Dr. Selim Erdoğan, Milli Mücadelemizi arazide inceleyerek 'Harp Coğrafyası' perspektifiyle çalışıyor. Sakarya Meydan Muharebelerini anlattığı, “Sakarya, Türk Bitti Demeden Bitmez” eseri yakın zaman önce okuyucuyla buluşmuştu. Tarihi, coğrafyası üzerinde inceleyerek Kurtuluş Savaşı araştırmalarına yeni bir soluk katan Erdoğan, Büyük Taarruz'un 98. yıldönümünde gazetemiz Aydınlık'ın sorularını yanıtladı.
- Büyük Taarruz'un ulusal ve uluslararası önemi hakkında neler söylersiniz?
26 Ağustos'a gelene kadar yaşanan olaylar çok önemlidir. 26 Ağustos sıfırdan kurulan bir ordunun destanıdır, o orduyu kuran yoksul bir milletin zaferidir.
26 Ağustos her şeyden önce cesarettir. 3 buçuk sene önce Samsun'da reji iskelesine ayak basan adamın sarışın mavi gözlü kurdun, o süreçte kimsenin aklından bile geçiremediği bir planı ilmek ilmek örerek, taşıyıp getirdiği bir zaferden söz ediyoruz.
Bizim karşımızda yalnızca Yunanistan yoktu bu savaşta,onu maşa olarak kullananlar vardı. Bunların karşısına dikilme cüretinin adıdır 26 Ağustos.
26 Ağustos cesaretin olduğu kadar, planlamanın, stratejinin, sabrın ve doğru zamanda doğru adımı atmanın zaferidir.
Milli Mücadele'nin yalnızca cephelerden ibaret olduğunu söylemek de bu mücadeleye haksızlık olur. Cephede verilen savaş kadar bir de sabırla, akılla, vizyonla masa başında verilen kısmı vardır. Milli Mücadele'nin özellikle Sakarya Zaferi'nden 26 Ağustos'a kadar geçirdiği 11 aylık sürecin anlatılması gerekir. Mağrur İngilizlere, Fransızlara ve İtalyanlara diz çöktürdüğümüz zamandır bu zaman. Sovyetlerle, Misakı Milli'den taviz vermeden işbirliği geliştirdiğimiz bir dönemdir bu dönem. 26 Ağustos bunların hepsinin özetidir.
- Hocam, 300 yıldır sürekli geri çekilen Türk milleti nasıl taarruz gücüne ve kararlılığına kavuştu?
Öncelikle bu bir zorunluluktu. Türk milleti taarruz gücüne kavuşmak zorundaydı.
Türk ordusu, Sakarya Meydan Muharebeleri sırasında bir taarruz ordusu muydu? Elbette hayır. En başta genel bir ilkeyi hatırlamalıyız: Taarruz eden kuvvetin, müdaafaa yapan kuvvetten iki misli fazla olması gerekiyor. Türk Ordusu, Sakarya döneminde bu koşulu sağlamıyor ne insan sayısı bakımından ne silah gücü bakımından. Sakarya'da biz taarruz ettik ama bu bir genel taarruz değildi.
Tekalifi Milliye ile toplanan erzağın bir kısmı elde tutuldu, bu taarruza hazırlık içindi. Ayrıca Sakarya Zaferi'nden sonra bir Sad Taarruz Planı vardır. Yunanlıları yendikten sonra hemen bir taarruz gerçekleştirmeye yönelik. Ama gerek bizim de yıpranmış olmamızdan gerekse başka faktörlerden ötürü bu yapılamadı. Burada zaten henüz ordumuzun taarruz gücü olmadığı anlaşılmış oluyor. Kara Vasıf'ın Meclis'te yaptığı bir konuşma vardır; “Ben de askerim bilmez miyim, biz yüzyıllardır taarruz edememişiz, yine edemeyiz.” Mustafa Kemal Paşa her ne kadar bunu reddetse de gerçek durumu bilmektedir.
Ancak 11 aylık süreçte Türk Ordusu ciddi bir eğitimden geçirilir. Mekkare Kollarındaki çavuşlara kadar bu eğitim geliştirilir. Konya'da bir topçu eğitim merkezi kurulur, bence 26 Ağustos'ta Türk Ordusu zaten almış olduğu eğitimle, taarruza hazırdı. Hatta iddia ediyorum, 26 Ağustos'ta dünyanın hiçbir ordusu Türk Ordusu kadar taarruza hazır değildir. Karşısında Yunan ordusu değil İngiliz ordusu olsa da zafer kazanılacaktı.
- Türk Ordusu bu hazırlık safhasını nasıl geçirdi, nasıl seferber oldu?
