'CHP'nin FETÖ'ye teslim olduğu' iddiasında bulunduğu için CHP Ankara İl Disiplin Kurulu kararıyla partisinden ihraç edilen CHP eski Genel Başkan Yardımcısı Yılmaz Ateş savunmasını verdi

Çıktığı bir tv programında, “Terör Örgütü’nün 2010 yılında partimize kurduğu kaset komplosuna yönetim olarak dik duramadık. MHP dik durdu, Fenerbahçe dik durdu, kendilerini tebrik ediyorum. Bu konuda söz söylenemeyecek tek örgüt, CHP örgütüdür. Ama Genel Başkan Yardımcısı olarak içinde yer aldığım yönetim, mücadeleyi göze alamadı, terör örgütüne teslim oldu. İktidarı ile muhalefeti ile siyaset kurumu bu komploya teslim olmasaydı 15 Temmuz darbe girişimi olmazdı” diyen CHP’nin 12 Eylül dönemi Ankara eski Ankara İl Başkanı ve CHP eski milletvekili Yılmaz Ateş Çankaya İlçe Başkanlığı tarafından ihraç istemiyle Yüksek Disiplin Kurulu’na verilmişti.

Yılmaz Ateş “Elbette geçmişteki hizmetlerim bana dokunulmazlık kazandırmaz. Merkez Yönetim Kurulu, İl, İlçe yönetimleri beni Disiplin Kurulu’na sevk edebilir, sade üyeler isteyebilir, cezalandırılabilirim. Böyle bir işlemi saygı ile karşılarım. Fakat ‘uydur, kaydır, sahte, naylon” dilekçeler dolaşıma sokularak, Kurul üyelerinin şahsiyetlerini de zedeleyen, CHP geleneklerine, ahlakına, parti içi hukuka aykırı başlatılan ve yürütülen bu inceleme ‘bir kumpastır.’ CHP’ne kumpaslar kurulmuştur ama CHP kimseye kumpas kurmamıştır.  Cumhuriyet Halk Partisi’nde partililere kumpas kurulmasına izin verilmemeli” düşüncesi üzerine savunmasını yaparak bir “kumpas”tan söz etmesi dikkat çekti.

BU SÖZLER ELEŞTİRİ ÖZELEŞTİRİDİR

Savunmasında “Bu sözlerimin, içinde bulunduğum yönetime eleştiri–özeleştiriden öteye bir anlam taşımadığı açıktır” diyen Ateş, “Kaldı ki bu eleştirinin daha ağır olanlarını başta Sayın Genel Başkan olmak üzere, değişik kademelerdeki yöneticilerimiz ve Belediye Başkanlarımız tarafından televizyon ve kamuya açık toplantılarda yapılmıştır” diyerek, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmalarından örnek gösterdi.

Yılmaz Ateş, 13 Mart 2012 yılında, “AKP iktidarına karşı mücadele ederken, kendimi 1940’ların CHP iktidarına karşı mücadele ediyormuş gibi sanıyorum” şeklindeki sözünü, 18 Mayıs 2015’te Zaman gazetesindeki, “Türkiye 1930’lu yılların tek parti döneminden daha kötü” ifadelerini ve 17 Kasım 2019’da söylediği, “Devleti yönetmek, CHP’yi yönetmekten daha kolaydır” sözünü hatırlattı.

Yılmaz Ateş, Kılıçdaroğlu’nun Zaman gazetesindeki sözlerini örnek göstermesi dikkat çekti.

Ateş savunmasını, “Sade üyelerin bu partide eleştiriözeleştiri hakkı yok mudur” diye soran Ateş, “Hakkımda başlatılan inceleme,  demokrasiye, Cumhuriyet Halk Partisi geleneklerine, eşitlik ilkelerine, genel başkanlarımızın parti içi demokrasi tanımlamalarına aykırıdır” diyerek, “Ankara İl Disiplin Kurulu’nun hakkımdaki kararının ‘yok’ hükmünde olduğu inancındayım. Yok hükmünde olan, iki günde 30 yıllık üyelik haklarımı 80 gündür askıya alan bu kararın kaldırılmasını talep ediyorum” diye bitirdi.

