Eski CHP'li Ümit Kocasakal, sosyal medya hesabı üzerinden açıklama yaptı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, HDP’nin meşru organ ve muhatap olarak görülebileceği ifadelerine tepki gösteren Kocasakal, ''Kürt sorunu'' ifadesinin kullanılmasının da Kürt kökenli yurttaşlara yönelik bir hakaret olduğunu belirtti.

Sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada Kemal Kılıçdaroğlu'na tepki gösteren Ümit Kocasakal şu ifadeleri kullandı:

CHP Genel Başkanı Sn.Kılıçdaroğlu’nun “Kürt Sorununu HDP ile çözebilecekleri”, bu çerçevede “HDP’nin meşru organ ve muhatap olarak görülebileceği” ifadeleri; son derece yanlıştır, sosyal psikolojinin ve Türk milletinin hassasiyetlerinin anlaşılamadığını da göstermektedir.

Bir kere ''Kürt sorunu” olarak adlandırılan "Kürtçülük" sorunu, iddia edildiği gibi 3540 yıllık bir mesele değildir. Bu açıdan durumu tüm boyutları ile ele alıp, 1787’ye kadar götüren Bilal Şimşir’in iki ciltlik “Kürtçülük” kitabı (Bilgi Y.evi) zihin açıcı olabilir.

Sorunun çözümsüzlüğünün en önemli sebebi, bir takım çevrelerin ısrarla “Kürt sorunu” ifadesini kullanmasıdır. Birçokları açısından bu ifade bilinçli bir tercihtir ve bu şekilde mesele, bilerek ya da bilmeyerek emperyalizmin kullanımına uygun bir temele oturtulmaktadır.

Israrla “Kürt sorunu” ifadesinin kullanılması öncelikle Kürt kökenli yurttaşlarımıza bir hakarettir, onları ötekileştirip hedefe koymaktır. Oysa bu ülkenin, onurlu,eşit yurttaşları olan Kürtler bir sorun değildir ki “Kürt sorunu”ndan söz edilebilsin!

Sorun bu yurttaşlarımız üzerinden, başka amaçlar peşinde olup bunu gizleyenlerdir. Bu ifade ile gömlek daha baştan yanlış iliklenmektedir. Emperyalizm ve onun koçbaşı “Kürtçülük”, meseleyi bilinçli şekilde “Kürt sorunu” olarak adlandırmaktadır.

Evet bir sorun vardır, ancak bu; alt kimlikçilik, etnikçilik üzerinden milli şuuru, ortak aidiyet duygusunu, yurttaşlık bilincini köreltip karışıklık yaratmak isteyen küresel güçlerin“Kürt sorunu” adlandırmasını haklı gösterecek bir içerik ve nitelikte değildir.

Sorun bir feodalite sorunu, bölgeler arası dengesizlik, azgelişmişlik ,yoksulluk,ihmal edilmişlik sorunudur.Cumhuriyeti ve Atatürk’ü zerre kadar anlayamayan Cumhuriyet hükumetleri de yanlış politika ve uygulamalarla sorunu emperyalizmin kullanabileceği bir hale getirmiştir.

Dolayısıyla “Kürt Sorunu” ifadesi, (bilerek ya da bilmeyerek)hem sorunu yanlış anlamayı, hem de emperyalizmin,küresel aktörlerin rahatça kullanabileceği bir şekle dönüştürmeyi ifade etmekte, "çözüm"ün değil, kaosun adresi olmaktadır.

Bu ifade, konuyu bir “iç mesele” olmaktan çıkarıp, uluslar arası bir boyuta taşıyıp, “kaşımayı” kolaylaştırmaktadır!Bu bağlamda örneğin niçin bölgedeki feodal yapının tasfiyesi, toprak reformu, eğitim reformu, yatırım,istihdam gibi hususlarda bir şey söylenmemektedir?

Emperyalizme ancak ulus devlet direnebilir. Alt kimlikçilik ve etnikçilik üzerinden ulus devlete saldırılmasının temel sebebi de budur. Bu saldırıda etnikçilik en önemli koçbaşlarındandır.Graham Fuller'in "Kürt Sorunu"nu "ulus ötesi etnik sorun" olarak görmesi ilginçtir!

Durum sosyal psikoloji de dikkate alınarak,üniter yapı ve ulus devlet mutlak surette korunup ortak aidiyet duygusu, yurttaşlık bilinci, millet olma şuuru kapsamında, eğitim ve refah seviyesinin yükseltilmesi yoluyla ele alınırsa emperyalizmin oyuncağı olmaktan çıkarılabilir.

Millet olmak, aynı soydan veya boydan gelmek olmayıp, aynı yoldan gelmek, aynı yolda yürümek, aynı geçmişe ve geleceğe, aynı coğrafyaya, aynı kadere, aynı kedere,aynı kültüre, aynı şarkılara sahip olmak demektir.

Millet olmak, gökyüzünde yalnız gezen yıldızları, Bitliste Beş Minare’yi hep bir ağızdan söyleyebilmektir. Ayrılıkların değil, ortaklıkların öne çıkarılmasıdır.Atatürk’ün muhteşem formülü ile “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir”.

Bu; hiç kimseyi dışlamayan, kucaklayıcı, birleştirici bir bakış açısıdır. “Türkiyelilik”, “Türkiye halkları” gibi ifadeler, sosyolojik olarak doğru olmadığı gibi ayrıştırıcıdır,bilinçli bir kullanımdır.

