Balkan Savaşı’ndan önce Osmanlı devlet politikasında “donanma yapmamak” fikri hâkimdi. Mademki 1897 OsmanlıYunan Savaşı’nı kara kuvveti üç haftada kazanıp, dolaylı olarak Ege Adalarını da kurtarmıştı; o halde donanma yapmaya ne lüzum vardı. Demiryolu yapıp kara kuvvetinin stratejik gücünü artırır, vatanı daha iyi savunurduk.

YUNAN DONANMASI VE BALKAN SAVAŞI 

Ancak gerçekte durum çok farklıydı. 1910 yılında Yunan ordusu ve donanması Venizelos’un Başbakanlığı ile ciddi bir toparlanma dönemine girmiş ve Yunan Donanması güçlenmişti. Özellikle, Mısır’a göç etmiş çok varlıklı bir iş adamı olan George Averof’un vakfiyesi tarafından, Yunan hükümetine sağlanan 8 milyon drahmilik bir bağışla, İtalya’dan satın alınan Averof Kruvazörü denizdeki dengeyi alt üst etmişti. Averof, Yunan Donanması’nın Amiral gemisi olmuş ve İngiltere’de 22 Haziran 1911 tarihinde Kral V’inci George’un taç giyme töreninde Yunanistan’ı temsil etmişti. 1911 sonbaharında Yunanistan’a dönmüş ve bir süre sonra Balkan Harbi’ne iştirak etmişti. Tek başına Ege Adalarının Yunanistan’ın eline geçişinde önemli görevler üstlenmişti. Geminin Komutanı, Yarbay Pavlos Kontouriotis bu görevindeki başarısı sonucunda sonraları Donanma Bakanı, ardından Kral naibi ve 1924’te Yunanistan Cumhurbaşkanı olmuştu. Yunan Donanma tarihine de “Helen Nelson” lakabıyla geçmişti.

EFSANE GEMİ: AVEROF

Averof Kruvazörü Birinci Dünya Savaşı sonrası 13 Kasım 1918 günü İstanbul’a demirleyen işgal kuvvetleri donanması arasında yerini almış ve zaman zaman Karadeniz’e açılarak Ankara hükümetine meydan okumuştu. Yine aynı gemi 1922 yılında İzmir’den ve Anadolu’nun Ege kıyılarından Türk ordusundan kaçan Yunan askerlerini ve Rum ahaliyi Ege Adalarına taşımıştı. Averof kruvazörü 1928’de okul gemisine dönüştürülmüşse de II. Dünya Savaşı’nda tekrar Donanmanın sancak gemisi görevini üstlenmişti. Ekim 1944’te Yunanistan Alman işgalinden kurtarıldıktan sonra, ilk resmi bayrak töreni İngilizler tarafından iktidara getirilen Başbakan Yorgo Papandreu tarafından bu gemide gerçekleştirilmişti.  Averof aktif görevini 1951’e kadar sürdürmüş ve daha sonra Pire kıyısında yüzen müze olarak ziyaretçilere açılmıştı. Bugün Averof Yunanistan Donanması’nın “efsane” gemisi konumundadır.

YENİDEN DOĞAN AVEROF

Averof’un Yunan Donanmasına kazandırılmasından 110 yıl sonra 23 Ekim 2020 tarihinde Yunanistan’da Atina merkezli ‘’Yunanistan Donanma Fonu – Averof II’’ adıyla bir dernek kuruldu. Derneğin kuruluş senedinde kayıt altına alının 3 hedefi şu şekilde belirlenmiş. Birinci amaç, tüm Yunanlıları, dernek üyelerini ve genel olarak toplumu, Yunan Donanmasına modern bir firkateynin satın alınarak bağışlanmasına daha sonra da bakım tutum onarım ve modernizasyonuna yönelik harcamaların karşılanmasına yönelik bir fonun oluşturulmasına katkı için bilgilendirmek, bilinçlendirmek ve teşvik etmek. İkinci amaç, donanmanın güçlenmesi ve idamesine katkı sağlamak için kâr gütmeyen faaliyetler icra etmek. Son olarak da yurt içi ve dışındaki dernek üyeleri ile Yunan dostlarından elde edilecek katkı ve bağışlar üzerinden Yunan Donanmasına silah ve teçhizat teminine yönelik kalıcı bir Yunan Donanma Fonu oluşturmak.