YILMAZ ATEŞ’İN SAVUNMA METNİ

“22.10.2019 Tarihinde CNNTÜRK Televizyonu’nda katıldığım “Akıl Çemberi‘’ programındaki bazı sözlerim Ankara İl Yönetim Kurulu tarafından ‘’Partimize ağır ve gerçek dışı itamlar’’ şeklinde değerlendirilmiş; ‘’Tüzüğümüzün 68/1 maddesi b fıkrası gereği kesin ihraç cezası ve tedbirli olarak disiplin soruşturması açılması” kararı verilmiş, 25.10.2019 tarih ve 353 sayılı bildirimle “Yedi gün içerisinde yazılı açıklama yapmam” istenmiştir.

Ankara İl Başkanlığı’mıza 30.10.2019 tarihinde gönderdiğim yazılı Savunmada; söz konusu programdaki sözlerimin içinde yer aldığım yönetim hakkındaki eleştiri ve özeleştiriden ibaret olduğunu belirterek; “CHP, demokratikleşmeyi, düşünce özgürlüğünü savunan bir partidir. Genel Merkez yöneticilerimiz de zaman zaman öz eleştiri yapmaktadırlar. Sorun sözlerimde değil, sorun programın tamamını veya ilgili bölümünü izlemeden ekranlara çıkan yetkiliyetkisiz kişilerin yaptığı değerlendirmelerdir.” Dedim.

İl yönetimimiz bu açıklamamı yeterli görmeyip, kesin ihraç talebiyle tedbirli olarak Disiplin Kurulu’na, İl Disiplin Kurulu da bu talebe katıldığı için huzurunuza gelmiş bulunuyorum. İzninizle konuyu açmakta yarar görüyorum:

Sayın Başak Şengül’ün yönettiği programa altı stüdyo konuğu katılmış, Genel Başkan Yardımcımız Sayın Aykut Erdoğdu da telefonla bağlanarak görüşlerini açıklamıştır.

22 Ekim saat 21’de başlayan program, 23 Ekim saat 0.45’te bitmiştir. Aynı gün elektronik ortamda isimsiz ve imzasız bir dilekçe dolaşıma sokulmuştur. Bir partilimiz tarafından bana gönderilen dilekçe şöyledir:

Tarihsiz, imzasız dilekçeyi Whatsapp üzerinden 24.10.2019 saat 17:56’da İl Başkanımız Sayın Rıfkı Güvener’e gönderdim. İki dakika sonra cep telefonundan arayarak bu dilekçenin il tarafından mı hazırlandığını sordum, ‘’Hayır’’ dedi ve Disipline konu olacak bir durumun da olmadığını belirtti.

Bunun üzerine 12 Dakika sonra Hukuk’tan ve Örgütten sorumlu Genel Başkan Yardımcılarımıza WhatsApp üzerinden ayrı ayrı, imzasız, isimsiz dilekçeyi gönderip altına şu notu düştüm:

‘’Size ekte gönderdiğim dilekçenin Genel Merkezimiz tarafından organize edildiği söyleniyor. Bilginize sunmak istedim.” Her iki Genel Başkan Yardımcımızdan da dönüş olmadı.

25.10.2019 öğle saatlerinde arandığım sabit numaraya dönmem üzerine İl Sekreterimiz Sayın Feramuz Şaşkın, inceleme başlatıldığını ve ‘’yazılı bir şey‘’ göndermemi istedi. Ne istendiğini yazılı olarak bildirilmesini istemem üzerine söz konusu karar geldi. İnceledikten sonra saat 12:24’de cep telefonundan arayarak kararın ne zaman alındığını sordum. “Dün ( 24.10.2019 da ) alındığını” söyledi. Oysa İl Başkanımız, saat 18.00 dolaylarında böyle bir çalışmanın söz konusu olmadığını söylemişti.

Partimizin tarihinde belki örneği görülmeyen bu hızlı süreci özellikle dikkatinize sunmak istedim. Sanıyorum, bugün huzurunuzda bulunmam isimsiz, imzasız dilekçede cımbızlanarak alınan çarpıtılmış sözlerimden ötürüdür. Programın konusu ‘’Barış Harekatı ve Suriye’deki Gelişmeler’’di. 3 saat 45 dakikalık programın ‘’Terör Örgütlerinin Bölgemize, Ülkemize ve Demokrasiye Verdikleri Zarar’’ın tartışıldığı bölüm 42 dakika sürdü. ( Program Linki : https://www.cnnturk.com/tvcnnturk/programlar/akilcemberi/uzmanlarturkiyeverusyaninsuriyemutabakatiniakilcemberindeyorumladi)

Bu bölümde yaptığım konuşmanın özeti şöyledir:

“Terör Örgütü’nün 2010 yılında partimize kurduğu kaset komplosuna yönetim olarak dik duramadık. MHP dik durdu, Fenerbahçe dik durdu, kendilerini tebrik ediyorum. Bu konuda söz söylenemeyecek tek örgüt, CHP örgütüdür. Ama Genel Başkan Yardımcısı olarak içinde yer aldığım yönetim, mücadeleyi göze alamadı, terör örgütüne teslim oldu. İktidarı ile muhalefeti ile siyaset kurumu bu komploya teslim olmasaydı 15 Temmuz Darbe Girişimi olmazdı.”

