Ergenekon tertibinde tutuklananlar bile Enver Altaylı’dan zarar göreceklerini zamanında keşfedemediler. Uğur Mumcu’nun uyarısından 28 sene sonra toplum nihayet Enver Altaylı’yı tanıyabildi!

Av. Ceyhan Mumcu

24 Ocak 1993 Pazar günü saat 13.17 ‘de daha önce aracının vites kutusuna yerleştirilen 1 kg C4 bombasının patlatılmasıyla alçakça, kalleşçe ve hunharca katledildi. Yaşasaydı 75 yaşında ve 27 yıllık yokluğu sürecinde çok önemli kitapları ve makaleleri yayınlanmış olacaktı.

50 yaşında aramızdan ayrılan Uğur Mumcu kimdi ve neyi amaçlıyordu?

Ulusal Kurtuluş Savaşımızın ve Cumhuriyet devrimlerinin bedel ödeyen tüm yurttaşlarının bayrağını devralmış bir yazar olarak Cumhuriyetçiydi, Milliyetçiydi, Laikti, Devletçiydi, Halkçıydı ve Devrimciydi. Bu altı hedefin korunup sürdürülebilmesi de ancak antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı kafaların ve kişiliklerin baş edebileceği bir hedefti. Uğur Mumcu’yu emperyalizm ve kapitalizmi tüm unsurlarıyla anlayabilirsek, yazı ve kitaplarını okursak emperyalizmin ve kapitalizmin insanlığa ve halkımıza verdiği zararları ve tahribatları doğru olarak algılayabilir ve anlatabiliriz. Bu yüzden makale ve kitapları güncelliğini hiç yitirmez, bugün yazılmış gibi tazeliğini korur.

Bunu, genel ve özelde üç örnekle açıklarsak;

1) Uğur Mumcu’nun 1987 yılında yazdığı “Rabıta” kitabı okunsa ve tarikattan ticarete, ticaretten siyasete tırmanmasının tehlikesi zamanında kavranabilse bugün devletimizi örümcek ağı gibi sardığı anlaşılan Fetullah Gülen çetesinin kamuda, bürokraside, siyasette neden olduğu tahripler ve bunca can kaybı önlenmiş olacaktı.

2) ABD’nin Irak’ta ne işi var ve Irak’ta kimle ne iş yapacak? Sorusunu sorduğunda vekalet suretiyle savaş terör örgütlerine dayalı yeni dünya düzeni kurma çabaları zamanında görülecek ve her gün 2025 yaşındaki şehit tabutlarının arkasında kahrolarak yürümeyecektik. Eğer Uğur Mumcu’nun; PKK, Ermeni terör örgütleri, Irak’ta yuvalanan terör faaliyetleri konusunda ki yazdıkları ve tamamlayamadığı “KÜRT DOSYASI” kitabı Kürtler ve Türklerce zamanında okunup kavranabilse idi bu kadar acıya birlikte katlanmak zorunda kalmayacaktık.

Bu konuda özelden de bir örnek vermek istiyorum.

3) Uğur; 26 Nisan 1992 tarihinde “TURAN SEFERİ” başlıklı Milliyet Gazetesindeki yazısında bugün hakkında casusluk ve Fetöcülükten dava açılan Enver Altaylı hakkında ayrıntılı bilgi veriyor. Altaylı’nın bir yandan Alman ve Amerikan istihbarat örgütleri, öbür yandan Ülkücülere musallat olarak Milli İstihbarat Teşkilatı’nda görevlendirildiğini anlatıyor ve ‘bu adamın MİT’te işi ne’ diye soruyordu. Genç gazeteciler araştırma yapsın, o tarihlerde Uğur Mumcu’dan başka bu işin üstünde duran gazeteci var mı? 1992’den günümüz 21.01.2020’ye kadar ne siyasal partilerin ne toplumu savunma refleksi olan bürokrasi, Altaylı işini gündeme bile almıyor. O kadar ki; Enver Altaylı’nın Fetullah Gülen’e yaptığı öneri sonucu Ergenekon tertibinde tutuklanan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ve cezaevinde öldürüldüğü anlaşılan Kaşif Kozinoğlu bile Enver Altaylı’dan zarar göreceklerini zamanında keşfedemediler. Uğur Mumcu’nun uyarısından 28 sene sonra toplum nihayet Enver Altaylı’yı tanıyabildi!

