Şimdi anlatacaklarım yalanlanacak, ancak umurumda değil. Bu gerçeği herkes öğrenmeli!

İnanın bu yazıda anlatacağım basit bir şey değil.

***

Yıl 1999.

Bir vatandaş kanser hastalığına yakalanıyor. Hastanın babası profesör. Türkiye’nin her noktasına bu kişi için bir yardım kampanyası başlatılması için çağrı yapılıyor. Gazetelere ilanlar veriliyor, televizyonlarda haberler sunuluyor.

İlik nakli için ilik bulunması amacını taşıyan bu büyük kampanya çok büyük destek görüyor. Bu kampanyayı yapanlar kapı kapı dolaşıp para arıyorlar, kan istiyorlar.

160 bin kan örneği alınıyor.

Dönemin Sağlık Bakanı ayağa kalkıyor, reddediyor. Kampanyanın durdurulması için çaba harcıyor. Ama ne ala! Demediklerini bırakmıyorlar bakana.

Sonra bir anda anlaşılıyor ki, aslında hasta olan kişiye ilik nakline gerek yokmuş!

Ortaya bir gerçek daha çıkıyor. 160 bin kan örneğinin 120 bininin ABD’ye gönderildiği gerçeği…

Kan örnekleri isteniyor ABD’den. Vaşington tabii ki vermiyor. Soruşturmalar açılıyor fakat fayda etmiyor, sadece kampanya durduruluyor, tam da o sıralarda hastaya uygun iliğin bulunduğu haberi veriliyor gazetelere.

Birçoğunuz biliyorsunuz. O hasta kişi Oktar BabunaAdnan Oktar örgütünün en kritik elamanlarından biri.

Bakan da henüz yeni hayatını kaybetmiş olan Osman Durmuş.

Bu kampanyaya karşı muazzam mücadele veren Durmuş yıllar sonra çok çarpıcı bir açıklama yapıyor. Bu kampanyanın Türkiye için stratejik bir tehlike oluşturduğunu ve Türk halkının gen haritasının ABD’nin eline geçtiğini söylüyor.

Sonraki cümlesi daha vahim bir duruma işaret ediyordu:

“Muhtemel bir savaşta genlerimize duyarlı virüs üretip, Türk askerlerinde savaşacak güç bırakmayabilirler."

***

O dönemler İstanbul Tıp Fakültesinde bu kan örneklerini alan ve “yetişemiyoruz” çağrısı yapıp Almanya’dan malzemeler temin eden Prof. Dr. Mahmut Çarin, çok değil, bir iki yıl sonra Türkiye’nin ilk Kemik İliği Bankasını kuruyor.

Almanya’nın en büyük tanı test üreticisi olan Qiagen (Kigen) firmasından doku tiplemesine yardımcı olan kitler alıyor. Çarin bunlara doku tayini yapıyor ve böylece Türkiye’de organ nakli süreci hızlanıyor.

Sonra bir ortağı ile firma sahibi oluyor. Özel hastanelerde organ nakli sistemi kuruyor ve bu firmayı çok yüksek meblağlara Alman Kigen’e satıyor.

Kök Hücre işi sonra Türk Hematoloji Derneğine veriliyor, ardından da Türkiye Kök Hücre Koordinasyon Merkezi kuruluyor. Çalışmalar bu merkeze devrediliyor.

Türkiye’nin en kritik ve önemli merkezlerinden biri olan Kök Hücre merkezinde doğan çocuklardan kök hücre alınıyor, saklanıyor ve bunlar dokularına göre sınıflandırılıyor. Bu dokular daha sonra kanserlerde, kemik iliği hastalıklarında bir banka görevi görüyor.

Ve en önemlisi yakın bir zamanda buradaki doku örneklerinin Koronavirüs tedavisinde de kullanılabileceği konuşuluyor.

***

Buraya kadar giriş yaptık ama asıl konuya daha gelemedik.

Gelelim o zaman.