'TÜRKLER GELİYOR' KORKUSU

Derneğin web sitesinde (https://www.averof2.gr/en/) kullanılan dil, Ege ve Akdeniz’de büyüyen Türk deniz tehdidine karşı adeta yalvaran bir üslupla halkı yardıma davet ediyor. Site sizi "Dünyaya yayılan Yunanlılar Birleşirse Büyük İşler Başarılır’’ sloganıyla karşılıyor. Yunan Vatanseverlere adı altında yapılan çağrıda "Yunanistan müttefikleri tarafından saygı duyulan düşmanları tarafından korkulan bir devlet olmalıdır’’ teması işlenmiş. Bildiri şöyle devam ediyor: ‘’Vatanımız 1910 yılına benzer ve hatta daha kritik bir durumla karşı karşıyadır. Son 20 yıldır donanmamız ihmal edildi. Denizaltılarımızın dışında diğer gemilerimiz çok eski ve demode durumdadır. Firkateynlerimizi yenilmememiz ve donanmamızı güçlendirmemiz gerekiyor. Türk tehdidi acil ve yakındır. Adalarımız, denizlerimiz, Münhasır Ekonomik Bölgemiz ve Hür Kıbrıs tehdit altındadır.’’ Derneğin 23 kurucusu var. Kurucular arasında emekli amiral, general ve subay yok. Bir numarada Kifisa Piskoposu var. Kifisa, Atina’nın en zenginlerinin yaşadığı semtin adı. Dernek din ile parayı yan yana getirmeyi becermiş. Diğer yandan kurucuların beşi iş adamı ve armatör; ikisi yüksek mahkeme üyesi; dördü akademisyen. Ayrıca bir diplomat, bir gazeteci ve iki mühendis de kurucular arasında.

KENDİ TARİHİMİZDEN ÖRNEKLER

Yunanistan’da öncü bir grubun devlete yardımcı olmak için böylesine bir girişimde bulunmasını beklediğimi ve benim için sürpriz olmadığını belirtmeliyim.  Bizde de birincisi 1909 yılında ikincisi 1965 yılında hayata geçen benzer iki girişim olmuştu. II. Abdülhamit’in 33 yıllık iktidarında Donanma, Haliç’te atıl bir şekilde tutulmuş, 1897 OsmanlıYunan savaşında varlık gösterme bir tarafa, Haliç’ten Çanakkale Boğazı’na dahi zamanında intikal edememişti. 1909 yılında V. Mehmet Reşat iktidarında donanmanın 4 Temmuz 1909 sabahı, Haliç’ten çıkıp halkı selamlaması ile zayıf durumu ortaya çıkmış, bu da bazı gönüllü vatanseverleri Donanmanın ihyası için “her vatandaştan bir kuruş” kampanyası başlatmalarına sebep olmuştu. Tanin Gazetesinin öncülüğünde, kampanya kısa sürede başarıya ulaşınca 19 Temmuz 1909 tarihinde “Donanmai Osmani Muaveneti Milliye Cemiyeti” doğmuştur.  Cemiyet kısa sürede o kadar çok para toplayabilmişti ki, Turgutreis ve Barbaros muharebe kruvazörleri ile dört adet muhrip ve yük gemisi bu paralar ile alınmıştı. Donanma Cemiyeti kendine örnek olarak İngiltere’nin “Navy League” teşkilatını almıştı. 1919 yılına kadar çok önemli faaliyet ve bağış toplama gayretlerinde bulunan Cemiyet, Mondros Ateşkesi sonrası, kuvvacılara yardım ediyor diye 2 Nisan 1919 tarihinde Sadrazam Damat Ferit tarafından kapatıldı. 

