Yazının alt satırlarında gizlice neler söylemeye çalışıyor? Neler profesyonelce gizleniyor? Ahmet Taşgetiren'in yazısı iletişim fakültelerinde ders olarak okutulacak nitelikte!


VERYANSIN TV

Sinsi bir yazı nedir nasıl yazılır? Sinsi 'yazının' en güzel örneği Karar Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren'in bugünkü yazısında İletişim Fakülteleri'nde ders gibi okutup öğretilmeli.

Yazının alt satırlarında gizlice neler söylenmeye çalışılıyor neler profesyonelce gizlenmeye çalışılıyor?

Yazar, saf masum bir cemaatin AKP sayesinde canavarlaştırıldığını söylüyor.

Cemaatin bir iyilik hareketi olduğunu uzun uzun betimliyor. Tabii ki cemaatin 'iyiliklerini' uzun uzun anlatırken CIA bağlantılarını ve ajan geçmişi (o da yarım kalmış bitirilmemiş bir satırla) geçiştiriliyor.

Ama cemaatin dünya çapında eğitim faaliyetlerini ve hoşgörü hareketi olarak varlığı, büyükçe bir paragrafla özellikle vurgulanıyor. Yani yazar cemaatin geçmişten bugüne bir ajan örgütü olduğu gerçeğinin üstünü kurnazlıkla örtüyor.

MECBUREN KADROLAŞMIŞLAR!

Daha neler neler?

Ve yazar, devlet belli kadroların tekelinde olduğu için ve AKP iktidarı da bu 'tekeli' kırmak için “yargıda tek bir oya dahi ihtiyaç duyduğu” için, yani, yargıda askeriyede tek bir 'adam'a ihtiyaç duyulduğu için, bu 'masum' cemaatin de 'devlet' içinde mecburen kadrolaştığını söylüyor. Yazarın bu 'çıkarım'ına cevabı AKP'liler versin. Bu 'çıkarım'da bizi ilgilendiren nokta, devlette kadroları yokmuş, işte ne güzel cemaatin de kadroları varmış, işte bu kadrolaşmayı kırmak için cemaatin adamlarıkadroları bulunmaz bir fırsatmış, gibi cemaatin haksuzhukuksuzsınavsız kadrolaşmasını mazur gösteren ifadeler...

SİZE UNUTTURDUKLARI

Yani yazar FETÖ'nün bir ajan örgütü olduğunu size unutturuyor. Sonra, hukuksuzca iftiralar ve kumpaslarla Türk Ordusu'nda binlerce subayın tasfiye edildiği ErgenekonBalyoz operasyonları sürecini de size unutturuyor. Sonra FETÖ'nün sınav sorularını çalarak kendi elemanlarını kamuya yerleştirmesinin de üstünü bir güzel örtüyor. Sonra FETÖ'nün onlarca vahşi cinayetinin Hablemitoğulları'nın Behçet Oktay'ın öldürülmesi Hrant Dink'in öldürülmesi gibi ve darbe gecesi yüzlerce insanımızın öldürmesinin de üstünü bir güzelce örtüyor.

Geriye ne kalıyor? Saf masum bir iyilik hareketiymiş sonra süreç içinde canavarlaşmış?

Sonuç? FETÖ'yü masum göstermeye çalışan bir yazı nasıl yazılır en güzel örneği?

BİR DE SİZ OKUYUN!

İşte Taşgetiren'in "Dört başlıkta 15 Temmuz ÖncesiSonrası" başlıklı o yazısı:

"15 Temmuz keşke bir muhasebe zemini olabilse. Çünkü asıl ihtiyaç ona. Çünkü yanlış giden bir yığın işin sonunda ipten dönmüş bir Türkiye söz konusu.

Neler var masaya yatırılması gereken diye bakıldığında şunlar ele alınabilir diye düşünüyorum:

Bir kere “Cemaat” diye yola çıkan bir yapının başkalaşa başkalaşa darbe aktörü haline gelmesi olayı var.

Siyasi iktidarın o yapı ile birlikte hareket ede ede o yapıyı “Paralel yapı” haline getirme ve “canavarlaştırma” olayı var.

Güvenlik bürokrasisinin en kritik anda sağlıklı değerlendirme yapamaması olayı var.

“Terörle mücadele” konusunda önce ve başka zeminde yapılan hataların yeniden tekrarlanması ve toplum – devlet ilişkilerinde kalıcı hasarlara yol açılması olayı var.

