Haklı olarak yatıyoruz kalkıyoruz koronavirüs. Şu an evde hapis hayatı yaşıyoruz. Allah’tan ailemiz yanımızda, telefon, internet her şey tamam. Bol kitap okuyoruz. Yine de sıkılıyor insan. Ee ne yapalım, yazmaya devam.

Uzunca bir süredir yazacağım bir konuydu, yazamamıştım. Bu vesile onu da sizinle paylaşayım.

Yıl 2009. Aylardan sanırım Ekim. O dönem Jandarma Genel Komutanlığında görevliyim. Ergenekon kumpası bütün haşmetiyle sürüyor.

Bu süreçte; FETÖ’nün öncülüğünde, liboş tayfanın büyük katkıları ve hükümetin siyasi desteğiyle, TSK’ya karşı korkunç bir psikolojik harp faaliyeti sürdürülüyor. Sonrasında hepsinin Fetullahçı örgüt tarafından işletildiği anlaşılacak olan internet sitelerinden TSK personeline özellikle bel altı saldırılar devam ediyor…

Belli ki TSK içerisinden “birileri” bu sitelere bilgi sızdırıyor… O zamanlar, “birilerini” tahmin ediyor ama somutlaştıramıyoruz…

ÇALAN TELEFON VE…

İşte o günlerde telefonum çaldı. Arayan, karşı köylüm, benden oldukça kıdemli ve yeni emekli olmuş bir albaydı.

Telefonda, “Tanıdığı bir arkadaşının kendisini aradığını, halen Jandarma Okullar Komutanlığında öğrenim gören bir uzman çavuş öğrencinin çok önemli bir konuda bilgi vermek istediğini, ancak korktuğunu, yardımcı olunup olunamayacağını sorduğunu” ifade ederek, “benim de aklıma sen geldin” dedi.

Görevimin cari istihbarat ile ilgisi yoktu. Ama çocuk korktuğuna göre herhangi bir görevliyle görüşmezdi. Ben de “En iyisi siz konuşun, notlar alın, ben onu bilgi notu yapar, arz ederim” dedim.

Öyle yaptık. Birkaç gün sonra emekli albayım yanıma geldi, çocukla görüştüğünü ifade ederek, aldığı notları benimle paylaştı. Aldığı notlar yani öğrencinin anlattıkları o zaman için şok ediciydi. O zaman için öğrencinin adını bilmiyordum. Korktuğu için adının bilinmesini istememiş.

Notlarda, o zamanki ismiyle “cemaat”ten bahsediliyordu. Çok somut şeyler anlatıyordu bu 17 yaşındaki genç.

Konya’nın Akşehir İlçesinde ‘cemaate’ ait bir eve gittiğini, orada yoğun biçimde ders çalıştırıldığını, zaten kendisinin de başlangıçta ders çalışmak amacıyla arkadaşlarının tavsiyesiyle o evlere gitmeye başladığını, ilerleyen aşamada askeri okul sınavlarına girmeleri için ikna edildiklerini, sınava girdiklerinde soruların hemen hemen hepsinin evde çalıştıkları yerlerden çıktığını, bu sebeple de yüksek puanlar aldıklarını, sonraki süreçte mülakatta nasıl davranmaları gerektiğiyle ilgili uygulamalı çalışmalar yaptıklarını, sonuç olarak da ‘cemaat’ evinde birlikte ders çalışanların hepsinin Jandarma uzman çavuş öğrencisi olmaya hak kazandıklarını” ifade ediyordu.

Anımsadığım kadarıyla söz konusu eve gidip, askeri öğrenci olan 10 kişinin adı yazıyordu notta.

‘HEPİMİZE İŞLEM YAPILSIN’

Bunları anlatma gerekçesini de şöyle ifade etmiş; “Okulu kazandıktan kısa bir süre sonra ilçeden ‘Abi’ geldi. O hafta sonu buluştuk. Durumumuzu sordu. Sonra da her 15 günde bir geleceğini ve kendilerinden bilgi isteyeceğini söyledi. Sonrasında her 15 günde bir aksatmadan geldi.

Bu gelişler başlayıncaya kadar her şeyi normal görüyordum. Ancak ‘Abi’ bizden askeri bilgiler istemeye başladı. Komutanların durumlarını, olanı biteni ne varsa bildireceksiniz diyordu. Açıkça bizden askeri okulla ilgili istihbarat toplamamızı istiyordu.

Anladım ki bunlar resmen gizli bir örgüt. Devlete sızıp bilgi almaya, sonrasında da ele geçirmeye çalışıyorlar. Bunlar iyi niyetli değil. Ben devletimizi, komutanlarımızı ikaz etmek istiyorum. Anladığım kadarıyla bizden başka da çok sayıda bu örgütün kontrolünde öğrenci var. Ancak ben sadece aynı evden geldiklerimi tanıyorum.