KütahyaEskişehir muharebelerinde nasıl yapmamamız gereken her şeyi yapıp mağlup olduysak, Sakarya'da can havliyle nasıl doğruları yaparak kazandıysak bu 11 aylık süreyi de doğru bir şekilde değerlendiriyoruz.
Yunan ordusu yaralarını sarıyor ama başka bir şey yapmıyor, biz ise hem yaralarımızı sarıyor hem de vitamin alıyoruz. Bilimin gerektirdiği her şeyi yapıyoruz. Bir örnek vermek vermek gerekirse, İsmet Paşa ki kendisi de bir topçu subayı yanında topçu müfettişiyle birlikte çalışıyorlar, Sakarya Meydan Muharebesinde kullanılan topların gereğinden fazla mühimmat harcadığını görüyorlar. Bakıyorlar ki bu topların hepsinin yiv setleri aşınmış. Topların fabrika ayarlarında gösterilen menzillere göre atış yapar, subayların elinde buna göre bir cetvel vardır. Ama toplar eskidiği için atış menzillerini tutturamıyor. Bundan dolayı topçular daha fazla tanzim atışı yapmak zorunda kalıyorlar. Böylece gereğinden fazla cephane harcanıyor. İsmet Paşa şunu yapıyor, eldeki toplar yenilenemeyeceğine göre, hepsini kaldırıp bir yere götürüyor, orada atış yaptırıp yeni bir menzil cetveli çıkartarak topçulara veriyor. Artık topçular bu yeni cetvellere göre atış yapıyor. İşin içerisine matematik giriyor. Yoksulluğun yoksunluğu, matematikle, bilimle aşılıyor. Büyük Taarruz'da, Sakarya'da kullanılan mühimmatın yarısıyla Yunan mevzilerini cehenneme çeviriyor topçumuz.
Ne diyor Mustafa Kemal, bir gün benim sözlerim bilimle çelişirse bilimi seçin.
Bir konu da, askeri deha. Yunanlıların da Balkan Savaşlarından savaş tecrübesi var ama bu tecrübe Türk Ordusu'nun Cihan Harbi tecrübesiyle boy ölçüşemez. Taktik ve stratejik bakımından Türk Ordusunun Yunanlılara kesin bir üstünlüğü vardır.
- Büyük Taarruz'un planı olan Kurt Kapanı riskli bir plan mıydı? 2. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa'nın bazı itirazları vardı.
Aslında bu planın adı Sad Tarruz Planı'dır. Büyük Taarruz'da hiçbir şey kumar masasına yatırılmış gibi riske edilmiş değildir. Bakın, Sakarya Zaferi'nin kazanılmasının hemen ardından, birlikler düzenlenir, komutanlar yerlerini alır ve başkomutanla, Genelkurmay Başkanıyla, Batı Cephesi komutanlığıyla bunlar arasında bir rapor silsilesi başlar. Bu plan, ordu komutanlarının hatta kolordu komutanlarının fikirleri alınarak şekillendirilmiştir. Yakup Şevki Paşa'nın itirazları da taarruz planının kendisine değil taarruzun yapılacağı yere ilişkindir. Taarruz için 3 yer öne çıkmaktadır; Eskişehir, Döğer Hattı ve Afyon'nun güney kesimi. Yakup Şevki Paşa da taarruzun Afyon'a yapılması yanlısıdır, ama bunun kendi cephesinden yapılmasını ister, yani Döğer tarafından. Ama Paşa'nın göz ardı ettği nokta şudur, Paşa'nın önerdiği coğrafya yayvan bir yapıya sahip. Taarruz gücünü daha az hırpalayacak bir yer olmasına rağmen cephe derinliği çok fazla. Karşımıza sürekli yeni düşman hatları çıkabilirdi. Kalecik Sivrisi ile Tokluk Sivrisi arasındaki bölge ise çok sarp ancak esaslı bir topçu ateşiyle mevzilerin dağıtılmasına ve düşmanın kuşatılmasına daha uygundu. Yani ilk darbeden sonra sonuç alması çok kolay. Üstelik Fahrettin Paşa komutasındaki süvarilerle, cephe bir kez yarıldıktan sonra düşmanı kuşatıp imha etmesi daha mümkün hale geliyor. Bu açıdan asıl taarruz bölgesi doğru seçilmiştir.
Ayrıca Mustafa Kemal Paşa'nın 30'ar kişiden oluşan bir de akıncı müfrezeleri planı var. Bunlar cephe gerisinde faaliyet gösteren İbrahim Ethem Bey gibi, Parti Pehlivan gibi müfrezeler, düşmanın ikmal hatlarını vuracak ve cephe gerisinde asayiş problemi yaratacaklar. Bu görevi de başarıyorlar, Yunanlılar bunların arkasına alaylar takmak zorunda kalıyor. Yakup Şevki Paşa'nın askeri analizlerinde bunlar yok.