Bu Sağlık Bakanlığına bağlı Kök Hücre Koordinasyon Merkezinin kök hücre bilgilerinin işlenmesi ve HLA doku tipleme hizmet alımı için ihaleye çıkılıyor ve 2 Eylül 2019 tarihinde ihaleyi ATQ Biyoteknoloji İç ve Dış Ticaret LTD. ŞTİ. kazanıyor. 3 yıllığına 70 milyon 200 bin TL’ye bu firmaya veriliyor.

Firma nereye bağlı dersiniz?

Ankara’da kurulan firmanın merkezi Alman Kigen firmasına bağlı.

Her şey bir süre çok yolunda gidiyor, ta ki geçen aylara kadar.

Bu çok önemli Kök Hücre Koordinasyon Merkezinde geçen aylarda ilginç bir olay oluyor.

600 bin kişinin kök hücre bilgilerinin bulunduğu Merkezin Analiz Laboratuvarındaki sistem bir anda kapanıyor.

Çalışmalar duruyor. Kimse ilk başta ne olduğunu anlamıyor.

Sistem 1 hafta kapalı kalıyor. Ve ne olduğu bir süre yaşanan şaşkınlık sonrası ortaya çıkıyor.

Verilere birileri tarafından siber saldırı düzenleniyor. Sistem ‘hack’leniyor.

Bütün bilgilere erişiliyor ve fidye yazılım dedikleri yazılım sisteme yüklenerek bilgiler şifreleniyor ve kullanılmaz hale geliyor.

Siber saldırıyı yapanlar, Sağlık Bakanlığına ulaşıyor ve sistemdeki şifrelerin ortadan kalkması için fidye istiyor. Aksi takdirde sistemi açamayacaklarını söylüyorlar.

Sonra ne oluyorsa oluyor, 1 hafta sonra sistem açılıyor.

Peki sistem nasıl açıldı?

***

Siber güvenlik uzmanlarıyla konuşuyorum. Şifrelerin çözülüp kaldırılmasının mümkün olduğunu ancak bunun eğer yazılımda bir açık yoksa yüzlerce yıl alacağını söylüyor. Yanlış okumadınız, evet bu şifrelerin çözümü yüzlerce yıl alırmış.

Sistem 1 hafta sonra açıldığına göre, bu saldırıyı püskürttüğümüz anlamına gelmiyor.

O zaman tek bir sonuç çıkıyor karşımıza: Saldırganların istedikleri fidye miktarı verildi!

Yani kendi emeklerinizle topladığınız Türk milletinin kodlarını, bilgilerini, para vererek yeniden temin ediyorsunuz.

Eğer vermezsek, 600 bin veriye bir daha asla ulaşamayacağız, varın siz düşünün.

***

Şimdi gelelim işin merak uyandıran tarafına. Birçok soru soracağız. Cevaplanmayacağını biliyoruz ama merak ediyoruz:

Fidye miktarı ne kadardı ve bu fidyeyi kim verdi?

Sağlık Bakanlığı mı?

Yoksa ATQ Biyoteknoloji şirketi mi?

Bu durumdan kimler sorumlu? Sorumlular hakkında işlem başlatıldı mı?

Bu saldırıya karşı bir önlem alınmadı mı?

Buranın siber güvenliğini kim sağlıyor?

Hayati önemde olan bir yer neden Almanlara ihale olarak verildi?

***

1999’da 120 bin kök hücre verimiz ABD’lilerin eline geçmişti, şimdi 600 bin kişinin verileri kimlerin elinde?

Osman Durmuş yaşasaydı sorardık ama soramıyoruz. Fakat cevabı şu olabilirdi:

“Muhtemel bir savaşta genlerimize duyarlı virüs üretip, Türk askerlerinde savaşacak güç bırakmayabilirler."

Ne dersiniz, savaşta mıyız?

***

Ha, bu arada, unutmadan…

Geçmiş olsun!


veryansıntv