Türkiye’de büyük sermayedar kesiminde yer alanlar bir çoğu 100 yıllık cumhuriyetimizin milli sermayedar oluşturma çabaları sonucunda ortaya çıkan isimler. İçlerinde savaş zenginleri de var Selanik dönmeleri diye bilinenler de var. Buradan söylemek istediğim Cumhuriyetimizin binbir zorluk ve fedakarlıkla sermayedar oluşturma gayretlerine rağmen sermayenin milli olamaması ve milletimizin katlandığı zorluklara karşın milletini küçümser bir tavır içine girip milletin değerleri ve tercihlerini alaya alması.
Diğer taraftan Anadolu insanı her türlü zorluğa göğüs gerip savaşırken mandacılığı yeğleyenler, savaş sonrası bir şekilde yine bürokrasi de belli yerleri tuttular. Bir kısmı basında ve siyasi partide yer aldılar.
ABD ile yapılan ilk anlaşmalar ve Fulbright Anlaşması ile eğitilip bürokraside, teknokraside ve jüristokraside önü açılıp devlet kademelerinde hızla yükseldiler. Burada parantez açıp önemli bir detay aktaralım:
Sene 1963…
Türkiye’nin o dönem en güçlü adamlarından olan İsmet Paşa o tarihte Başbakan ve şunları söylüyor:
“Daha bağımsız ve kişilik sahibi dış politika izlenmesini istiyorsunuz. Herkes aynı şeyden söz ediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlere havale edeceğim. Onlar ayrıntılı çalışmalar yapacaklar ve öneriler hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu? Hepsinin çevresinde uzman denen yabancılar dolu. Başaramazlarsa işi sürüncemede bırakmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum, sonucu bana gelmeden Washington’un haberi oluyor. Sonucu memurdan önce, sefirden öğreniyorum.“
İsmet Paşa’nın bu sözleri söylediği tarih 1963. 12 yıl sonrasına gidelim. Amerikan Yardım Teşkilatı, Türkiye’deki çalışmalarının verimini saptamak için bir uzman görevlendirdi. İsmi Richard Podol olan uzman bir rapor hazırlayarak Washington’daki merkeze gönderdi. Raporunda ne diyor biliyor musunuz?
Hemen aktaralım:
“Türkiye’de önemli mevkilerde Amerikan eğitimi görmemiş bir Türk’ün bulunduğu bakanlık ya da iktisadi devlet kuruluşu kalmamıştır.” (Metin Aydoğan, “Bitmeyen OyunTürkiye’yi Bekleyen Tehlikeler”, Umay Yayınları, 35. Baskı, Aralık 2004, s. 136137)
Parantezi kapatalım.
NATO’ya girişimizle birlikte sermaye olarak yükselenleri de gördük. Bu kesime mensup insanlar ve oğulları, torunları devlette ve özel sektörde hep belli yerleri işgal ettiler. Fakat görünüşte bile milli olamadılar.
Şu gerekçeyi öne sürebilirler:
“Başta Amerika ve İngiltere olmak üzere dünyada söz sahibi olan küresel güçlerle iyi geçinmemiz gerekiyordu. Dereyi geçerken ayıya dayı demek mecburiyetindeydik.”
Olabilir ama içten içe derinden de olsa ülkenin tam bağımsızlığına doğru bir inanç olsa, bu konuda yol almamız gerekmez miydi? Bu ne kadar yapıldı?
– Kendi yerli otomobili ile alay edenler (Devrim otosu ve Anadol) kimlerdi?
– Kendi uçak fabrikasını kapatmaya zorlayanlar kimlerdi?
– Kendi silah ve mühimmat fabrikalarını kapatan kimlerdi?
Bunları öğrenmek için dönemin yayın organlarını incelemek yeterli.
