İş insanı Murat Ülker, 20 Eylül günü Linkedin hesabından, "Isabel Wilkerson Caste, Ne Demek İstiyor?" başlıklı bir yazı paylaştı. Yazıda ABD'de yeni yayınlanan ve kast sistemini ele alan bir kitaba atıf yapan Ülker, "Gerçekten hoşnutsuzluğumuzun kökenleri ABD’deki kast sistemi mi?" diye sordu. Ülker'in yazısının sonunda verdiği şu mesaj ise dünyaya sadece Atlantik penceresinden bakanlar açısından uyarıcı bir nitelik taşıyor: "...Wilkerson niye 'insanoğlu kaybedecektir' diyor da ABD kaybedecektir demiyor, anlamak güç. Sanırım Wilkerson söz konusu kast sisteminin aynı zamanda dünyayı yönettiğinden emin. Gerçekten öyle mi yoksa ABD’den araştırmacı gazeteci olarak bakınca öyle mi görünüyor? Halbuki bugün çok merkezli dünyamızın ağırlığının süratle Asya’ya kaydığını görüyoruz."
Ülker'in yazısını bir gazete sayfasına sığması için tali kısımlarını kısaltarak sizlerin dikkatine sunuyoruz. Arzu edenler tam haline : https://www.linkedin.com/pulse/isabelwilkersoncastenedemekistiyorger%25C3%25A7ektenk%25C3%25B6kenleri%25C3%25BClker/ adresinden ulaşabilirler.
'GİZLİ KAST SİSTEMİ İDDİASINI KABUL EDEMİYORUM'
Şu sıralar dünyada en çok satan kitap, Pulitzer ödüllü yazar Isabel Wilkerson’un CASTE THE ORIGIN OF OUR DISCONTENTS (Kast Hoşnutsuzluğumuzun Kökenleri) isimli kitabı. Geçen ay ABD’de raflara çıkmış. İlginçtir İngiltere baskısında kitabın ismi yine CASTE ama alt başlık The Lies That Divide Us (Bizi Bölen Yalanlar).
...Wilkerson sanırım bu kitabı son zamanlarda ABD’de artan siyahbeyaz çatışmasından etkilenerek yazmış. Ama kitap sadece orada gösterilerin nedenini değil, tüm dünyayı ilgilendiren bir sorunu ortaya koyuyor.
Isabel Wilkerson kitabın girişinde önce Nazi Almanyası’ndan verdiği örneklerle anlatacakları için temel oluşturuyor. Kötülüğün kitleler arası nasıl yayılıp, hoşgörü çemberini kaldırdığını ve insanları nasıl toplu olarak hipnotize edebildiğini gösteriyor. Yani vicdanını kaybetmiş, iyi ile kötüyü ayırt edemeyecek kadar mekanikleşmiş, vicdanını susturmuş bu kişilerin; hiçbir şey yapmayarak, fiili kötülüğe karşı çıkmayarak, susarak, görmezlikten gelerek yahut kaçarak aslında kötülüğe hizmet etmelerinin altını çiziyor.
Wilkerson, günümüzde halen Amerikan toplumunda var olan gizli kast sistemini, beyazların üstünlüğünü ve siyah ve diğer ötekilerin toplumda edindikleri rolleri mercek altına alıyor. Amerikan toplumunun içindeki gizli kast sisteminin günlük yaşama nasıl yansıdığını ve insanların toplumda edindikleri rolü, Amerikan toplumunun gündelik yaşantısından kanıtlarla sunuyor. Siyahların toplum içerisinde edindikleri roller ve beyaz ırkla olan ilişkisini inceleyen Wilkerson, sonrasında Amerikan seçimlerine egemen olan beyazerkek egemen dilden ve ırkçı, politik, cinsiyetçi tutumdan söz ediyor.
Ben bu savı yani gizli kast sistemi iddiasını kabul edemiyorum. Zira bu kadar büyük bir toplumsal etkisi olan bir sistemin gizli kalması ve işlemesi mümkün değildir. Hem zaten o kadar güçlülerse niye gizlesinler ki, ben ancak Naziler vb. gibi bu politikaları benimseyip emellerini devlet aygıtı kullanarak gerçekleştiriyorsa inanıyorum. Zaten dünyamızdaki birçok diktatörlük benzerdir. Bir başka benzerlik de diktatörlerin hepsi narsisizm, megalomani, borderline gibi arazlara sahip değil midir.