KIBRIS TÜRK KATLİAMLARI VE DONANMA CEMİYETİ

Bu tarihten tam olarak 45 yıl sonra, kanlı Noel sonrası Kıbrıs’ta soydaşlarımız katledilmeye başlayınca 1964 yılı haziran ayında Türkiye adaya müdahale etme kararı aldı. Soydaşlarımızın önce canı sonra malı ve nihayetinde geleceği korunmalıydı. Askeri güç kullanılmalı, Türk sahillerinden 60 mil uzaklıktaki adaya amfibi güç intikal ettirilmeliydi.  Bu güç sayesinde tutulacak kıyı başından ada içlerine zırhlı birlikler intikal ettirilebilirdi. Fakat Donanmanın ne amfibi gemisi ne de amfibi savaşçısı yani deniz piyadesi vardı. Önce gemilere sahip olmak gerekirdi. Yokluk içinde koruma refleksi ile karar alındı. Müdahale elde mevcut ticaret gemileri ve muhripler ile yapılacaktı. Harekat,  ABD Başkanı Johnson’un yazdığı mektup ile durduruldu. Başkan Johnson, İnönü’ye ‘’ABD’nin hibe ettiği savaş malzemelerini Kıbrıs’ta kullanamazsınız’’ diyordu. Duyarlı Türk halkı bu alçaltıcı mektuba cevabını verecekti. 2 Mayıs 1965 günkü baskısının ilk sayfasında Cumhuriyet gazetesi halkı “Millet yapar” kampanyası ile donanma için bağış yapmaya davet ediyordu. Aslında tam metin şu şekilde idi: “Başkalarının vermediğini MİLLET YAPAR”. Bağışlar, Kıbrıs’ta donanmanın soydaşlarımızı kurtarabilmek için bir şeyler yapamadığının da acısı ile, yeni çıkarma gemilerinin yapılabilmesi için çığ gibi büyüyordu. Halkın bu muhteşem ilgi ve desteği karşısında, başta Başbakan Suat Hayri Ürgüplü ve Başbakan Yardımcısı Süleyman Demirel olmak üzere 178 kurucu asil üye Kasımpaşa’da Divanhane ‘de (bugünkü Kuzey Deniz Saha Komutanlığı) 11 Mayıs 1965 günü bir araya gelerek “Türk Donanma Cemiyetini” kurdular. Cemiyet “Millet Yapar” kampanyasını devraldı ve 4 Ekim 1966 tarihinde ilk sayısını yayımladığı “Derya” isimli denizcilik dergisi ile de bir ilke imza attı. “Derya”, Türkiye’de periyodik olarak yayımlanan ilk sivil denizcilik dergisi olmuştu. Son baskısının okurla buluştuğu 1987 Ağustos ayında kapağında “Sayı:180” yazıyordu. Rahmetli annem Rahime Gürdeniz bu dergiye şiirleri ile düzenli katkı sağlardı.  “Kendi gemini kendin yap” programı çerçevesinde Cemiyet, kuruluşundan sonra beş yıl içinde, 10 avcı bot,12 LCU, 20 LCM inşası ile TCG Berk ve TCK Peyk refakat muhriplerinin inşa programlarına destek sağladı.

ÖZAL TARAFINDAN KAPATILAN DONANMA CEMİYETİ

Cemiyet 8 Şubat 1972 tarihinde Vakıf haline dönüşmüş, 28 Mayıs 1981 tarihinde adı “Türk Deniz Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı” olmuş, ancak, dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın baskıları üzerine 17 Haziran 1987 tarihinde 3388 sayılı yasa ile Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfına devredilmiştir. Bu vakfın kapatılması Denizcilik Gücünün geliştirilmesi ve dolayısı ile Türkiye’nin denizcileşmesine büyük bir darbe vurmuştur. Zira bu vakıf sadece kuvvet yapısını geliştirmeye yönelik bağış toplamıyordu. Anadolu’da Cumhuriyet Donanmasını ve Türk denizcilik gücünü temsil ediyordu. Türk Hava Kurumu'ndan (THK) çok daha eski ve tarihsel mirasa sahipti. THK kapatılmadı. Bu şekilde Edirne’den Kars’a kadar Anadolu’nun her şehrinde örgütlenmiş bu denizci bilinç göz göre göre yok edildi. Diğer yandan devletimiz Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası çıkardığı dersler paralelinde donanma gücümüzün gelişmesi için gereken kaynakları her hükümet döneminde buldu. Ancak Deniz Kuvvetleri en doğru olanı yaptı ve savunma sanayinin gelişimine destek oldu. Bu sürecin lokomotifi oldu. Bugün böyle bir dernek konusunda eksiğimiz kuvvet yapısına yani bağış toplama kısmına yönelik değildir. Ancak denizcileşme, deniz bilinci ve donanma sevgisinin yayılmasına yönelik ciddi zafiyetlerimiz vardır. O nedenle Donanma Vakfının yumuşak güç üreten kısmının derhal faal hale geçirilmesi gerekir.