Bu sözlerimin, içinde bulunduğum yönetime eleştiri – özeleştiriden öteye bir anlam taşımadığı açıktır. Kaldı ki bu eleştirinin daha ağır olanlarını başta Sayın Genel Başkan olmak üzere, değişik kademelerdeki yöneticilerimiz ve Belediye Başkanlarımız tarafından televizyon ve kamuya açık toplantılarda yapılmıştır. Sayın Genel Başkanın şu değerlendirmeleri çok çarpıcıdır:

“AKP iktidarına karşı mücadele ederken, kendimi 1940’ların CHP iktidarına karşı mücadele ediyormuş gibi sanıyorum.” (13 Mart 2012 Televizyonlar)

“Türkiye 1930’lu yılların tek parti döneminden daha kötü.” (18 Mayıs 2015 Zaman Gazetesi)

“Devleti yönetmek, CHP’yi yönetmekten daha kolaydır.” (17 Kasım 2019 Televizyonlar.)

Çok sayıdaki örnekleri sıralamak mümkündür; benzer örneklerin hafızalarınızda olduğunu da sanıyorum.

CHP’nin “Demokratik Geleneği” Avrupa ve ABD ile kıyaslanmayacak kadar köklüdür. Birinci Dünya Savaşıyla yıkılan Osmanlı İmparatorluğunun yönetimi emperyalist güçlere teslim olmuştu. Osmanlı enkazı üzerinden Mustafa Kemal önderliğinde Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kazanarak, Demokratik, Laik, Sosyal Hukuk Devleti Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran önder bir partidir Cumhuriyet Halk Partisi.

Osmanlıda ‘’Teba’’ olarak görülen halk, Türkiye Cumhuriyeti’nde  “EşitÖzgür Vatandaş” statüsü kazanmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, döneminde hazırlanan iki Anayasa’ya ‘’Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir’’ ilkesini yerleştirerek, Anayasalarımızın değişmez maddesi olarak tarihe kazınmıştır.

“Eşit ve özgür vatandaş” olmanın en önemli göstergesi, ‘’eleştiri – özeleştiri” mekanizmasının, sivil toplum kuruluşlarında, siyasi partilerde ve siyasal iktidara yönelik işlemesi, işletilebilmesidir. Bu ilke; demokrasinin gelişmesinde, demokratik yönetim ve demokratik toplumun yaratılmasında, yaşatılmasında en etkili role sahiptir.

1900’lü yıllarda, bugün bize demokrasi dersi vermeye kalkan Avrupa Ülkeleri; İtalya, Portekiz, Almanya, Fransa, İspanya Faşizme kayarken, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğindeki Türkiye, çok partili siyasal sisteme, demokrasiye geçmeye çalışıyordu. Tek parti yönetiminde bağımsız adayların seçilmesi, ayrı gurup kurmaları sağlanmıştır. Bugünkü anlamda katılımcı bir demokrasiyi kurmaya çalışmıştır.

Birinci Genel Başkanımız Mustafa Kemal Atatürk 1931 yılında yapılan 3. Olağan kurultayımızda;

Partide bir yanlışı, bir eksikliği gördüğünüz zaman, kayıtsız şartsız eleştireceksiniz. Yapılan herhangi bir yanlışa müsamaha göstermek son derece yanlıştır. Mahsuru faydasından büyük olur. ‘’ diyerek eleştirinin önemini vurgulamıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu değerlendirmesinin altında sanırım Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında gündüz cephede gösterdiği direnç, gece Türkiye Büyük Meclisi’nde muhalefet eden milletvekillerinin eleştirilerine tahammülü ve bu tahammülün getirdiği başarı yatmaktadır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin demokratik temelleri, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı Türkiye Büyük Millet Meclisi’yle beraber yürütürken atılmıştır.