'MEVCUT İŞ KANUNU PRATİKLERİ KÖLELİĞİ ANIMSATMAKTADIR'
Wilkerson’un ifadesine göre, Amerikan toplumunun geneline egemen olmuş gizli kast sistemi, siyahlardan, latinlere, kadınlardan, müslümanlara kadar ve diğer tüm ötekilere karşı “üstünlüğü” yansıtmakta ve Amerikan halkının günlük yaşamının her alanında görülmekte. İlginç olan ise, halkın kendi içerisinde bu kast sistemini kabul etmeyip bunu belirli gruplardan kaynaklanan geçici ve ayrılıkçı bir tutum olarak görmeleri. Balık yaşadığı akvaryumun farkında değil yani. Wilkerson, Amerikan toplum yapısına hakim olan beyazların, ötekilere yaşattığı “öğrenilmiş çaresizlik”ten bahsediyor. Çünkü kast olarak belirtilen sistem, yasalarla belirlenemeyecek kadar insanlık dışı ve kabul edilemeyecek kadar da vicdan dışı.
Wilkerson insanlık tarihi boyunca, şu üç kast sisteminin öne çıktığını anlatıyor:
- Nazi Almanya'sının trajik bir şekilde hızlanan, ürpertici ve resmen mağlup olmuş kast sistemi.
- Hindistan'ın binlerce yıllık kalıcı kast sistemi.
- Birleşik Devletler'deki şekil değiştiren, konuşulmayan, ırk temelli kast piramidi.
Konuşulmayan, ırk temelli kast piramidinden bahseden yazar yine aynı Amerika’nın köleliği kaldırdığını, insan hakları evrensel beyannamesinin çıkışını göz ardı mı ediyor? Ama Avrupa ve İslam toplumları köleliğin kaldırılması ve angaryanın yasaklanmasını kanunlarında daha geç kabul etmiştir. Bizde bu ancak Cumhuriyetin ilanı ile kabul olmuştur. Bugün ise Avrupa’daki göçmen yasaları insanlara eşit davranmaktan uzaktır. Bazı Ortadoğu ülkelerinde mevcut iş kanunu pratikleri ise köleliği anımsatmaktadır. Müslüman halk açısından bakınca da halen evrensel bir mutabakat varken niçin kölelik icmai ümmet ile yasaklanmamıştır, hayret ederim.
'İLK ABD SEYAHATİMDE YARATIK OLDUĞUMU FARK ETTİM'
Amerika'daki görünmeyen katı bir insan sıralaması hiyerarşisi resmeden yazar, fırsatlar ülkesi ABD’de kimin ne güce, paraya sahip olacağına bu kast sisteminin karar verdiğini anlatıyor. Kast sistemi içerisinde kişilerin kendilerine miras kalan genetik rollere değinen Wilkinson, tüm bireylerin toplum içerisinde kendilerine miras kalan rollere sahip olduklarını, bu roller çerçevesinde vizyonlarını geliştirdiklerini ve bu vizyonlara uygun hayaller kurduklarını anlatıyor.
Aslında Batı, Avrupa, yani beyaz adamın uygarlığının mitolojik temellerinin Eski Yunan’a, hukuki temellerinin Roma’ya dayandığını düşünürsek bu benim açımdan konuyu açıklığa kavuşturuyor. Önyargılı da bulabilirsiniz beni tabi …
Ama mesela; ben sadece ilk ABD seyahatimde ülkeye girişte kendimin bir ALİEN (yaratık) olduğumu farketmiştim. Zaten James Baldwin “no one was white before he/she came to America” demişti. Ayrıca “Africans are not black. They don’t become black until they go to America” derler.
Peki diyor Wilkerson, "Deri rengi insanları bölmek ve ötekileştirmekten başka ne işe yarar ki?” İlginç olan ise, insanın hayatta kalma adına tarihsel süreçte çevreye evrimsel adaptasyon sonucu oluşan fiziksel (genetik) değişimlerin, onların hayatlarını tehdit edici mahiyette karşılarına çıkmaları.
1800’lü yıllarda Samuel Morton adında bir antropolog, insanların kafataslarını inceleyerek dünyada beş farklı ırk olduğuna dair varsayımsal çıkarımlarda bulunmuş. Bu kafataslarından beyaz ırka ait olanın en büyük, siyahi olan kafataslarının ise en küçük büyüklüğe sahip olduğunu söylemesi, beyazların siyahlardan daha gelişmiş bir beyne sahip olduğuna bu nedenle beyazların siyahlardan üstün olduğuna dair varsayımların temelini oluşturmuş. Beyazların beyin olarak üstünlüğünün ön plana çıkarıldığı bu araştırma nedeniyle, Afrikalılar'ın kas gücüne dayalı işlerde çalışmasının daha uygun olduğu varsayımına dayanılmış. Bugün yapılan genetik araştırmalar ise bunun yanlışlığını ortaya çıkarıyor. Benzer şekilde, beyazların siyahlardan üstünlüğünü savunan araştırmalar Wilkerson’un da öne sürdüğü üzere siyahların toplumda konumlandırdıkları pozisyonu meşrulaştırmak üzere yapılan çalışmalardır.
