Yargı reformuna ilişkin çalışmalara son sürat devam edildiğine ve bu konuda onlarca çalıştay ve toplantı düzenlendiğine ilişkin haberleri, yazılı ve görsel basında sık sık okuyor ve izliyoruz. Haberlerde, çalışmaların özellikle “adil yargılanma hakkının güçlendirilmesi, özel hayatın güvence altına alınması, mülkiyet hakkının daha etkin korunması” gibi konularda yoğunlaştığı ve yaklaşık 128 kanunda bazı değişiklikler öngördüğü haberlerde ifade ediliyor.

Adil yargılama hakkının güçlendirilmesine paralel olarak, yargı bağımsızlığının daha da güçlendirileceğini umuyorum. Aslında ülkemizdeki yargı ile ilgili sorunun temelinde, “yargının tam anlamıyla bağımsız olmadığı ve iktidarın yargıyı yönlendirdiği” yönünde kamuoyunda yaygın bir kanaatin bulunması yer alıyor.

Bu kanaatin ortadan kaldırılması için reform paketinde yer alması gereken önemli husus; hâkim ve savcı atamaları ile Yargıtay ve Danıştay’a üye seçimlerinde, siyasetin etkisini azaltan ve belirli esaslara bağlayan bir sistem oluşturmanın yanı sıra hâkim ve savcılara kürsü dokunulmazlığını da kazandırmak.

Özetle hâkim ve savcıları, bir karar verirken, sadece vicdanları ile baş başa bırakmak. Onlara “Biz böyle karar verirsek, başımıza bir şey gelir mi?” endişesi yaşatmamak.

Bu temel sorun çözüldüğü takdirde, yargılamaların daha adil olacağına ve kısa sürede sonuçlanacağına da yürekten inanıyorum. Çünkü liyakat, her alanda olduğu gibi, yargı alanında da çok fazla öneme sahip. Eğer liyakat sorununu çözebilirseniz, Ünye’de olduğu gibi, yanlış yere park ettiğine ilişkin savcının aracının camına not kâğıdı bırakan kişinin, göz altına alınmasına da engel olabilirsiniz.

Kısa sürede çözebilirler mi bilemiyorum; ama, yargıyı olumsuz etkileyen bir sorun da “yetersiz iddianameler” sorunu. Bazı iddianameler ne yazık ki kolluk fezlekeleriyle bire bir aynı, yani cumhuriyet savcısı kolluk fezlekesine sihirli bir dokunuş yaparak, bunu hukuki ve anlaşılabilir bir iddianameye çevirmiyor, delillerin hukuki olup olmadığını göz önüne almıyor ve sanık lehine olan delilleri hiç değerlendirmiyor. Hal böyle olunca, bir kör dövüşü şeklinde geçen uzun yargılama sonucunda verilen kararlar da hukuki olmaktan biraz uzak oluyor. Yargılamalara yetersiz iddianamelerle başlanmasının bir sonucu da uzun tutukluluk sürelerine yol açması oluyor. Kısacası iyi bir iddianameyle işe başlanmadığı için, yargılama süreci başından sonuna kadar sıkıntılı işliyor.

 İfade özgürlüğünün geliştirilmesinin ve basının daha özgür bir yapıya kavuşturulmasının, yargı reformlarında her zaman aranan bir kriter olduğunu bildiğimiz için, bu yargı reformu paketi içerisinde de olacağını düşündüğümüzü söylemek isterim. Ancak ne seviyede kalacağı ve tarafları, özellikle de AB’yi tatmin edip etmeyeceğini de göreceğiz.

Yargı reformunda bence yer alması gereken bir önemli konu da idarenin eylem ve işlemlerine karşı vatandaşın daha özenle korunması. İçişleri Bakanlığı başta olmak üzere, bazı kurumların hukuki olmayan eylem ve işlemleri, vatandaşı ve özellikle kurum çalışanlarını zor durumda bırakıyor. Bu nedenle idarenin; hesap verebilir bir yapıya dönüştürülmesi, keyfilikten uzaklaşması, kamu yararını amaç edinmesi, takdir yetkisi başta olmak üzere tüm eylem ve işlemlerini de hukuki gerekçelere dayandırması gerekiyor.   

Ayrıca, idari yargıda hukuk fakültesi mezunu idari hâkim sayısı için, en az 3/4 gibi bir oran belirlenmeli ve bu oranın korunması için gerekli yasal ve idari düzenlemeler de yapılmalıdır.