1900’lü yılların ilk çeyreğinde diktatörlerin yönettiği Avrupa’daki demokrasiye ilişkin ünlü sosyolog Max Weber’in değerlendirmesi Mustafa Kemal’in ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nin demokrasi farkını çok net ortaya koymaktadır.

Weber Avrupa’da uygulanan demokrasiyi şöyle tanımlamaktadır:

‘’Demokraside halk güvendiği bir önder seçer. Seçilen Önder, ‘Şimdi sesinizi kesin ve bana itaat edin’ der. Artık halk ve parti onun işine karışamazlar.‘’

Dünya’nın hiçbir yerinde tek parti, kendi iradesi ile iktidarını halka sunup, halkın iradesiyle muhalefete geçmemiştir. 1950 seçimlerini yenilgi olarak gösteren çevrelere ulusal kahraman ikinci Genel Başkanımız Sayın İsmet İnönü, “Hayatımın en büyük zaferidir.” Cevabını vermiştir.

Modern Türkiye’nin kurucusu CHP’nin Genel Başkanları hayatları boyunca bu ilkelerin önderliğini yapmışlardır. 3. Genel Başkanımız Sayın Bülent Ecevit, parti yönetiminin ağır baskılarına karşılık partililere şöyle seslenmiştir:

“Özgür bir partinin özgür bireyleri mi, yoksa kapıkulu mu olacağız? ‘’

Ve Cumhuriyet Halk Partililer özgür bir partinin özgür bireyleri olmayı tercih etmiştir. Kimse veya mevcut yönetim çıkıp Ecevit’e “Bize diktatör, partililere köle dedin, seni disipline veriyoruz.” Dememiştir.

Bugünkü Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhuriyetin 96. yılında şu değerlendirmeyi yapmıştır:

‘’Cumhuriyetimizin 100. yılına giderken, doğmalardan ve ön kabullerden arınmış, özeleştiriden korkmayan ve hatta toplumsal mutabakata dayalı yeni bir tarih okumasına imkan tanıyan bir dönemi başlatmalıyız. Biz hazırız!’

Peki şimdi Sayın Genel Başkana, “Hayır biz öz eleştiri yapmayız, yaptırmayız mı” demek isteniyor, sade üyelerin bu partide eleştiriözeleştiri hakkı yok mudur?

SHP’den başlayarak CHP’de devam eden 31 yıllık siyasi hayatımın 20 yılı yöneticilikle geçti. Mahalle delegeliğinden başlayarak Ankara İl Sekreterliği, İl Başkanlığı, Parti Meclisi Üyeliği, üç dönem milletvekilliği, TBMM Başkanvekilliği, Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adaylığı, Genel Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulundum.

Siyasi hayatımdan önce gazetecilik ve STK yöneticiliği dönemlerimde de (12 Eylül askeri rejimi de dahil) özgürlükleri kısan, demokratik kanalları daraltan uygulamalara karşı durdum. Bu mücadeleyi siyasi hayatımda da sürdürdüm.  Kenan Evren’in ‘’Abdülhamit’ de aydındı ama vatan hainiydi. Bunlar da vatan hainidir.” diye tanımlayıp Sıkıyönetim Askeri Savcılarına yargılattığı 1.251 kişiden biriyim. Evren’in bu iddiasını demokrasi mücadelesinin “Onur Belgesi” olarak gördüm.  Askeri Savcılar, askeri rejim liderine boyun eğmedi, hakkımızda takipsizlik kararı verdi.

Genel Başkanı olduğum Çağdaş Gazeteciler Derneği, 12 Eylül Faşizminin askeri mekanda işkence ile öldürdüğü Sol Yayınları’nın sahibi Sayın İlhan Erdost’a 1980 sonunda “Yılın Yayıncısı” ödülünü verdi. Sıkıyönetim komutanın hakaret ve tehditlerine arkadaşlarımla boyun eğmedik, geri adım atmadık.

2005 yılında Van 100. Yıl Üniversitesi Rektörü’ne kurulan kumpasın “Fetö uygulaması olduğu” teşhisini ilk koyan parti heyetimizin başkanıydım. “İBDAC terör örgütü üyesi olduğum” iddiasıyla telefonu dinlenen ilk kişilerden biri oldum.

Hayatım boyunca Türkiye’nin kuruluş, kurtuluş felsefesine, Demokratik Laik Cumhuriyet İlkelerine, halkın iradesine saygılı yaşadım. Bu değerlerimizi tehdit eden uygulamalara karşı çıktım. Terör örgütlerine karşı; ülkemin birliğinden, bütünlüğünden, insan hak ve özgürlüklerinden, demokrasiden yana oldum. Yöneticiliğini yaptığım örgütlere ve partime sızmalarına seyirci kalmadım, mücadele etmeyi tercih ettim.