İsmet Paşa, taarruz planını komutanlara aktarırken, Sad Taarruz Planını en ince ayrıntılarına kadar anlatıyor, her şey belirlenmiş. Düşmanın ilk hatları yarıldığında ihtiyatta tutulan kolordunun ikinci hatlara taarruz, ilk taarruz grubunun ihtiyata alınmasını, düşmanın ne zaman nereden ikmal ve takviye yapacağı ve bunun nasıl önleneceği vs. Dolayısıyla herkes bu plana ikna oluyor zaten. Bence Yakup Şevki Paşa'nın taarruzun kendi cephesinden başlamasını istemesi bir görev aşkıyla açıklanabilir ve takdir edilmesi gereken bir olay.
- Ali İhsan Paşa'yı nasıl değerlendiriyorsunuz ?
Batı cephesinin iki ordusunu karşı karşıya getirmiş birisi Ali İhsan Paşa. Silah arkadaşları birbirine küsecek noktaya geliyor. Bence bunu yapmak ihanettir. Keza Mustafa Kemal Paşa da böyle düşünüyor ve onu Divanı Harbe veriyor. İsmet Paşa karşı çıkıyor ve Ali İhsan Sabis'in çok daha farklı bir hayat öyküsüne sahip olmasını engelliyor. Aslında çok değerli bir komutandı, Harbiye'de kendi döneminde sınıf birincisi. Malta'dan kaçıp Anadolu'ya geldiğinde Mustafa Kemal Paşa çok seviniyor ve hemen onu, 1. Ordu'yu kurarak, ordu komutanı yapıyor.
Ali İhsan Paşa ilk andan itibaren Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa'yı çekemiyor, sürekli anlaşmazlıklar çıkarıyor.
1. Ordu Kurmay Başkanı Dadaylı Halit (Akmansü) Bey, Paşa'nın ilk andan itibaren ordunun sevk ve idaresini etkileyecek şekilde olumsuz davranışlar ortaya koyduğunu söylüyor. Bu yalnızca kendi hırsından mı yoksa başka bir niyeti mi var?
11. Tümen Komutanı Ahmet Derviş Bey, Halit Bey'e şunu söylüyor; Ali İhsan Sabis Malta'dan Damat Ferit Paşa'ya mektup yazıyor ve İngiliz mandasını desteklediğini ifade ediyor.
- Ali İhsan Paşa'nın azlinden sonra 1. Ordu'ya komutan bulmak bir mesele haline geliyor. Bunun nedeni nedir ?
Bakın, İstiklal Savaşı koşullarında, bir kolorduya komuta etmek, 27 tabura ve bağlı birliklerine komuta etmek demektir. Ordu komutanlığında ise iki kolordu var. Neredeyse 100 bin kişiye komuta edeceksiniz. Bu yeteneğe sahip komutan bulmak zor. Yani sırf paşa diye alıp birini başına koymak olmaz.
KütahyaEskişehir Muharebeleri sırasında ipler iyice gerilmiştir, Refet Paşa bir noktada, Genelkurmay Başkanı olmak ister. Fevzi Paşa hem bu görevi hem de Milli Savunma Bakanlığını yürütmektedir. Onun bakanlığa dönmesini kendisinin de Genelkurmay'ın Başına geçmesini önerir. Mustafa Kemal Paşa, Refet Paşa'nın yüzüne karşı şunu söyler, “Yoksa siz Genelkurmay Başkanı olmak mı istiyorsunuz, biz sizi o yeterlilikte görmüyoruz” der. Yani 1. Orduya komuta edecek donanımda bir insan bulunamadığı için merkez ordusu komutanı Nurettin Paşa mecburen bu göreve getirilir. Büyük Taarruz'da şu da Nurettin Paşa'nın eseridir diye bir şey gösteremezsiniz aslında bu orduya taarruz sırasında doğrudan Başkomutan komuta etmiştir.
- Peki, rahmetli Turgut Özakman'nın Şu Çılgın Türkler eserinde konuyu ele aldığı gibi, Milli Mücadele'nin büyük isimlerin, bu komutayı kabul etmemesinde makammevki düşüncesi var mı ?
Evet ama hepsinde değil. Refet Paşa, bu taarruzun başarıya ulaşmayacağını düşündüğü için kabul etmiyor. Ali Fuat Paşa ile İsmet Paşa arasında da bir halef selef ilişkisi var biliyorsunuz daha önce Batı Cephesi komutanı Ali Fuat Paşa. Bu yüzden emirkomuta konusunda sorun çıkacağını düşünüyor. Kendince haklı. Kazım Karabekir Paşa ise, doğu cephesinde Sovyetler ve Enver Paşa kaynaklı bir hassasiyet olduğunu söyleyerek kabul etmiyor ki haklı.