Nasıl ki “türlü” adı verilen yemekte, yemeği oluşturan besinlerin tek tek ve ayrıca sayılmasına gerek yoksa, “Türk milleti” ifadesi bakımından da, etnik kökenlerin tek tek sayılıp altının çizilmesine gerek yoktur.

Millet,farklı lezzetlerin bir araya gelerek kendine has bir lezzet oluşturduğu güzel bir yemektir.Etnik köken farklılığı, millet olgusunun kabulüne engel değildir. Aksine etnik kökenlerin öne çıkarılması millet olma bilincine,yurttaşlık duygusuna zarar verir.

Bunları söylemek birilerinin ileri sürdüğü gibi inkar veya ırkçılık değil, aksine millet olma bilinci ve anti emperyalizmdir. Asıl alt kimlikçilik ve onun izdüşümü etnikçilik ve mezhepçilik üzerinden toplumu ayrıştırıp yurttaşlık bilincini zedeleyenler hesap vermelidir

Gerçek ırkçılık ve inkar da, emperyalizmin tetikçiliğini yapmak da budur! Emperyalizmin kara gücünün “kara” unsurları, hiç kimseye demokrasi, insan hakları dersi veremez! (Devamı var)

HDP’nin meşruluğu meselesine gelince; burada da ya tam bir zihinsel karışıklık ya da bilinçli bir çarpıtma söz konusu olup, bilerek veya bilmeyerek HDP vaftiz edilmeye çalışılmaktadır, ama nafiledir.

Legallikle (yasallık) meşruluk farklı şeylerdir. Legal olmak, otomatik olarak meşruiyeti de ifade etmez. Legalite (yasallık) şekli, meşruluk ise maddi bir durumdur. Örneğin bir Kanun ile düzenlenen husus şekli olarak legal olsa da meşru olmayabilir. Örnekleri vardır.

Bu açıdan söylenenin tam aksine HDP legal (yasal) ama meşru olmayan bir partidir.Gerçekten hakkında kapatma davası olsa da, şu anda Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası kapsamında faaliyet gösteren HDP elbette ki legaldir. Ancak meşruluğun kaynağı sadece legalite değildir.

Bu açıdan, adeta PKK’nin siyasi kanadı olarak hareket eden, terör ve terör örgütü ile arasına mesafe koymayan (koyamayan değil), çözümün adresi olarak sürekli İmralı’yı gösteren, dağa selam duran bir parti, hukuk devletinde asla “meşru” olarak görülemez ve nitelenemez.

Bu hususta isteyen AİHM’nin Batasuna Kararı ve benzeri kararlarına bakabilir.Bu nedenle HDP’yi “meşru” kabul etmek, hukuken de siyaseten de hatta etik olarak da doğru değildir.

Kaldı ki HDP, tıpkı PKK gibi Kürt kökenli yurttaşlarımızın temsilcisi olmadığı gibi, bu yurttaşlarımız da kimsenin “askeri” değildir! Seçim üzerinden bu yurttaşlarımızı bir koz olarak kullanmak ahlaki bir davranış değildir.

HDP’nin ağzından bugüne dek bölgedeki Kürt kökenli yurttaşların kanını emen feodaliteye, toprak ağalığına tek bir söz söylenmiş midir? ABD’nin kara gücü olmayı kabullenen HDP’den, emperyalizme karşı tek söz (Örneğin Amerika Ortadoğu’dan defol! gibi) duyulmuş mudur?

HDP Türkiye halkına “Biji Serok Obama” nın, Türkiye’nin ulusal çıkarlarında milli duruş göstermemenin hesabını vermiş midir?Onu bunu faşist ve ırkçı ilan eden HDP ve yandaşları, sosyal medya trolleri önce bunların cevabını vermelidir.

Aynı HDP, her yıl düzenli olarak feodalitenin simgeleri ve Cumhuriyet düşmanları Saidi Nursi ve Şeyh Sait'i anmanın, tekke ve zaviyelerin açılması için kanun teklifi vermenin, Emperyalizmin kara gücü olmanın “Halkların Demokrasi” sinin neresinde yer aldığını açıklamış mıdır?

Bu gerçekleri dile getirenleri “ırkçı”, “faşist” ilan edenler, önce bunların ve kendi faşistliklerinin, ırkçılıklarının, emperyalizm yancılığının ve tetikçiliğinin,taşeronluğunun hesabını vermelidir. Bunların hangisinde meşruiyet vardır?

Sonuç olarak HDP “legal” ama hiçbir şekilde “meşru” olmayan, feodaliteyle, gericilikle ve emperyalizmle kol kola bir partidir, Kürt kökenli yurttaşlarımızın da temsilcisi ve hamisi değildir.

 HDP ile varılabilecek bir çözüm olmadığı gibi, böyle bir yapıyla birliktelik siyasi açıdan da yanlıştır, kolaycılıktır, adeta siyasi intihardır. Türk milletini ve seçmeni tanımamak, anlamamaktır.

 HDP'yi meşru ve Kürt kökenli seçmenin sözcüsü olarak kabul etmek, terörün Türk siyasetini esir almasını kabullenmek, rehin ve ipotek altına sokmaktır.Meseleyi özünden koparıp farklı yerlere çekmek, uluslararası alana taşıyarak emperyalizme alan yaratmak büyük bir hatadır.

 Son olarak altını çizmek gerekir ki AKP de, açılım sürecinin hukuki ve siyasi faturasını henüz ödemiş değildir,borç ve alacak bakidir.Sanki geçmişleri yokmuş ve gökten inmiş gibi yeniden sahaya sürülen Davutoğlu ve Babacan'a ise, faturaların yeterli gelmediği anlaşılmaktadır!