Bu tercihim aynı zamanda meslek ve siyasi örgütlerimin de tercihiydi. 1 Mart 2003’te AKP iktidarının işbirliği yaptığı ABD’nin dayatma ve baskılarına boyun eğmeyerek Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden tezkereye “Hayır” dedik.

Bizim “F Tipi Örgütlenme” dediğimiz, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra “Fetö Terör Örgütü Paralel Devlet Yapılanması” adı verilen örgütün Devleti nasıl ele geçirmekte olduğunu 15.02.2007 tarihinde CHP Gurubu olarak TBMM Başkanlığı’na verdiğimiz Meclis Soruşturması Önergesi’nde yer almaktadır. Bu önerge tarihi bir belgedir.  Dönemin Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal ile şuan ki Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun imzalarının da yer aldığı Önerge; Müsteşarlık, Genel Müdürlük, Daire Başkanlıkları, Şube Müdürlükleri ve yardımcılıkları, nasıl ele geçirdiklerini tek tek isim vererek açıklamaktadır.

Bu isimlerin başta Necip Hablemitoğlu, Hrant Dink, Rahip Santora cinayetlerindeki rollerini ortaya koymakta; Cumhuriyet Gazetesi ve Danıştay saldırılarına ışık tutmaktadır. Bu yapılanmaya göz yumdukları için dönemin Başbakanı ile İçişleri Bakanı hakkında verilen önerge ne yazık ki AKP oylarıyla ret edilmişti. Ret edildi ama Türkiye çok ağır bedeller ödedi, ödemeye de devam ediyor.

Dikkatlerinize sunduğum üzere; makam, mevki için CHP’ne gelmiş biri değilim. Özel, meslek ve siyasi hayatım, yaşam ilkelerim, dünyaya bakışım, demokrasi anlayışım, Cumhuriyet Halk Partisi değerleri ile önemli ölçüde örtüştüğü için Cumhuriyet Halk Partisi’nde bir nefer olarak yer aldım.

Huzurunuza gelmeme neden olan İl Disiplin Kurulu kararı benim içinde, partim içinde tıpkı “Makamından Atatürk’ün fotoğrafını indiren Milletvekili”, “Saraya giden CHP’li” olaylarındaki süreç gibi incitici ve acı vericidir.

İl Disiplin Kurulu’nda 13.11.2019 saat 14.30’daki savunmamdan sonra yapılan oylamaya katılan 8 üyeden 4’nün İl Yönetimi’nin talebi yönünde, 4 üyenin de reddi yönünde oy kullandığı görülmüştür. Bu kararla; Tüzüğümüzün 70. Maddesinin 7.fıkrasına göre hakkımda istenen ceza ret edilmiştir. Ertesi gün (14.11.2019) Disiplin Kurulu Başkanı Sayın Canip Kara’yı arayıp “Bundan sonra ne yapacaklarını” sormam üzerine, “Efendim bir – iki gün içinde yeniden toplanıp bir değerlendirme yapacağız.” dedi. Fakat tarafıma gönderilen metinde kararın 13.11.2019 tarihinde alındığı belirtilmektedir. 24 sat içinde ne olmuştur ki, karar 7’ye bire dönüşmüştür. Hangi eller, hangi güçler nasıl bir rol oynadı ki, saygın bir kurul, gerçek dışı beyanda bulunarak 14 Kasım’da alınan karar, 13’ünde alınmış gibi gösterilmiştir.

Kurulunuzun bunu ortaya çıkarmasını diliyorum. Ortaya çıkarılmalıdır ki; yargı bağımsızlığı için verdiğimiz “Hak, Hukuk, Adalet” mücadelemizin samimiyetine milletimizi inandırabilelim.