Bugünlere ulaşmamızda bedel ödeyen sayısı ihmal edilmeyecek kadar çok aydınımız, siyasetçimiz, sanatçımız ve yazarımız var. Ancak toplumumuz en iyi anma etkinliklerini Uğur Mumcu için yapıyor. Kimi zaman meydan ve salonlar hıncahınç doluyor. Hemen her gün ya bir köşe yazısında ya da bir televizyon programında Uğur Mumcu isminin sevgi ve saygıyla anıldığına tanık oluyoruz. Bundan benim çıkardığım sonuç; Türk Ulusu bedel ödemeye değer bir ulustur. Kanıtı da geçmiş 27 yılda sadece ölüm yıldönümünde değil hemen her gün bir vesile ile Uğur Mumcu’dan bahsedilmesi ve cinayetin lanetlenmesine tanık oluyoruz.

Bu yazıyı yazarken rahmetli İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Kurmay Albay Suphi Karaman’ın bana yönelik bir vasiyetini anımsadım. Uğur Mumcu yedek subaylık görevini yapmak üzere Tuzla Yedek Subay Piyade Okulunda eğitim için bulunduğu sırada sol görüşleri benimsediği gerekçesiyle yedek subaylıktan “Sakıncalı Piyade” unvanına layık görülmüş ve ellerine kelepçe takılarak Ağrı İli Patnos ilçesi Piyade Tugay Komutanlığına sürgün edilmişti. Askerlik hizmetini “itibarsızlaştırma” hedefli ağır baskı ve eziyetlerle tamamladı. Terhisten sonra yargıya başvurdu, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kararıyla “Sakıncalı Piyade” unvanı yedek asteğmene dönüştürüldü. Aradan 25 yıl geçti öldürüldüğü Ocak 1993’te ölümünden 510 gün önce Kurmay yetiştiren Harp Akademileri Komutanlığına konferansa çağrıldı. Bu 25 yılda Uğur Mumcu’nun ideolojisine dayalı eylem ve söylemleri de değişmemişti. Harp Akademileri’ndeki konferans kurmay subaylarca o kadar benimsendi ki; zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş kamuoyuna şöyle bir açıklama yapmak zorunda kaldı: “Dünya askeri eğitim tarihinde benzeri görülmemiş bir olay yaşadık. Sakıncalı Piyade erinin verdiği konferansı benim beş yüz kurmay subayım ayakta alkışladı.” Rahmetli Suphi Karaman; “Uğur Mumcu’nun yaşamındaki bu olay gözden kaçmasın, lütfen Uğur Mumcu’yu anarken bu olaydan da bahset” dediği için rahmetli Karaman’ın bu önerisini bu yazıda bahsettim.

Uğur Mumcu’nun gazeteci olarak ünlenmesinin nedenlerinden biri de sosyal adalet ve fırsat eşitliğini tahrip eden yolsuzluk olaylarını belgeli olarak okuyucuyla paylaşmasıydı. Haberin hedefindeki kişi ve kuruluşlar yolsuzluk suçlamasından kurtulmak için Uğur’un aleyhine ceza ve hukuk davalarına başvururlar “Yargı bizi haklı buldu, yolsuzluk yapmadık” bahanelerine sığınırlardı. Buna da bir örnek vermek istiyorum. 1990’larda polislerimiz için ihaleyle satın alınan çelik yelekler ve zırhlı araçlarda, yeleklerin çelik olmadığı, araçlarında zırhının bulunmadığı Uğur’un yazıları üzerine anlaşıldı. Bu araç ve yelekler çöpe atıldı, ihaleyi yapanlar hakkında soruşturma açılmadı, ancak ‘devlet itibarına zarar verdi ve kişilik haklarına saldırdı’ diye Uğur Mumcu hakkında hemen her ilde yargıya başvuruldu. Yargı kararlarıyla aklandı, dosyalar Yargıtay’a geldi ve suikast tarihinden bir gün önce Yargıtay kararıyla Uğur aklandı. Ancak aklanmasının kesinleştiğini öğrenemeden aramızdan ayrıldı...