'KAST SİSTEMİNİ OLUŞTURAN SEKİZ KAVRAM'
Benzer şekilde Hariri’nin kitaplarında yazılanlardan çıkardığım Adem (zenci gibi bir manası vardır) soyundan gelenlerin arzdaki mevcut ırkı ortadan kaldırdığını, asimile ettiğini düşünürsek siyahilerin 10 önde başladığını söyleyebiliriz. Ama yine bugün biliyoruz ki insanlarda hayatları boyunca yaşadıkları tecrübelerin hemen gelecek nesillere aktarılmasını sağlayan bir sosyal gen varmış. Bu bana Aksekili, Eğinli, Kayserili, hatta Eski İstanbul Efendisi gibi davranış kalıplarının nasıl aile ve çevrede nesillerce benimsendiğini açıklıyor gibi geliyor.
Benzer araştırmalar, Nazi Almanyası'nda Museviler için, Hindistan’da en alt sınıf olan Dalitler için ve Amerikan dokunulmazları kabul edilen siyahiler için yapılmış ve kötü muamelenin meşrutiyeti için kullanılmış. Ten rengi ise halen ırk tanımı için kullanılan ve kastı belirleyen en önemli argümanlardan birisi. Irk fikrinin sadece bir biyoloji meselesi olmadığını, aynı zamanda "emek, cinsiyet, sınıf kavramları ve kişisel güzellik imgelerini" de içerdiğini söylüyor.
Wilkerson Kast sisteminin temelini oluşturan sekiz kavramdan söz ediyor. Kavram 1: İlahi İrade ve Doğa Kanunları.... , Kavram 2: Kalıtım...., Kavram 3: Endogami, Evlilik ve Eşleşme Kontrolü..., Kavram 4: Saflık ve Kirlilik..., Kavram 5: Mesleki Hiyerarşi..., Kavram 6: İnsanlıktan Çıkarma ve Stigma..., Kavram 7: Yaptırım Olarak Terör, Kontrol Aracı Olarak Zulüm..., Kavram 8: Doğal Üstünlüğe Karşı Doğal Aşağılık.
SİYAH POPÜLİZMİ VE YÜKSELEN TEHDİT
Kast sisteminde insanların konumlandırıldığı ya da bireyi konumlandırdığı kast seviyesinin sonucu olarak, toplum içerisindeki yapma, etmelere belirli kalıplar ve mazeretler bulabilmek kolaylaşır. Ancak, bu kalıplar gücü elinde tutanların yaptıklarını da meşrulaştıran bir durumdur. Wilkerson, zaman içerisinde artan beyaz ölümlerinden ve popülasyonda artan siyah oranından söz ediyor. Siyahların yaşam haklarının hiçe sayıldığı dönemlerde, bu insanların çeşitli tıbbi deneyler için kullanımı ve ilaç imkanlarına erişiminin kısıtlanmasını anlatıyor. Bu durum, zaman içerisinde siyahları daha dirençli hale gelmesine ve birçok hastalığa karşı doğal bağışıklık kazanmasına neden olmuş. Bağışıklık kazanan genlerin gelecek nesillere aktarımı sayesinde siyah genler daha güçlü bağışık sistemine ve daha uzun bir ömre sahip olmuşlar. Doğal olarak bu durum beyaz ırk temelli Amerikan toplumunda huzursuzluklara ve siyah ırka karşı ırkçı saldırıların başlamasına neden olmuş. Toplumda artan siyah sayısı, beyazlar arası huzursuzluklara yol açmış. Ve ırkçılık yükselmiş. Artan siyah popülizmi, diğer bir deyişle ötekinin yükselişi beyazlarda tehdit oluşturmuş.
AŞILMAZ BİR KAST SİSTEMİ ÖRGÜSÜ
Wilkerson, oldukça önemli olarak gördüğü vatandaş olma sorununa değiniyor. “Amerikan topraklarında doğmuş ve Amerika için savaşan bir asker bile bu kast sisteminden negatif etkileniyor” diyor. Askerler birlikte savaştıkları insanları, ailelerinden daha yakın görür ve silah arkadaşı olduğunu söyler. Birlikte savaştığı arkadaşı için ölmeye hazırdır. Ancak bu durumda bile kastın vahşi doğası devreye sokulur. Hayatını Amerika'nın refahı için ve ülkenin bağımsızlığına adayan insanlar bile, siyah ve beyaz ayrımından nasibini alır ve ABD topraklarında “öteki” olur. Ve bu durumu, ülkenin refahı içinde siyahların yeri üzerinden anlatıyor ve kanıtlar sunuyor. “Amerika’da hayatınız boyunca siyah olarak ne kadar çalışmış olduğunuzun ya da ülke için neler yapabildiğinizin bir anlamı yok, siyahsanız sadece siyahsınız” diye de ekliyor.