Bence olması gereken oldu. Başkomutan geldi, meydana indi ve bizzat muharebeye komuta etti. Nurettin Paşa da sevk ve idare işlerini yaptı, üzerine düşeni hayata geçirdi.
DELİ HALİT BEY TUZAĞI
Deli Halit Bey sertliğiyle meşhur bir asker. Bizde meşhur olduğu gibi Yunanlılarda ve İngilizlerde de öyle, iyi biliniyor. Deli Halit Bey Sakarya Meydan Muharebelerinde önemli görevler alır, ama onun Büyük Taarruz'da merkezi bir rol almadığını görürüz. Aslında bu bir tuzaktır. Sakarya Zaferinden hemen sonra bir Kocaeli Grup Komutanlığı kurulur, başında da Deli Halit Bey vardır. Bu grubun emrine bir piyade tümeni, bir süvari müfrezesi, iki de hücum taburu vardır. Deli Halit Beyin bu bölgede görev alması öncelikle İngilizleri ve Yunanlıları tedirgin eder. Tedirginliklerini artıran bir diğer husus ise, şeytanın aklına gelmeyecek dahiyane bir plandır.
Halit Beyin emrindeki iki hücum taburunun numaraları 19 ve 20'dir. Türk Ordusunda hücum taburlarının numaraları bağlı oldukları tümenin numaralarıdır. Yani 19. Hücum taburu, 19. Tümen'in hücum taburu demektir. Bunu düşman da bilmektedir. Fakat onların bilmediği şudur: Türk Ordusu'nda 19. ve 20. Tümenler yoktur. Yani Mustafa Kemal Paşa, Kocaeli'nde düşmanın karşısına gerçekte olan bir tümenin yanı sıra bu hücum taburlarının numaraları vasıtasıyla iki tümen daha dikmiştir. Dolayısıyla düşman bizim Kocaeli grubunu 3 tümenlik bir kuvvet olarak hesaplamış ve daha da tedirgin olmuştur. İngilizler, bu kuvvetin İstanbul'a yürümesinden kaygı duymuşlardır. Yunanlılar ise bizim grubun karşısına diktikleri 25 bin kişilik kuvveti Büyük Taarruz başladığında, asıl taarruz bölgesine gönderememişlerdir, Halit Beyin gerçekte 1 buçuk tümen bile etmeyen ama onlara göre 3 tümenlik kuvvetinden çekinerek. Hatta İngilziler ve Yunanlılar Türk Ordusu'nun üç ordu şeklinde örgütlendiğini düşünür, 1. Ordu, 2. Ordu ve Deli Halit Bey komutasında 3. Ordu. Bütün tedbirlerine buna göre almak zorunda kalırlar. İşte bu, askeri dehadır.
18 HAZİRAN KARAÇAMGEYVE ZİYARETİ
Bu sıradan bir ziyaret değildir. Önce Adapazarı'nda annesiyle buluşur Mustafa Kemal Paşa, ardından Fransız yazarla görüşecektir. Ama bu sırada başka birlikleri değil de Halit Beyin Kocaeli Grubunu teftiş eder. Bu da bir mesajdır. Mustafa Kemal Paşa, bu grubun üzerine bir tuzak kurar. Ve bu tuzağın da Büyük Taarruz'un kazanılmasında büyük bir payı vardır.
ALİ İHSAN PAŞA'NIN SABOTAJI
Ali İhsan Paşa, basit bir maaş bordrosu meselesinden ötürü, tümenlerin önünde kolordu komutanlarını küçük düşüren uygulamalara girişiyor. Bir tümen komutanı, Mümtaz Çeçen, kolordu komutanını, ordu komutanına yani Ali İhsan Paşa'ya şikayet ediyor olay bunun üzerine oluyor. Ali İhsan Paşa aradığını buluyor, tabii tümen komutanının tarafını tutuyor kolordu komutanı İzzettin Çalışlar'a karşı. Ali İhsan Paşa görevden alındığında, bu tümen komutanı da göreven alınıyor. Söz konusu tümen, 57. Tümen. Daha sonra başına Albay Reşat Bey geçiyor. Çiğiltepe'ye yapılan taarruzun olumsuz seyretmesi üzerine intihar ediyor biliyorsunuz. Belki bu olmayacaktı, Mümtaz Bey tümeninin başında kalacak ve bu olumsuzluğa intihar dışında bir seçenek üretecekti, bilemeyiz elbette. Ama bunlar Ali İhsan Paşa'nın yarattığı olumsuzların sonucunda oldu bunu biliyoruz.
DEVAM EDECEK... Aydınlık