Öte yandan on binlerce eve malzeme taşıyan kuryeler, sucular. Mahallelerde evlere poşet taşıyan öğretmenler, imamlar, 24 saat usulüne göre çalışan fırıncılar, polisler, jandarmalar vs. hepsi büyük bir takdiri ve saygıyı hak ediyorlar. Helal olsun!
Dünya tarihine baktığımızda, bu tür büyük çaplı krizlerde ülke yönetimlerinin, siyasi muhalefetin icraat ve söylemlerinin milletleri birebir etkilediğini görürüz. Felaketlere önceden hazırlanmak, teşhisleri doğru koyabilmek ve liyakatli kadrolarla birlikte hareket etmek daima başarının anahtarı olmuştur.
Geçenlerde değerli arkadaşım Osman Aydoğan’ın “sehriyar.info” adlı web sitesindeki yazılarına tekrar göz attım . Virüs belasından kısa önce yaşadığımız deprem felaketi sonrasında yazdığı bir yazı var. “iki ayrı depremin ardından” başlıklı yazısından bazı hususları özet olarak sizinle paylaşmak istiyorum.
Kasım 1755 tarihinde saat 09.40’da Portekiz başkenti Lizbon’da büyük bir deprem meydana gelmiş, yakın coğrafyada olan İspanya ve Fas’ı da etkilemiş. Büyük Lizbon depremi olarak tarihe geçen bu felaket, şehri yıkmış geçmiş. Tusunami ve yangın gelmiş arkasından 60.000’ den fazla insan ölmüş. O zamana kadar sömürgecilikte en başlarda gelen Portekiz’ in ve elbette Avrupa’nın kaderini değiştirmiş bu olay . O tarihte kilisenin bütün Avrupa’ da olduğu gibi her şeye hakim olduğu bir kent Lizbon. Bilimin ikinci planda bırakıldığı, her durumu dini olarak değerlendiren bir ortam. Felaketten sonra dini konsey toplanmış ve “Tanrı’ya bu kadar ibadet ettiğimiz halde acaba bizi neden cezalandırdı?” gibi düşüncelerle görüşmeler yapmışlar. Başka bir kaynaktan araştırdım, kiliselerde zamanlı zamansız ‘’çan’’ çalmışlar. Zaten perişan olmuş olan halk bu sesler ile psikolojik olarak iyice dibe çökmüş. Sonra filozof ve bilim adamlarından değişik sesler çıkmaya başlamış. “bu Tanrı’nın laneti değildir, tamamen bir doğa olayıdır, önlem almak, bilimsel çalışmalar yapmak gerekir” demişler. Katolik kilisesi her zaman olduğu gibi bu adamları “dinsiz kafirler” olarak ilan etmiş ama cin şişeden çıktığı için giderek akıl ve bilim yolunda büyük gelişmeler olmuş.
Bu değerli bilgiler için Osman Aydoğan’a teşekkür ederim.
Gelelim bugüne …
Dünyanın her yerinde bilim adamları harıl harıl aşı üzerinde çalışıyorlar. Bu konuda değişik haberler okuyoruz. ‘’ Çin buldu, ABD yaptı’’ filan diye. İki hafta kadar önce tv haberlerinde Türkiye’ de bir bilim adamının virüs belasına çare olabilecek müthiş çalışmalar içinde olduğu söylendi. Sevindim ve baktım kim bu insan diye: Prof. Dr. Ercüment OVALI…
Tarih 01 Temmuz 2008. Uluslararası Casus örgütü FETÖ kumpası ile gözaltına alındıktan sonra İstanbul Beşiktaş adliyesine götürüldüm. Zekeriya Öz adlı firari o zaman savcı tabi. İfade filan derken hepimizi 20 m² lik bir nezaret bir nezarethaneye koydular. 15 ten fazla insan var. Cehennem gibi sıcak, su yok. Birçok kişiyi tanımıyorum. Herkes kendisini tanıtıyor o garip ortamda. İşte o zaman tanıdım o güzel insanı. Ercüment Ovalı arkadaşımın Dünyada ‘’kök hücre’’ konusunda müthiş çalışmalarını olduğunu o zaman öğrendim. O da “ERGENEKON örgütü” mensubuydu, o da FETÖ’nün hedefi idi. Ben PKK ve FETÖ’ye karşı verdiğim mücadeleden dolayı orada idim. Ercüment OVALI ise onlara biat etmediği kök hücre gibi sağlığın geleceğinde devrim yaratacak bir çalışma içinde olduğu için orada idi. Ercüment hoca ile ilgili haberleri izlerken o nezarethane bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden.
Ben Ercüment Hoca ve onun tabiri ile kahraman ekibinin bu işin üstesinden geleceğine adım gibi eminim. Umuyorum ki, Ergenekon kumpası sanığı Fetö ve yandaşlarının deyimi ile “terörist doktor” önce Türk Milleti’ne sonra da bütün dünyaya müjdesini verir.
Önümüzdeki günlerde bu yazının devamını sizlere sunacağım. Yönetim ve muhalefette bulunanların davranış ve ruh hallerinin nasıl bulaşıcı olduğunu, bu beladan sonra neler yapacağımızı anlatacağım.
Vücut ve ruh sağlığınız yerinde olsun.
CHP Adalet Komisyonu üyesinden ‘çocuk istismarı affı’ açıklaması: Öyle bir teklif gelmedi