Devlet ve askeriye tehlikede. Beni öğrenirlerse başıma kötü şeyler gelebilir. İşlem yapılacaksa hepimize yapılsın! Bunlardan kurtulmak istiyorum.”

Düşünün, yıl 2009. Devletin içinde çok az kişi o zamanki adıyla “cemaat” tehlikesini somutlaştırabiliyor. Siyasi iktidar onları “alnı secdeye değen çocuklar” görüyor, devlet içinde istediklerini yapıyorlar. Ergenekon’da yaptıkları kumpaslar o kadar açık ki. Buna rağmen inanılmaz bir algı operasyonuyla kamuoyunu manipüle edebiliyorlar.

Güçlerinin zirvesindeler…

Ve 17 yaşındaki bir genç, “Bunlar devleti ele geçirmeye çalışan gizli örgüt, tedbir alın!” diyor. Ne büyük öngörü, cesaret, feraset!

Neyse, ben notları düzenleyip bilgi notuna çevirdim ve amirim olan İstihbarat Başkanına arz ettim. Konuyu sonra kurmay başkanına, müteakiben de Jandarma Genel Komutanımıza arz ettik.

Dönemin Jandarma Genel Komutanı, kurmay başkanına dönerek; “Anlaşılıyor ki birileri soruları alıyor. Buna hemen tedbir alın. Bu ifadenin diğer gereklerini de yerine getirin” minvalinde şeyler söyledi.

SONRASINDA NE OLDU?

Benim görevim bitmişti. Resmi görevim olmasa da bana gelen bir bilgiyi ilgililerine arz etmiştim. Ben kendi işlerime yoğunlaştım. Sonrasında ne olduğunu haliyle bilmiyorum.

Bildiğim tek şey bu olaydan 3,5 ay sonra Balyoz kumpası kapsamında tutuklanmam oldu.

Sonraki süreç kamuoyunun malumu. Yaklaşık 4 yıllık cezaevi sürecinden sonra 2014 Haziran’ında tahliye, 2015’te ise beraat ettim.

Yaşadıklarımızın yoğunluğundan bu olayı unutmuş gitmiştim. Ta ki 15 Temmuz sonrası aldığım bir telefona kadar…

Arayan, yukarıda bahsi geçen 2009’daki emekli albaydı. Hoş beşten sonra “2009 yılında söylediklerini not alarak sana getirdiğim çocuk vardı ya, onu FETÖ’den tutuklamışlar” dedi.

Hemen hatırladım. Demek o zaman hiçbir şey yapılmamıştı. Çocuk da bunlara boyun eğmiş, yoluna devam etmiş diye düşündüm.

Yazık olmuş, ne yapabilirim?” diye sordum. “Gerekirse ifade verir misin?” dedi. “Elbette” dedim, “2009 yılında bize ifade ettiklerini aynen söylerim.”

KÖY OKULUNDAKİ ‘ABİ’

Hala tanımıyordum onu. Ama olsundu. Doğrunun yanında olmak karakterimizin ve vicdanımızın gereğiydi.

Dava Kocaeli’ndeydi. Savcı mütalaasını bile vermişti. İstediği örgüt üyeliğinden ceza idi. Aile canhıraş biçimde sözünü ettiğim albayıma, o da bana ulaşmıştı.

2019’un yani geçen yılın Kasım ayında kalktık Kocaeli’ne gittik. 2009’da tanımadığım, ismini dahi bilmediğim, ancak devletin koca koca makamlarını işgal edip bu büyük tehlikeyi görmeyenlere inat, kendini feda edercesine ta 17 yaşında bizi ikaz eden ve artık astsubay olan Nebi A’yı orada yani 10 yıl sonra tanıdım.

Ayaküstü konuştuk. 2009 sonrasında neler yaşadığını sordum. “Hiçbir şey olmadı, ne soruşturma, ne başka bir şey. Ama ben bunlardan hep kaçmaya çalıştım” dedi.

Siirt’e tayin olmuş. Katıldığının haftası santralden aranmış. Telefondaki ses oldukça üst perdeden Siirt’te kendisinden sorumlu “Abi” olduğunu, bundan sonra belirli periyodlarla buluşacaklarını söylemiş. Bakın ondan sonra neler yaşamış? Tam ibretlik!

Bir türlü kurtulamıyordum. Ne yapacağımı bilemiyordum. Kurtulmak için, hatta kendimi de attırmak pahasına dolaylı da olsa size ulaşmıştım. Ama hiçbir şey değişmemişti. Şimdi elimde tüfek, belimde tabanca vardı ama o kadar çaresizdim ki.

