Atatürkçü kamuoyunda saygı gören bazı isimler Venezuela meselesinde kelimenin tam anlamıyla sınıfta kaldılar. Yılmaz Özdil, Can Ataklı, Metin Uca gibi gazeteciler veya Bülent Kuşoğlu gibi siyasetçiler, Trump’u desteklemediklerini ama Maduro’nun da arkasında durmayacaklarını belirttiler. Böylece ABD’nin emperyalist saldırganlığı ile Venezuela’nın tam bağımsızlık iradesi arasında “tarafsız” kaldılar. Türk milleti Kurtuluş Savaşı verirken, kendisine “ilericilik” atfeden bir batılı bir aydının “Lloyd George’u sevmem ama Mustafa Kemal’i desteklemek zorunda da değilim” demesi gibi bir şey!
1980 öncesinde sola yabancı olan bu tür tavırlar, solun içine neoliberalizmin bir verisi olarak sızdı. Daha önceleri bazı yaratıcı örnekleri görülmüştü. 28 Şubat döneminde “ne şeriat ne darbe”; ABD’nin Irak saldırısı karşısında “ne Sam ne Saddam” ya da Gladyo’nun yurtseverlere yönelik Ergenekon saldırısı karşısında “yiyin birbirinizi” diyerek seyirci tribünlerine çekilen bir tavır, belirli bir sol çevre tarafından temsil edilmişti. Sonraları bu tavrın etki alanını genişleterek, sosyal demokratlara doğru sirayet ettiğini gördük.
CHP’nin 1980 sonrasında yaşadığı liberalleşme, antiemperyalist köklerinden kopuşunu hızlandırdı. Kendisini insan hakları ve demokratikleşmeden ibaret bir söyleme sıkıştıran sosyal demokrat sol için Atatürkçülük, folklorik bir köken mitinden başka bir şey ifade etmez hale geldi. Haliyle, Atatürk’ün tavrından farklı olarak, emperyalizme karşı mazlum milletler dayanışması siyasetinden, ‘Avrupa Birliği Atatürk’ün hedefiydi’ diyen bir Batıcı siyasete doğru savrulma yaşandı.
Kemalizm’i bırakıp, sosyal demokrat ideolojiye doğru bir ideolojik başkalaşma geçirince, 20. yüzyılın ilk antiemperyalist kurtuluş savaşını başarıya ulaştırmış Atatürk gibi bir önderden Avrupa Birliği’ne girme heveslisi bir Batıcı devlet adamı yaratmak elzem oluyor. Bir kez bu konuma yerleştiğinizde, Uğur Mumcu’nun cenazesinde “mollalar İran’a” diye sloganlar atarak, yani ABD’nin işaret ettiği yere bakarak yürüyecek hale geliyorsunuz. Sözün özü, sosyal demokratlaşan Atatürkçüler, Venezuela meselesinde ilk kez çakılmıyorlar.
Bazı iyi niyetli yurttaşlarımız ise Venezuela pratiğinde, kafalarındaki kusursuz devrim modelini göremedikleri için bozuluyorlar. Bunların bir kısmına 15 Temmuz’da da darbe beğendirememiştik. “Böyle darbe mi olur” diyerek kimsenin onları aldatamayacağını göstermişlerdi. Ancak meselenin esasını bu çocukça tepkiler oluşturmuyor. Daha önemli olan ve bu tür tepkilerin kaynağını oluşturan sorun, Venezuela devrimini beğenmeyenlerin, kendilerinin bir devrimci programa ve örgütlenmeye sahip olmayışları.
Türkiye’de devrimcilik iki şekilde anlaşılıyor. Birincisi Atatürk devrimlerine içten bir bağlılık duyma olarak. Bu tutum kendisini kuvvetli bir Atatürk nostaljisi (sarı saçlım mavi gözlüm neredesin nerede) ve devrimlerin bekçiliği ile sınırlıyor. Sözüm Âşık Mahsuni’ye değil çünkü o aynı zamanda “Amerika katil!” diyebiliyordu. İkinci tür devrimcilik, Atatürk’ün muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkma ödevini üstüne alıyor ve bunun nasıl olabileceğine ilişkin programlar geliştiriyor, örgütlenme ve kadro inşa etmeye yöneliyor. Uluslararası emperyalist sistemden çıkmadan tam bağımsızlığın olamayacağını biliyor. Bu nedenle Venezuela’nın ABD denetiminden kurtulması için direnenlerle kader ve duygu birliği içinde hissediyor. Birinci tip devrimciler ise Venezuela’ya bakıp orada idealize ettikleri 1920 Türk Devrimi’nin birebir yankısını göremeyince, haliyle beğenmiyorlar. Serde bağımsızlık yanlısı olmak da olunca “ne Trump ne Maduro” diyerek küsüp eve gidiyorlar.
Devrimciliği geçmişe bağlılıktan ibaret gören ve o mirastan geleceği inşa etmek için yararlanmak şöyle dursun, reddi miras ilan ederek elli yıldır onun ağırlığından kurtulmaya çalışan bir siyasi geleneğin yarını inşa etmesi mümkün değil. Venezuela’da sınıfta kalanlar, bu durumun içten içe farkında olduklarından yarına ilişkin büyük bir karamsarlık ve nihilist bir alaycılıkla yüklü haldeler. Bütün vizyonları, kimsenin kimseye karışmadığı, yaşam tarzlarının güvence altında olduğu liberal bir düzenin devamı ile sınırlı.
Oysa emperyalizmin yedeğine düşmenize yol açan yanlış bir siyasal mevzilenmeyle, o çok beğendiğiniz Batı’daki bireysel özgürlükler ve demokratik siyasal yaşamı bile hakkıyla savunamazsınız.
Atakan Hatipoğlu