Wilkerson kastın ön sıralarında ilerlemek ya da toplumda bir yere gelebilmek siyahbeyaz ayrımında siyahlara katkı sağlamaz diyor. Yıllarca çalışıp kast merdiveninin üst sıralarına çıkılsa dahi, bir beyaz tarafından tüm haklar alınabilir ve sahiplikler sınanabilir, ABD’de diyor. Çünkü kast sisteminin ekonomik güçten çok daha derin, içselleştirilmiş ve insanların kemiklerinin içlerine işlemiş bir kavram olduğunu belirtiyor. “Bunu değiştirebilmek için maddi güç ve sosyal statüden çok daha derin bir silaha sahip olmanız gerekir, çünkü, en ufak menfi olayda, haklarınızı ararken, ya da medeni davranışlarınızda size nereden geldiğiniz anımsatılabilir” diyor, Wilkerson.
TOPLUMSAL ÖLÇEKLİ STOCKHOLM SENDROMU
Wilkerson kitabın sonlarında artan ırkçılık algısının bir toplumun kollektif bilincini nasıl şekillendirdiğinden, bunun nasıl bir anda bir nefret söylemine ve katıksız bir propogandaya dönüşebileceğinden üstün ırkın icinde oluşan narsisizmden ve bunun kendilerini mesnetsiz bir şekilde üstün görmelerine neden olacak duyguları nasıl açığa çıkardığını anlatıyor. Bununla beraber oluşan narsisizm neden olduğu sanrılardan ve sahip olmadıkları özelliklere dahi sahiplik gösteren, tüm iyi ve güzeli kendilerine atfeden bir kesimden bahseden Wilkerson, bu durumun diğer insanlarda yarattığı travmatik sonuçlardan ve insanları nasıl derinden etkilediğini örnekleri ile sunuyor. İnsanların içinde bulundukları sistemde öğrenilmiş çaresizliklerinin yol açtığı, hayatta kalmak için boyun eğme hissinin yol açtığı sorunlara da değinen Wilkerson, yaşanan bu durumu Stockholm sendromu ile özleştiriyor. Stockholm Sendromu, başlarda rehinelerin kendilerini esir tutanlara karşı geliştirdikleri, sağduyuya aykırı nitelikteki “ezene bağlanma, sempati duyma” anlamında kullanılmıştır. Dee Graham Stockholm Sendromu ifadesini sadece bireysel travmaya karşı geliştirilen bir psikolojik tepki türü olarak sınırlamaz, ezilen bir grubun ya da kitlenin travmatik bir duruma karşı verdiği tepkiyi de kapsadığını belirterek, “Toplumsal Ölçekli Stockholm Sendromu” ifadesini kullanır. İnsanın durumundan ve ilişkisinden memnun olması, kendisini ezene bağlanması şeklinde ortaya çıkar. Benzer bir durum, köle ve sahip ilişkisinde kölenin sahibine bağlanması ve onun toplumsal haklarını korumaya çalışması olarak karşımıza çıkmaktadır. Zaman içerisinde siyahların, musevilerin ve dalitlerin yaşadığı travmaların toplumsal olarak bir suistimal aracı haline dönüşerek insanlar arası kutuplaşmayı giderek artırdığından bahsediyor, Wilkerson.
İNSANLARIN BİRBİRLERİNE KOYDUKLARI SINIRLAR
Şöyle bitiriyor Wilkerson, “İnsanlar olarak bizler gerçek olmayan, ancak gerçekçi temeller üzerine kurgulanmış bir kast sistemi içerisinde, insanların birbirlerine koydukları sınırlar ile var olmaktayız. Bunu aşabilmenin yolu ise ne maddi gelire sahip olmaktan, ne de insanlara benzer şiddet saldırılarında bulunmaktan geçmekte. Biz insanlar olarak yaşanan bu durumu kökten yapılandırıcı bir sistem içerisinde yenmekle, yükümlüyüz. Zorbalık ve hoşgörüsüzlük ortadan kaldırılmadıkça ve fiziksel farklılıklarımız bir kriter olarak karşımıza çıktıkları sürece, yaratılan şekilcilik insanoğlunun kaybetmesiyle sonuçlanacaktır.”
Tabi burada Wilkerson niye “insanoğlu kaybedecektir” diyor da ABD kaybedecektir demiyor, anlamak güç. Sanırım Wilkerson söz konusu kast sisteminin aynı zamanda dünyayı yönettiğinden emin. Gerçekten öyle mi yoksa ABD’den araştırmacı gazeteci olarak bakınca öyle mi görünüyor? Halbuki bugün çok merkezli dünyamızın ağırlığının süratle Asya’ya kaydığını görüyoruz. Yorumlamaya değer.
Aydınlık