Partinin yürütme organı, parti içi yargının saygınlığını korumak durumundadır. Sayın Genel Başkanın sık sık “Kulağından tutar atarım. Kapının önüne koyarım.” Söylemleri, yürütmeyi de yargılama yetkisine sahip Yüksek Disiplin Kurlu ile İl Disiplin Kurullarımızın saygınlığına ve kararlarına gölge düşürmektedir. Son yapılan Parti Meclisi toplantısında konu ile ilgili tartışma sırasında ”Benim Sayın Genel başkanı arayıp görüştüğümsavunmamı gönderdiğim, Sayın Genel Başkanın okuduğunu ve önemli bir şey görmediği.” şeklindeki beyan doğru değildir. Kamuoyuna yansıması üzerine bana sorulduğunda, “Sayın Genel Başkanı aramadım, aranmadım, savunmamı göndermedim.” dedim. Üzüldüm ama şahıslarınıza ve kurulumuza olan saygım, bu açıklamayı yapmamı zorunlu hale getirdi. Çünkü; bu konuyu görüşecek makam Yüksek Disiplin Kurulu’dur. Her partilinin bu yetkiye saygı duyması partili olmanın gereğidir. Cezalandırma yetkisi disiplin kurullarınındır.

Elbette geçmişteki hizmetlerim bana dokunulmazlık kazandırmaz. Merkez Yönetim Kurulu, İl, İlçe yönetimleri beni Disiplin Kurulu’na sevk edebilir, sade üyeler isteyebilir, cezalandırılabilirim. Böyle bir işlemi saygı ile karşılarım. Fakat “uydur, kaydır, sahte, naylon” dilekçeler dolaşıma sokularak, Kurul üyelerinin şahsiyetlerini de zedeleyen, CHP geleneklerine, ahlakına, parti içi hukuka aykırı başlatılan ve yürütülen bu inceleme “bir kumpastır”. CHP’ne kumpaslar kurulmuştur ama CHP kimseye kumpas kurmamıştır.  Cumhuriyet Halk Partisi’nde partililere kumpas kurulmasına izin verilmemelidir.

Cumhuriyet Halk Partisi ve partililerin tarihten gelen hassasiyetleri vardır. CHP ve kuruluşunda önderlik ettiği Demokratik, Laik, Sosyal Hukuk Devleti Türkiye Cumhuriyeti; iç ve dış düşmanlara rağmen 97 yıldır yaşıyorsaki sonsuza kadar yaşayacaktır bilinmelidir ki, bu hassasiyetlerimizin toplumun büyük kesimleri tarafından benimsenmesinin katkısı büyüktür. Bu duyarlılığımızı yitirmemeliyiz.

Hakkımda başlatılan inceleme, demokrasiye, Cumhuriyet Halk Partisi geleneklerine, eşitlik ilkelerine, genel başkanlarımızın parti içi demokrasi tanımlamalarına aykırıdır.

Bu iddia ve talep, 1900’lü yılların başındaki Avrupa demokrasi anlayışını hatırlatır.

Ve bu iddia ve talep ‘’ Fetö Terör Örgütü iyi ki komplo kurdu, iyi ki 2010’da Anayasa değiştirilerek yargıyı ele geçirdi, İyi ki 15 Temmuz Darbe Girişimine kalkıştı.”  Anlayışında olan çevrelere pirim ve cesaret verir. Bu iddia “Eleştiri ve özeleştiriden korktuğumuz” algısını yaratır. Partimizin bu zan altına sokulmayacağına inanıyorum.

Ankara İl Disiplin Kurulu’nun hakkımdaki kararının “yok” hükmünde olduğu inancındayım. Yok hükmünde olan, iki günde 30 yıllık üyelik haklarımı 80 gündür askıya alan bu kararın kaldırılmasını talep ediyorum.

Olayın asıl üzücü tarafı şudur:

İsimsiz, imzasız bir anlamda faili meçhul olan ve beni “partime ihanet etmekle” suçlayıp ilan eden bu dilekçenin partimizin bir kısım organlarından geçerek bu aşamaya gelmesidir. Bu ülkenin demokrat aydınlarını, bu ülkenin geleceği olan öğrencilerini, İşçi sınıfının devrimci önderlerini, bu partinin Kayseri, Nevşehir, Gümüşhane İl Başkanlarını katledenleri;  Sivas katliamının sanık ve savunucularını “Kardeş”, bu ülkenin temellerine hendekler kazılarak, bomba koyup katliam yapanlar “Arkadaş” ilan edilirken görev yaptığım döneme ilişkin  özeleştiriden ötürü parti içinde yargılanmam vicdanlarınızı rahatsız etmiyorsa lütfen bu savunmamı da dikkate almayınız.

Takdir, partimizde Anayasal Sistemimizin ‘’Güçler Ayrılığı ’’ ilkesindeki yüksek yargı görevini yapan Yüksek Disiplin Kurulu’muzundur.

Hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.”