Cumhuriyet Gazetesi okurlarına Uğur Mumcu suikastını “SUSTURAMAZLAR” manşetiyle duyurdu. Geçen 27 yıl içinde Uğur Mumcu anılırken en çok kullanılan sözcüklerden biri de “SUSTURAMAZLAR, SUSMAYACAĞIZ” oldu. Bu sene Ankara’da yapılan anma törenlerinin ana sloganı da “İSTERLER Kİ SUSALIM”. Gerçekten de bu hafta Ankara’da yapılacak etkinlikler hep susturulmamak üzerine. Örneğin 25 Ocak Cumartesi günkü Sosyal Demokrasi Derneğinin etkinliğinin başlığı “SUSMAYACAĞIZ” aynı gün Halk Ozanları Kültür Derneği (OzanDer)’nin düzenlediği söyleşi sloganı “SUSTURAMAZLAR”. Bilgisayar Mühendisleri Odası, Elektrik Mühendisleri Odası Ankara şubesi ve ODTÜ Mezunları Derneğinin etkinliğinin başlığı “SUSMAK BİLMEDEN DİRENMEK”. Çağdaş Gazeteciler Derneğinin başlığı “DUYUP, GÖRÜP, BİLİP DE SUSMAMAK”. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Ankara Şubesinin etkinliği “SUSMAYACAĞIZ”. Tüm Öğretim Elemanları Derneği 27 Ocak 2020 Pazartesi günkü etkinliğinin başlığı “ÜNİVERSİTELER SUSMAZ”. Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği, Türk Kadınlar Birliğinin 28 Ocak 2020 Salı günkü etkinliğinin başlığı “SUSMAYACAĞIZ”. CHP Ankara İl Başkanlığının 29 Ocak 2020 Çarşamba günkü etkinliğinin başlığı “CHP SUSMADI, SUSMAYACAK”, Eğitimİş Ankara 3 Nolu Şubesinin 29 Ocak 2020 Çarşamba günkü etkinliğinin başlığı “SUSMAYACAĞIZ”. Uğur’un mezun olduğu Deneme Lisesinin aynı günkü etkinliğinin başlığı “KÖTÜLÜĞÜN SIRADANLAŞMASI, SUSACAK MIYIZ” aynı gün Mimarlar Odası Ankara Şubesinin ekinliğinin başlığı “KENT SUÇLARINA SUSMAYANLAR”. 31 Ocak 2020 Cuma günü Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD), Türk Hukuk Kurumu, Ankara Barosu’nun etkinliği “PROF. DR. MUAMMER AKSOY’A SAYGIYLA SUSMAYACAĞIZ”.

Reklamdan sonra devam ediyor 

SUSMAMAK üzerindeki yaygın kararlılığı sevinerek benimsiyorum. Ancak, susmamak sözcüğünün soyut bir kavram olmaktan çıkarılıp içinin doldurulup daha somutlaşması adına bir iki cümleyle Uğur Mumcu dostlarının dikkatini çekmek istiyorum. Uğur Mumcu suikastında dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Bakanlar Kurulu ise Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ve Doğru Yol Partisi koalisyonu idi. Diğer bir deyimle devleti yönetenler Turgut Özal, Erdal İnönü ve Süleyman Demirel’di. Süleyman Demirel’in Uğur Mumcu ile röportaj yapmaktan çok keyif aldığını, bu konuda zaman zaman benim de aracılığımı isteğini biliyorum. O halde Uğur Mumcu’yu kim susturmak istedi? Sorusunun cevabını arayacak mıyız?

“Üniversiteler Susmaz” etkinliğine katılanlar üniversitelerin yakın yıllarda yapılan Anayasa değişikliklerinde susupsusmadığını da tartışacaklar mı? Suskun üniversiteler olgusuyla karşılaşıyorsak bunun sebebi ve sorumlularını da tanıtacaklar mı?

CHP sustu diye bir suçlama mı var da “CHP SUSMADI, SUSMAYACAK” yollu bir savunma etkinliği düzenleniyor? Ve iki eski CHP Genel Başkanıyla bir milletvekili bu konuda savunma ve görüş açıklayacaklar. Oysa herkes bilir ki CHP Genel Başkanları her hafta salı günleri grup toplantılarında, yetmez ise parti meclisi toplantılarında, yerel yönetim etkinliklerinde konuşurlar ve sık sık da parti sözcüleri açıklama yaparlar. Susmamak doğru da konuştuğumuzda gerçeği ve olguları çekinmeden açıklıyor muyuz? Başıma sık sık geldiğinden biliyorum ki; zaman zaman beni çağırmak isteyenler “ya partimizi eleştirirse, ya da kendi partisini överse” diye çağrıdan vazgeçip “SUSMAYACAĞIZ” kadar “sen konuşmasan da olur” gibi söylemlerle de sık sık karşılaşıyorum.

Bu 27’nci anma gününde hüzünle ve kararlılıkla anmamızı yaparken, karamsar olmalı mıyız? Son yıllarda yaşanan gelişmelerle içerde Fetö çete örgütü üyeleri kaçacak delik arayıp GAYBUBET EVLERİ’ne saklandıklarını görüyoruz. Yurtiçinde ağırlıkları giderek azaldığı için zaman içinde yurtdışı etkinlikleri de zayıflayacak.

“ABD ve Avrupa Birliği arkamızda, bizim için altın fırsat, ya devletimizi şimdi kurduk, kuramazsak gelecekte zor kurarız” diyenler hendeğe gömüldüler. ABD’ye sırtını dayayıp marifet çevirmek isteyenlerin sırt kemiklerinde kırık ve çıkıklar oluştu. Bu da 27’nci ölüm yıldönümünde Uğur Mumcu’nun haklılığının uluslararası akıl ve vicdanda da tescilini sağladı.

Yineliyorum; Türk Ulusu bedel ödemeye değer bir ulustur.


Aydınlık