Şimdi gelelim vatandaş için ciddi bir mağduriyete yol açan ve yasal düzenleme yapılması gerektiğini düşündüğüm konuya; bir yerde hoşunuza giden bir karikatür, şiir veya bir edebi metin bulup, bunu sosyal medya hesaplarınızda veya internet sitelerinizde yayınlayabilirsiniz. İşte yaptığınız bu yayın üzerine, hakkınızda bir ceza davası açılabilir ve tazminat taleplerine de muhatap olabilirsiniz. Bu eyleminizi hatayla yapmış olsanız, yani suç işleme kastınız olmasa bile, bunu ispatlamadığınız sürece yasal sorumluluğunuz devam eder.

Fikir ve sanat eserleri sahiplerini korumak amacıyla haklı gerekçelerle çıkarılan 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunun (FSEK) 71’inci maddesi; bir eseri hak sahibi kişilerin yazılı izni olmaksızın, ses ve görüntü nakline yarayan araçlarla, umuma ileten kişilerin bir yıldan beş yıla kadar hapis ve adli para cezası ile cezalandırılması öngörülmektedir.

Fikir ve sanat eseri sahiplerinin korunması çok yerinde olup, bu şekilde yasal düzenlemenin de bulunması normal olarak değerlendirilmelidir. Ancak burada önemli olan, söz konusu paylaşımın ticari bir gaye ile yapılıp, yapılmadığı ve paylaşımı yapanın bir gelir elde edip etmediği olmalıdır. Eğer bir ticari gelir elde etme amacıyla yapılmışsa, buna ilişkin bir telif ücreti talep edilmesi çok doğaldır.

Sorun, bu yasal düzenlemeyi bilmeden ve ticari bir amaç gütmeden sırf eğlence olsun diye vatandaş tarafından yapılan paylaşımlardır. Bu paylaşım sonucunda, eser sahibince savcılığa yapılan suç duyurusu neticesinde vatandaş, hakkında açılan soruşturma ve kovuşturmalarla karşı karşıya kalmaktadır. Bazı eser sahipleri tespit ettikleri bu paylaşımlar nedeniyle, uzlaşma aşamasında oldukça yüksek rakamlarda telif veya yargılama sonucuna göre tazminat talep etmektedirler. Bu konu, bir kısım eser sahibi için hakkın korunması adı altında, gelir getirici bir işleme dönüştürülmüş gibi algılanabilir. 

Bu konuya ilişkin, son dönemde basın yayın organlarında sıkça bazı haberler de görmekteyiz. Dolayısıyla bir yasayla fikir ve sanat eseri sahibini korurken, bilmeden ve kastı olmadan hareket eden bazı vatandaşları da mağdur etmemiz mümkün görünüyor.

Peki çözüm önerisi ne olabilir? Fikir ve sanat eseri sahibi korunurken, suç işleme kastı olmayan vatandaş da korunabilir mi? Yasada zaten olan bir madde hükmünün biraz daha uygulanabilir hale getirilmesi ile her iki kesiminde korunması mümkün görünüyor.

Fikir ve Sanat Eserleri Kanunun Ek Madde 4’e göre; “UyarKaldır” diye isimlendirebileceğimiz bir sistem düzenlenmiş. Buna göre hakkının ihlal edildiğini düşünen eser sahibi, bilgi içerik sağlayıcısına başvurarak 3 gün içerisinde ihlalin durdurulmasını talep etmeli, eğer talep yerine getirilmezse savcılığa müracaat etmelidir.

Bu sistem, FSEK 71’inci maddeye tereddütte mahal vermeyecek şekilde yerleştirilebilirse, bilmeden ve kastı olmadan söz konusu paylaşımları sosyal medyada veya internet sitelerinde yapanlar, kendilerine yapılacak uyarılar ile paylaşımlarına son verecekleri için mağdur olmalarının önüne geçilebilecektir. Yani hem eser sahibi hem de paylaşımı yapan vatandaş bir zarar görmemiş olacaktır.

Ayrıca soruşturma ve yargılamalar nedeniyle, bir yargı yükü de oluşmayacaktır. Çünkü eser sahibi olan bir karikatürist, son dört yılda 150’den fazla suç duyurusunda bulunduğunu ifade etmektedir. Ceza yargılamasını müteakiben açılacak olan tazminat davalarını da düşünürseniz, bu konunun yargı için oldukça büyük bir yük oluşturduğu sonucuna varabiliriz.

Umarım yapılacak yargı reformu ile yargının gerçekten önemli sorunlarına ciddi bir çözüm getirilir. Yani dağ, fare doğurmaz.

Sağlıklı, adaletli ve huzurlu günler diliyorum.