Yusuf Akçura, 1911 yılında  bir konferanstaki konuşmasında, İstanbul'un Batıcı aydınlarının Doğu'ya ilgisizliklerinin eleştiriyor ve bunun sebeplerini irdeliyordu. Akçura, “Bizim zeminimiz Doğu zeminidir. Bizim Doğu'yla münasebetimiz arttıkça, biz Doğu'ya dayandıkça yenilmez oluruz.” diyordu.

Atatürk'ün Cumhuriyet Devrimi'nden sonra Türk Tarih Kurumunun başına getirdiği Yusuf Akçura, 1911 yılında  bir konferans verdi. Akçura konuşmasında, İstanbul'un Batıcı aydınlarının Doğu'ya ilgisizliklerini eleştiriyor ve bunun sebeplerini irdeliyordu. Akçura'nın konuşmasının özetini okurumuzun dikkatine sunuyoruz. Konferansın özetini Aydınlık'a ulaştıran, Kurtuluş Güran'a teşekkür ediyoruz.

Bizim İstanbul aydınları denilen takım öteden beri Doğu'ya ehemmiyet vermemekle tanınır. Yalnız Doğu'nun felaketlerine değil, Doğu'nun bütün vakalarına bigâne kalmaktan hazzeder. […]

Doğu'ya olan bu bigâneliğin sebepleri acaba nelerdir? Benim hatırıma şöyle birkaç sebep geliyor, doğru olup olmadığını siz düşününüz:

Birincisi: İstanbul aydınlarını yetiştiren mekteplerde İslam memleketleri ahvaline öteden beri lüzumu kadar ehemmiyet verilmiyor. Genel olarak Osmanlı matbuatında Doğu ahvalinden bahis pek azdır. İstibdat devri bir yana, şu son ikiüç sene zarfında bile meydana çıkan eserlerin hemen hiçbirisinden Doğu'ya dair malumat alınamaz. […]

İkincisi: Efendiler, bizim aydınlar, şimdi matbuatı ellerinde tutanlar Doğu ve İslam âlemiyle meşgul olmaktan adeta utanırlar. Medenî Avrupa varken Doğu göz atılmaya, düşünülmeye hiç değer mi? Sonra Allah esirgesin bize Avrupalılar henüz Avrupalılaşmamış, barbarlıktan, taassuptan kurtulamamış demezler mi? Hani şu hacdan gelirken gördüğümüz uzun, pis, kokmuş elbiseli Asyalılarla nasıl uğraşılır? Ama İtalyanlar, Messinalılar… Onlar başka! Tarantella oynarlar, Traviata'ları var, Maskeli Balo'ları var!..

Üçüncüsü: Biz Batı'nın gözüne girmek isteriz, Batı'nın beğenisini kazanmak isteriz. Bir gazetecinin dediği gibi, Avrupa medenî ailesi içinde yer tutmak isteriz. Bunun için Batı'ya yaranmalıyız, Batı'nın suyuna gitmeliyiz, hatta yağcılık etmeliyiz. Doğu'yla uğraşmakta ne fayda var? Onlardan ne menfaat gelecek?

Dördüncüsü: Efendiler, Batı'dan korkuyoruz. Doğu'yla çok meşgul olursak bizi birtakım siyasî fikirlerle itham ederler. Memleketimize de bundan zararlı neticeler hasıl olur. Eğer Avrupa'nın gözüne girer, Avrupa'nın teveccühünü kazanırsak her türlü taassup şaibesinden masun kalır ve memleketimizde rahat rahat yaşarız.

Efendiler, bu sebeplerin birincisini incelemeye bile lüzum görmem. O yalnız yüzlerimizi kızartır. […]

Doğu'yla uğraşmaktan utanmak, sıkılmak o kadar titrediğimiz Avrupa teveccühünü kazandırmaya asla hizmet etmez. Batılıların kadirşinas olanları milletlerini takdir edip yüceltenleri muhterem görürler. […]

Avrupa'ya, suyuna gitmekle, yağcılıkla yaranmak, yahut Avrupa'dan korkmakla, Avrupa'nın istemediği şeyleri yapmamakla hiddet ve gazabını çekmemek gayet safça, adeta çocukçasına düşünceler neticesidir. […]

İyi bilmelisiniz ki tarihî vakalarda esas etkenler sırf maddî ihtiyaç ve menfaatlerdir. Öyle sakınmalarla, suyuna gitmelerle, yağcılıklarla devletler arası münasebetlere katiyen tesir icra edilemez. Devletlerin dengesi mekanikte olduğu gibi sırf bir kuvvetler dengesidir.

Avrupa'nın hoşuna gitmek istersek, zayıf olmaya, hiçbir kuvvet göstermemeye, nihayet tamamen eline geçmeye katlanmalıyız. Avrupa'dan ihtiram görmek istersek kuvvetli olmalıyız. Avrupa, bize isnat ettiği kuvvetlilerden hazzetmek fikrini kendinin hissiyatından çıkarıyor. İsmi hatırımda kalmamış Avrupalı bir diplomat hovarda bir lisanla "Benim milletim bazı kadınlar gibi kuvvetli adamları sever." demişti. Son zamanlarda Japonlara gösterilen ihtiram bunun bir delilidir.

Efendiler, hatırıma Yunan mitolojisinden bir hikâye geliyor: Yunan müşriklerinin mabutlarından bir dev [Antaios] zemine ayak bastıkça kuvvet alır, artık yenilmez olurmuş. Bizim zeminimiz Doğu zeminidir. Bizim Doğu'yla münasebetimiz arttıkça, biz Doğu'ya dayandıkça yenilmez oluruz.

Aydınlık