Yukarda saydığım her bir madde, çok daha karmaşık gelişmeler içeriyor. Daha yakından bakarsak:

Yurt dışında okul açan, Türkçe öğreten, Türkçe olimpiyatları yaparak tüm dünyada kültürel bir açılımı gerçekleştiren, içerde dersane, okul vs. ile neredeyse tüm böyle yapıların kıskandığı eğitim yatırımları yapan, zeki ama imkanı az çocuklara hayatta tırmanma fırsatı sunan, “Kimse Yok mu?” gibi yardım kuruluşları ile iyilik hareketi hüviyeti sergileyen, Müslüman olmayan ülkelerde “Aşure günü” vb. gibi kültürel sembollerle iletişim çabası içine giren, içerde – dışarda “hoşgörü – diyalog” söylemleri geliştiren, bağlı insanlara sıkı bir dini hayat telkin eden vs. vs bir yapı… Kim derdi ki, nerede ise bütün bu hasletlerinden soyunacak, Yargı’da, Emniyet’te, Bürokrasi’de derin bir yapılanma içine girecek, oralarda elde ettiği imkanları, az önce saydığımız tüm özellikleri “bir yerlere nüfuz etmek için kullandığı” intibaı verecek şekilde hoyratça kullanacak, nerede ise iktidarla içiçe geçecek, ve Cemaat – Camia – Örgüt sürecinde başkalaşa başkalaşa sonunda kendisine imkan açan siyasi kadrolarla mücedelenin göbeğine gelecek, sonunda da akıl almaz biçimde iç – dış hangi güçlerle işbirliği içinde bilinmez….

Darbe aktörü olacak… Ardından Amerika’nın Avrupa’daki kimi güçlerin koruması altında kendi ülkesi ile mücadeleye girişecek. Bünyesindeki yüzbinlerce insanı “terörle bağlantılı” insanlar haline getirecek. Bu konunun tahlili çok daha uzun yapılabilir. Ama şunu sorarak noktalayalım: Nasıl oldu bütün bunlar, kimin başını iki elinin arasına alıp muhasebe yapması gerekiyor?

Belli ki bu yapı, çok uzun zamandır devlet içinde kadrolaşma arayışında olmuş. Çünkü devlet, belli kadroların tekelinde, toplumun belli kesimlerini dışlama – denetleme, nefes aldırmama misyonu ile teçhiz edilmiş. Diyelim Yargı’da bir tek “Farklı oy” önem kazanmış, diyelim TSK’da, toplumun duyarlılıklarını önemseyen bir subay aranır hale gelmiş, diyelim siyasette toplumdan oy alıp başkalaşmayan insanlar olmayacak mı, soruları sorulmuş… Ak Parti 2002’de iktidara geldiğinde “Bürokratik vesayet” diye bir şeyle karşılaştığında bu yapının elemanları devreye giriyor. Bunlar “Adama yatırım” yapmışlar. Kurulu düzenle mücadele söz konusu, çünkü kurulu düzen iktidarın canına okumak istiyor. Hayret verici bir süreç yaşanıyor. Buna karşılık Yargı ve Emniyet içindeki “Elemanlar” gözü kara biçimde iktidarın karşıtlarının üzerine gidiyor. Tabii iktidarın bilgisi dahilinde. Başka türlü olamaz.

Kıran kırana mücadele ortamında hukuk – mukuk kayboluyor. Sonradan “Safmışız” diye ifade edilen süreçte “Ne istedilerse veriliyor” ve Yapı, kendisini besleyip büyüteni yiyecek bir “Canavar”a dönüşüyor. 7 Şubat, 17 25 Aralık ve 15 Temmuz… Acaba siyasi yapı, “kayıt dışı” diye nitelenebilecek ilişkilerin böyle sonuçlanacağını düşünmüş müydü? Kendi saflığı ile bu Yapı’ya “iyilik hareketi” diye bağlananların “Saflığı” arasında bir ilişki kurmayı aklına getirmiş midir?

15 Temmuz günü, O. K. İsimli havacı yüzbaşının getirdiği bilgiyi değerlendiren bir bakıma güvenlik bürokrasisinin en tepesindeki iki isim, MİT Başkanı ve Genelkurmay Başkanı, “darbe girişimi” değerlendirmesi yapıp, çok erken saatlerde bütün karar mercilerini harekete geçirse ve tedbir alınsaydı, darbe önlenebilir, 250 kişinin ölmesine mani olunabilir miydi? Bu soru, “ya darbe önlenemeseydi?” sorusu ile birlikte düşünüldüğünde ne kadar hayati hale gelir, tasavvur etmek lazım. Örgüt mensuplarının en tepe noktaların burnunun dibine kadar gelebilmesinin ve darbe günü dahil bundan haberdar olunamamasının nasıl bir güvenlik zaafı olduğunu ayrıca ele almak gerekiyor.

Türkiye teröre hedef olan bir ülke. Terörle mücadele milli güvenlik siyaset belgelerinin en önemli metinleri durumunda. Şu biliniyor: Bölücü terörle mücadelede yapılan yanlışlar, terör örgütünün toplumsal zemin kazanmasında önemli rol oynadı. 15 Temmuz’dan bu yana, “FETÖ – Fethullahcı Terör Örgütü” ile mücadele söz konusu ve burada da önceki tecrübelerden ders alınmamış görünüyor. 100 binleri aşan soruşturma, tutuklama, mahkumiyet ve görevden almalarla toplum – devlet ilişkilerinde on yıllarca tamir edilemeyecek bir problemli alan oluşmuş bulunuyor. Bu süreçte de Yargı’nın, Emniyet’in, Devlet gücünün hoyratça kullanımı söz konusu. Türkiye bunu tamir etmek için de yıllarca çaba sarf edecek. Bundan “muhafazakar iktidar”ın ödediği “Değer bedeli”ni ise görecek “Bilge gözler” gerekli."