Yine de o “Abi” ile hiç buluşmadım. Devamlı “operasyondayım, dışarı çıkmamıza izin verilmiyor” vb diye mazeret sundum. Bir süre sonra da telefonlarına cevap vermemeye başladım. Cevap vermeme olayından kısa bir süre sonra büyükçe bir köy karakoluna tayinim çıktı. Sürpriz olmuştu. Çünkü tayin dönemi filan değildi. Gittiğim köyde okul da bulunuyordu.

Katıldıktan kısa bir süre sonra Cuma namazına gitmek için sivil giyinip karakoldan çıktım. Biraz gitmiştim ki kolumdan bir sivil tuttu. Ne oluyor demeye kalmadı, ben Siirt’te senden sorumlu ‘Abin’ dedi. ‘Sana kaç kere ulaşmaya çalıştım. Belli ki kaçıyorsun. Ulaşamayınca işte böyle yakınıma getirdim seni’ deyiverdi. Köydeki okulda öğretmenmiş! Düşünün adamlar yukarıdan işi bağlıyorlarmış. Örgütün gücünü bir kez daha anladım.”

İşte böyle! Bu tayinleri yapanlar incelendi mi, ortaya çıkartıldı mı bilmiyorum, yapıldığını da zannetmiyorum, ama yapılmalı ki örgüt sızdığı kılcal damarlardan atılsın değil mi!

Neyse, biz Kocaeli’ndeki mahkemeye dönelim.,

ASIL SUÇLU YA DA SUÇLULAR KİM?

Tanıklığımız kabul edildi. Önce birlikte gittiğimiz albayım ifade verdi. Sonra da ben. 2009’da yaşananları anlattım.

Savcının bir sorusu üzerine de; “Bakın Sayın Savcım, Sayın Heyet. Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz. Bu örgütün ne melun bir yapı olduğunu çoğunluk 15 Temmuz 2016’dan sonra gördü.

Öncesinde, özellikle 12 Eylül’den beri hemen hemen tüm siyasi aktörlerin desteğini almış; vatandaşın bir kısmının himmet, bir kısmının kestiği kurbanın derisini verdiği; kiminin çocuğunu okuluna, kiminin dershanesine gönderdiği; bütün sosyal katmanların hatta dine mesafeli olan yapıların bile kamuoyundaki algı nedeniyle ‘namazında niyazında, dünyaya Türkçe öğreten, eğitime katkı veren, pürü pak insanlar’ olarak gördüğü bir yapıdan bahsediyoruz.

Hal böyleyken kendisini burada tanıdığım Nebi A. bu yapının gizlilik içinde hareket ederek, devleti ele geçirmek üzere sıkı bir şekilde örgütlendiğini görmüş, risk alarak güvendiği birilerine bilgi vermiştir. Ve bu bilgiler, olabilecek en yüksek makama, yani rütbesi orgeneral olan Jandarma Genel Komutanına kadar iletilmiştir. Dikkatinizi çekerim yıl 2009’dur.

Nebi, bu yapının melanetini ortaya koymak için ta 17 yaşında adeta çırpınmıştır. Bu çırpınma karşısında, devletin koca koca makamlarını işgal edenler ne yapmıştır? Kocaman bir hiç!

Sorayım size Nebi’nin yerinde siz olsanız ne yapardınız?

Suçlu arıyorsanız, bu Nebi olamaz! Suçlu bunca bilgiye rağmen, bu örgütle mücadeleyi savsaklayanlardır. Devletin kılcal damarlarına girmiş, devletin gücünü kullanan, bütün kesimlerden destek alan bu yapının geçmişten bugüne önünü açanlardır suçlu!

Nebi’ye, bırakın suçlamayı, devlet övünç madalyası verilmeli, heykeli dikilmelidir!”

Böyle bitirdim konuşmamı. Derin bir sükût kapladı mahkeme salonunu. Kısa bir süre sonra çıkabileceğimi söylediler.

SONRASI MI?

Sayın Savcının bizi dinledikten sonra mütalaasını değiştirdiğini ve Nebi ile ilgili beraat istediğini duydum. Umarım mahkemede bu talebe uyar ve bir masum haksız yere ceza almamış olur.

Bu benim tanık olduğum, sadece bir olay.

Peki, bütün yetkililere ve topluma sormak istiyorum. Kaç Nebi A. gibi bu melanet örgütten kurtulmak için çırpınan ama kurtulamayan çocuğumuz, gencimiz vardır sizce?

Fetullahçı örgütle yediği içtiği ayrı gitmeyenler elini kolunu sallayıp gezerken, Nebi A. gibi bizim ihmallerimiz nedeniyle bu melanet örgütün kucağına düşmüş ama kurtulmak için çırpınan çok sayıda çocuğumuz olduğunu düşünüyorum. Onları kurtaralım. Bunun için kapsamlı projeler hazırlayalım.

Bu devlet olmanın da insanlığımızın da vatanseverliğimizin de bir gereğidir. Var mısınız?


veryansıntv