ATİNA'YA ÖNERİLER

Yunanistan’ın nüfusu ve halkın ekonomik durumu göz önüne alındığında asli işi bağış toplamak olan yeni derneğin yurt içinde işinin pek zor olduğunu söyleyebiliriz. Diğer yandan Yunan Armatörlerin dünyanın en büyükleri arasında olduğunu hatırlatalım. Servetlerini yurt dışında tutan bu armatörler eğer karar verirlerse, ABD ‘de yaşayan zengin Rumları da kullanarak en azından bir firkateyn için para bulabilirler. Unutulmamalıdır ki bizden Ege adalarını birer birer alan Averof kruvazörü yurt dışında servet yapmış Mısır İskenderiyeli bir Yunanlının hediyesi idi. Bizler için son derece iç karartıcı bir isim olan Averof II adıyla kurulan bu yeni derneğin bağışlayacağı ilk savaş gemisine Averof isminin verilmesi sürpriz olmayacaktır. Ancak tüm bu çabaların beyhude olduğunu bir kez daha hatırlatalım. (Pante Rei!) Averof Derneği kuracağınıza Türklerle Barış İçinde Bir Arada Yaşama Derneği kursanız, Enosis, Megali İdea ve Constantinople hayalleri ile yıkanan düşler dünyasından uyanıp, AB ve ABD işgali altındaki ülkenizin Türkiye ile silah yarışı tuzağına çekilmesine hayır deseniz, Nasıl olur? Tukidides bugün yaşasaydı benim yerime size bu ikazı, emin olun o yapardı. Eğer bağışlarla savaş gemisi alarak Anadolu’yu Ege ve Akdeniz kıyılarına hapsedeceğinize inanıyorsanız bağış toplamaya devam edin. 2060 yılına kadar ödenemeyen dış borçlarınıza da eminim bu bağışlar büyük katkı sağlayacaktır.

PROFESÖR BİLSAY KURUÇ'UN YORUMU

Bu yazımızı geçen hafta ‘’Yunanistan Halkı Bedel Ödemeye Devam Ediyor’ ’başlıklı yazıma değerli büyüğüm, Prof. Dr. Bilsay Kuruç’un yolladığı aşağıdaki emsalsiz yorumu ile son verelim: 

"Bağımsız devlet olabilme uğruna, doğumundan itibaren 'büyük devletlerin jeopolitik sahnesine esir düşen, bu zincirden bir türlü kurtulamayan ve gitgide daha sıkı bağlarla, kendi politika alanını kurgulayabilme yeteneğini yitiren komşu, sanki bir antik trajediyi kendi geçmişinden geleceğine uzanan bir sahnede boyuna yineliyor. Tarihinde tek şansı, işaret ettiğiniz gibi, 1940'ların komünistleri yaratmıştı. Fakat, onları da bu 'kader tiyatrosundaki gibi kurban etmek gerekiyordu. Dediğiniz gibi, tek kılıç yetmezdi. İki kılıç birden (Churchill ve Stalin) kullanıldı. Buna, "Churchill, Stalin kılıcına sahip olarak infazı yaptı" da diyebiliriz. Siyasal olarak daha isabetlidir. Çünkü, Abdülhamit'in ikramından itibaren Akdeniz'i Pax Britannica ‘ya katmış olan İngiltere 2. Dünya Savaşını bu stratejik alandaki egemenliğini pekiştirecek büyük fırsat olarak görüyordu. Churchill'in, bir türlü Batı Avrupa’dan 2. Cepheyi açmaya yanaşmayıp, bu cepheyi Akdeniz'de (kendi top sahasında) açmak üzere ayak direnmesi ve bizi de aslında bunun geçici bekçiliği için gözüne kestirip ısrar etmesi ilginç değil midir? Sonunda, bu işleri iyi bilen, iyi okuyan her kim ise (biliyoruz!) bu oyuna gelmedi. Ama, işlerin çapı çok büyümüştü. Yunanistan'ın geleceğinin kurban edilmesi, Akdeniz jeopolitiğinin 1947'de yeni 'muazzam güç' (yani, yeni 'warfare state') tarafından devralınması ve dünya için yepyeni, kötü bir çağın ORADAN açılması bakımından şarttı, ki asıl işin 'Büyük Tiyatrosu' Avrupa'da açılabilsin. Ve üç ay sonra General Marshall tarafından (henüz ortada bir plan, program yokken!) 'Marshall Planı başlığıyla ilânı yapılabilsin. Yunan komünistleri, olağanüstü bir şekilde ve 'demokrasi vaatlerine kanmaksızın, ülkede bir bağımsız yönetim kurabilmiş olsalardı, tarihin tiyatrosunda sahneye hangi eseri koyardı yeni emperyalizm, bilemeyiz. Ancak, Anadolu istilâsına idamı göze alarak karşı çıkabilmiş o insanların Yunanistan'ı herhalde Türkiye bakımından da farklı olurdu."