CHP Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz, Türkiye ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında imzalanan 'Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Muhtıra'nın tartışmalara yol açacak bir belge olduğunu ileri sürdü.

Çeviköz, Türkiye ile Libya arasında imzalanan muhtırayı ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. Anlaşma ile ilgili “gecikmiş ve hayli kırılgan adım” ifadesini kullanan Çeviköz’ün açıklaması şöyle:

“Türkiye ile Trablus merkezli Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) arasında 27 Kasım 2019’da imzalanan “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” ve “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Anlaşması” bölgemizde yeni tartışmalara yol açabilecek nitelikte belgelerdir.

KIRILGAN BİR ADIM

Deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına yönelik mutabakat, Türkiye’nin yanlış politikalar nedeniyle Doğu Akdeniz’de içine düştüğü yalnızlığı aşmak maksadıyla atılan bir adımdır. Ancak bu adım, Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilanı için 2002’de müzakerelere başlayan ve 2003’te Mısır, 2007’de Lübnan ve 2010’da İsrail’le MEB anlaşması imzalayan, sonra da bölgede 13 parsel ilan ederek yabancı firmalara doğalgaz aramak için lisans veren Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin attığı adımlarla karşılaştırıldığında gecikmiş ve hayli kırılgan bir adımdır.

TÜRKİYE’NİN HAKLARINI KORUMA GAYRETİ DOĞRU

Türkiye uluslararası hukuktan doğan haklarını korumak ve Yunanistan’ın maksimalist tezleri karşısındaki yaklaşımını uluslararası hukuk açısından da tescil ettirmek için bir gayret içine girmiş görünmektedir. Örneğin Ege’de ve Akdeniz’deki mevcut coğrafi durum, adaların deniz hukukundan kaynaklanan bazı haklarının tartışılabilirliğini mümkün kılmaktadır. Türkiye’nin bu görüşü doğrudur.

Reklamdan sonra devam ediyor 

MISIR VE İSRAİL İLE ZAMANINDA MUTABAKAT YAPILMALIYDI

Ne var ki, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları bakımından Türkiye’nin ve KKTC’nin haklarını savunmakta geç kalan AKP Hükümeti kimi zaman meydan okuyarak, kimi zaman tehditkâr bir üslup kullanarak hatalı politikalarını telafi etme çabası içine girmiştir. Türkiye, Mısır ve İsrail ile deniz yetki alanları konusunda zamanında bir mutabakata varsaydı, bugün Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları bağlamında aleyhimize olabilecek gelişmelerin önüne geçebilecektik.

UHM İLE İMZALANAN ANLAŞMALAR YENİ SORUNLAR YARATABİLİR

Doğu Akdeniz’e kıyısı olan Mısır, Suriye ve İsrail’de büyükelçisi olmayan ve bu ülkelerle gergin ilişkilere sahip Türkiye’nin Libya’daki UMH’yle imzaladığı anlaşmalar ülkemizin yeni sorunlarla karşılaşmasını da beraberinde getirebilir. Libya’da siyasi istikrarın sağlanamadığı bir dönemde, bu ülkede uluslararası camianın meşru olarak kabul ettiği bir otoriteyle anlaşma imzalanmasının savunulması ise, Suriye’de de uluslararası camianın meşru olarak kabul ettiği bir otoriteyle ilişki kurmakta direnen iktidarın yeni bir çelişkisi olarak dikkati çekmektedir.

GÜVENLİK ANLAŞMASI TÜRKİYE’Yİ LİBYA’DAKİ SAVAŞTA TARAF YAPAR

Güvenlik ve Askeri İşbirliği Anlaşması uyarınca Türkiye’nin Libya’dan izin almadan hava sahasını kullanma ve karasularına girme hakkı elde ettiğine ilişkin haberler, “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası”nın Türkiye’nin UMH’yi askeri olarak koruması karşılığında imzalandığı yönünde bir endişeye de sebep olmaktadır. Birleşmiş Milletler raporlarına göre Türkiye, birbirleriyle savaşan iki hükümet arasında bölünen Libya’da savaşa taraf olan ülkeler arasında yer almaktadır. Hal böyleyken, UMH ile imzalanan Güvenlik ve Askeri İşbirliği Anlaşması Türkiye’nin Libya’daki savaşa doğrudan müdahil olmasıyla sonuçlanabilir. CHP olarak bir kez daha uyarıyoruz, Mısır, İsrail ve Suriye ile ilişkilerimiz düzelmeden Doğu Akdeniz’de atılacak adımlar istenen etkiyi göstermeyecektir. Bu nedenle, Türkiye öncelikle Suriye Yönetimi ile diyalog başlatmalı, Mısır ve İsrail’e de bir an önce büyükelçilerini göndermelidir. Bunun yanı sıra, AKP Hükümeti Libya’daki savaşın bir tarafı olmaya derhal son vermelidir. Türkiye, Libya’daki tarafların arasında bir gerilim unsuru olduğu sürece Libya’ya barış ve istikrar gelmeyecek, bu da Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki politikasını olumsuz etkileyecektir. Türkiye’nin ve KKTC’nin hak ve çıkarlarını etkin bir şekilde savunmak için, kaba güce değil diplomasiyi öncelemeye ve içine düştüğümüz yalnızlıktan bir an önce çıkmaya ihtiyacımız vardır.”