Artık döviz kurlarını takip etmekten benim gibi gına getirenler var mı aranızda?

Hakikaten, eğri oturup doğru konuşalım.

Artan döviz kurlarının yaşadığımız ekonominin gerçekliğiyle kesinlikle örtüşmediğini, bunun Türkiye’nin ekonomisine değil, aslında Türkiye’yi yöneten Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı’na bir saldırı olduğunu anlamayan var mı?

Ben o anlamayanlardan değilim.

Merkez Bankası önceki gün, kararlılıkla 100 baz puanlık faiz indirimi daha yaptı. Geçenlerde bir yazar “Ya herrü ya merrü mü?” diye sordu.

Her zamanki gibi algı yönetmeye çalışıyordu aidiyeti olan kesimin tabiatı gereği.

Öyle “Ya batarız ya da çıkarız” gibi bir kumar değil bu.

Ülkemizin üzerine geçirilen “Deli gömleği”ni çıkarmanın adımları bunlar.

Çünkü başka çare yok.

Geç kalındı mı? Evet. Ayak süründü mü? Evet. Cumhurbaşkanı Erdoğan atamalarında bir dolu hatalar yaptı mı? Hem de nasıl? Bu yüzden halkın Türk lirasına olan güveni sarsıldı mı? Tabii ki.

Amma velakin…

Son üç aydır 5 milyar dolar cari fazla verdiğimiz, son kasım ayında 32 milyar lira bütçe fazlası verdiğimiz, olağanüstü artan yatırımlar nedeniyle son 10 ayda yaklaşık 2,5 milyon insanın ilk kez istihdam edildiği, turizmde ilk kez İspanya’nın geçildiği ve kişi başına turizm gelirinin 617 dolardan 840 dolara çıktığı, hâlihazırda 4.500 yeni fabrikanın yapılmakta olduğu, yıllık ihracat gelirinin 220 milyar dolara dayandığı ülkemizde döviz kurlarındaki artış manipülatif saldırı değil de nedir?

Çünkü ülkemiz bu “yüksek faizsıcak parayüksek ithalatyüksek cari açıkyüksek borçucuz dövizminimum istihdam ve yatırım” diyen Mandacı İktisatçılar ve onların siyasetteki uzantıları olan emperyalist finolarının dayattığı “ekonomi modeli”ni terk etmenin adımlarını atıyor.

Bu süreç hayli sancılı olacak. Dövize bağlı maliyetler piyasada fiyat artışlarını ve gıda fiyatları üzerindeki oynamaları da stokçuluğu beraberinde getiriyor.

Hükûmet ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk adımı atarak halkı bu saldırı karşısında ezdirmeyeceklerinin ilk sinyalini, Asgari Ücret’e yaptığı ve Asgari Geçim İndirimi ile neredeyse yüzde 60’a varan zamla verdi. Asgari ücreti vergi dışı bırakarak da “taşın altına hep birlikte elimizi koyacağız” diyerek  işverenlere destek oldu. Sendikalar ilk kez memnun oldular çoğunlukla.

Ama öte yandan bakıyorsunuz, kur saldırıları tam gaz devam etmekte. Dediğim gibi, bu yükselişin sebebini ekonomiye bağlayanların yularlarının kime bağlı olduğunu biz biliyoruz.

Türkiye ile ilgili spekülatif yorumlar yapan fon yöneticisi Timothy Ash’e kulak verelim misal:

“Türk devletinin neleri yapabileceğini ve neleri yapamayacağını göreceğimiz günler uzak değildir...”

Ne kastediyor sizce?

Kimse aklımızla alay etmesin.

Evet, bu bir “Ekonomik kurtuluş savaşı”dır ve bu yüzden de hükûmet pek çok cephede savaşmak zorundadır.

Devlet, üretici ile tüketiciyi buluşturmak zorunda.

Stokçuların anasını ağlatmalı.

Alım garantili ürünleri çoğaltmalı. Şeker, fındık ve nispeten buğdayda yapıldığı gibi.

Gübre, elektrik ve ilaç gibi en önemli üretici maliyet girdilerini karşılamada destek olmalı.

AMA BİR ŞEY DAHA YAPILMALI.

Çin’in, Danimarka gibi pek çok ülkenin hayata geçirdiği ‘Kontrollü Kambiyo Rejimi’ni devreye sokabilir misal.

Kimse yerinden zıplamasın. Olmaz mı? Bu aşamada ülkeye en çok zarar verecek şey kararsızlıktır. Pekâlâ olur. Türkiye 1929 yılı krizinden sağ salim çıkarken piyasayı belirleyen Bankalar Caddesi’nde kimler etkili oldu derseniz? Burada CHP’liler “O dönem tek parti rejimiydi ve demokrasi yoktu” derlerse çok gülerim.

Dünyada kriz var. İngiltere’de enflasyon yüzde 10’a dayandı. İsviçre Federal İstatistik Bürosu rakamlarına göre bir İsviçreli geçen yıl 100 avroya doldurduğu gıda sepetini bu yıl 159 avroya dolduruyor.

Türkiye onlar gibi para basan bir ülke değil. ABD’de enflasyon dolar bazında yüzde 7’ye çıkmış, faiz binde 25. Makasın açıklığına bakar mısınız?

KONTROLLÜ KAMBİYO REJİMİ, parası saldırılara açık olan gelişmekte olan ülkelerin serbest döviz, dalgalı kur sistemini bırakarak döviz alımsatımını devlet eliyle kontrollü olarak artırarak yapması. Amaç, burada para değerini belli seviyede tutmak ve dışa bağımlı maliyet girişlerindeki artışların enflasyona etkisini azaltmak.

Milton Friedman ve Steve Hanke gibi IMF’ci ekonomistler bile gelişmekte olan ülkeler için bu rejimi tavsiye ediyor.

Kimileri buna “SabitBirleşik Kur” da diyor.

Çünkü artık anlaşılıyor ki Serbest Kur Rejimi çare değil. Merkez Bankası rezervi filan hikâye. Diyelim 300 milyar dolar olsun, günün sonunda size kaldıraçlı işlemlerle istediklerini dayatıyorlar. Sermaye kontrolü şart. Deniliyor ki yabancı yatırımcı gelmez.

Bu kuyruklu bir yalan.

En çok yabancı yatırım 40 yıldır Kontrollü Kambiyo Rejimi uygulayan Çin’e nasıl gidiyor peki?

Yazıyı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 2019 yılındaki şu sözleriyle bitireyim:

"Türkiye'nin ekonomik gerçeklerine uygun, insanlarımızın ve ülkemizin ekonomik ilişkilerini emniyete alan, yeni ve adil bir kambiyo rejiminin üstünde mutlaka çalışılmalı, tek yanlı bağımlılıktan kurtulmak için kollar sıvanmalıdır."