milyon çalışanı ile mart ortasından itibaren üretimi tamamen durdurmuş vaziyette. Farklı sektörlerden iflas haberleri peş peşe geliyor. Ünlü restoran zincirlerinden Vapiano ve Maredo, alışveriş merkezi zincirlerinden ise Galeria Karstadt Kaufhof firmalarının iflası kamuoyunda ses getirdi. İflasların rekor kıracağı düşünülen bu dönemde bir taraftan da “zayıflar düşer, devler de onları yer mi” kaygısı tartışılıyor.

Devletin sunduğu 1.4 trilyon avro mali kaynak ile sanayi, ticaret ve hizmet sektörü ayakta tutulmaya çalışılıyor. Çarpıcı bir örnek vermek gerekirse, dünyanın en büyük turizm şirketi olan TUİ’ye 1.8 milyar avro kredi sağlandı. Şu ana kadar 650 bin şirket kısa çalışma ödeneğine başvurdu. 2008 finansal krizinde bu rakam 23 bin idi. Yer yer panik ve fırsatçılık da baş göstermeye başladı. Salgın sebebiyle yürürlüğe giren yeni bir düzenlemeye göre kiracılar koruma altına alındı. Kirasını ödeyemeyenleri mal sahibinin çıkarması zorlaştırıldı. Şaşırtıcı olan ise, bu imkandan faydalanmaya çalışanların başında ADİDASDeichmannH&M gibi büyük firmaların gelmesiydi. Mağazalarının kiralarını ödemeyeceğini açıklayan ADİDAS, sonrasında gelen tepkiler üzerine bu kararından vazgeçti ve özür diledi.

YÜK NASIL PAYLAŞILACAK

Alman kamuoyu yoğun bir biçimde pandemi sonrası dönemi ve ekonomik krize çözümü tartışıyor. Devletin şu anda kullanıma sunduğu 1.8 trilyon avroluk paketin (bu rakam artabilir) acısı salgın sonrasında çıkacak. Ekonominin tamamen çökmemesi ve virüsün alt edilebilmesi için ayrılan bu kaynak, salgın sonrasında fakirleşme ve borçlanma olarak geri dönecek. Bu bağlamda yanıtı aranan en önemli soru, bu devasa yük yeni dönemde nasıl paylaştırılacak sorusu.

Hükümet ortağı olan SPD’nin Genel Başkanı Saskia Esken geçtiğimiz günlerde bir seferliğe mahsus bir varlık vergisi uygulaması önerdi. Esken bu önerisini, “güçlü omuzlar yükü daha güçlü omuzlamalı” şeklinde gerekçelendirdi. Sol Parti de bu öneriye destek verdi ve 1 milyon avro ve üzerinde mal varlığı olanlar, yüzde 5’lik bölümünü katkı olarak sunsun çağrısında bulundu. Nitekim Alman anayasasının 106. maddesinde “bir seferlik varlık vergisi”nden söz ediliyor ama ayrıntılar belirlenmemiş. Koalisyon ortağı CDU’dan ise Esken’e hemen itiraz geldi. Bu uygulamanın orta sınıfı çok zayıflatacağı, onların finans gücünü ve yatırım kabiliyetini engelleyeceği iddia edildi. Bu tartışmalarla beraber gelir adaletsizliği de basında yer alan bir çok yazıya konu oldu. Halihazırda Almanya’da nüfusun yüzde 10’unu oluşturan kesim, ülkede toplam servetin 2/3’üne sahip. Bununla beraber en zengin 45 ailenin varlıklarının toplamı, toplumun daha yoksul olan yüzde 50’sinin toplamından daha fazla.

DEVLET EKONOMİYİ DÜZENLESİN

Alman devleti 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ülkenin ekonomik düzenini “sosyal piyasa ekonomisi” olarak tanımlamıştı. O gün bugündür Alman toplumu güçlü “sosyal devlet” yapısıyla övünür. Son yıllarda çok sayıda sosyal hak tırpan yemiş olsa da, Anglo Sakson ekolüne sahip ülkelerle arasındaki farkı bugüne dek korudu Almanya. Ve bugünkü kriz ortamında “sosyal” içerikli çağrılar büyük destek görüyor. Çalışanların haklarını güvence altına alan “sosyal devlet” anlayışıyla bu krizden güçlü çıkabiliriz deniyor.

Şu anda federal hükümet serbest meslek sahiplerine maaşlarını yatırıyor. Küçük işletmelere 15 bin avro tutarında destek veriliyor. İflasın eşiğindeki büyük işletmelere ise ayakta kalmaları için devlet ortak oluyor. Hatta birçok eyalette orta büyüklükteki şirketlere bile (250 çalışanı olan) devlet şu anda ortak oluyor. Bazı iktisatçılara göre, savaş dönemlerinde olduğu gibi bugün de devletçilik şart. “Devletin sadece finansal destek vermesi yeterli değil. Devlet yönetiminde ekonominin yeniden düzenlenmesi lazım”, görüşünü açıklayan ise solcu bir isim değil, Nobel ödüllü ekonomist Edmund Phelps. Daha radikal önlemlere önümüzdeki günlerde tanık olacağız.


Aydınlık