Ama biz ne yaptık? Silahlı ve silahsız bürokrasiye, akademisyen çevrelere ve sermaye çevrelerine hakim olan Batıcılar, Anadolu’dan çıkan yüreği memleket aşkıyla yanan ve başta siyaset olmak üzere yoluyla ülkesine hizmet etmek isteyen insanları suçlayıp aşağılamayı marifet saydılar. Oysa Türk insanının millet ve birey olarak öne çıkmasını isteyen bizzat Atatürk’ün kendisiydi ve Cumhuriyetle egemenliği bireylere değil, bizzat Türk milletine devretmişti. Ama sözünü ettiğimiz kesim milletin tercihini umursamadı. Siyasete ekonomik, askeri vb. yöntemlerle Batı adına darbeler indirdiler, milleti aşağıladılar, dışladılar. Türk milletini bölüp ötekileştirmeye çalıştılar.
Yuvarlak Masacılar bunu içerdeki işbirlikçi siyasi ve askeri burjuvayı kullanarak yaptı. Kendilerine biat edenlerle birlikte kontrolleri haricindeki insanımızı sürekli aşağıladılar ve kötülediler. Unutmayalım vesayet düzenine rağmen seçimi kazanan siyasi parti lideri ve heyeti iktidar olsa da muktedir olamadı.
Buna rağmen İstediklerini indirdiler, istediklerini çıkardılar. Hukuku istedikleri gibi yorumladılar. İşin garibi bu vesayet düzenini cumhuriyet ve Atatürk ilkeleri diye yutturanları da gördük. 15 Temmuz 2016 işgal/darbe saldırısını yapan Fetullahçı militanlar/casuslar bile koyu Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı oldukları halde kendilerini Atatürkçü olarak göstermeye çalışmış, Atatürk’ün bir sözünü kullanarak kendilerini “Yurtta Sulh Konseyi” ilan etmişlerdi. Ama satır arasında NATO’ya bağlılıklarını bildirmeyi ihmal etmemişlerdi.
Bakın, bugün de birileri aynı dili kullanıyor. Pensilvanya’daki maşa “kontrollü darbe diyor” buradaki maşalar da aynısını tekrarlıyor.
Erdoğan bugün nerede?
Erdoğan, 2002 yılı sonunda seçimleri kazanırken yüzde 33 gibi bir oy oranı ile iktidarı kazanmıştı. Devletin kadrolarının geçmişte nasıl bir partizanlıkla doldurulduğunu hepimiz biliyoruz. Kimse liyakat martavalı okumasın. 1980 öncesi 45 günlük eğitimle diploma alınan dönemleri 1980 sonrası da gördük. 1990’lı yıllarda devletin nasıl talan edildiğini, nasıl yağmalandığını, nasıl hortumlandığını gördük. Güneş Motellerde yapılan çirkin pazarlıkları da, sonunda ülkemizin IMF’ye nasıl ve hangi şartlarla teslim edildiğini de gördük.
Bir ülke nasıl iflas eder?
Kötü yönetimle iflas eder, soyularak ve soyulmasına göz yumularak iflas eder ve başına bir düyunu umumiye şefinin (Kemal Derviş) getirilmesine rıza göstermek zorunda kalır.
Yüzde 33 gibi bir oy oranı ile iktidara ulaşan ve devletin içinde kendisine mesafeli ve ön kabullerle bakan bir bürokrasi ve yanında ve arkasında sözünü ettiğimiz kesimlerle bağlantılı unsurlarla çalışmak durumunda kaldı.
Zor dönemlerden geçtik. Bu ülkenin vatanseverleri kamplara ayrıştırılmak istendi. 2009 krizinde CFR Türkiye’yi desteklemiş diye ortaya atılan iddialar bunu yazarak zevahiri kurtarma derdinde olan kişiler var. Erdoğan, CFR’ye bu kadar bağımlı ise Ocak 2009 yılında DAVOS’ta sermaye çevrelerine ve İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’e neden “one minute” ile başlayan çıkışını yaptı?
Ve o dönemde yanında olan bazı isimler özellikle CFR gibi, Bilderberg gibi, Davos gibi Yuvarlak Masacılar bugün nerede?
Ali Babacan, Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu ve diğerleri nerede? Temel Karamollaoğlu, Selahattin Demirtaş, FETÖ’nün ileri gelen yazar çizer takımı, HDP’liler PKK’lılar. Hepsi Emperyalizmle aynı saftalar.
Erdoğan bugün nerede sorusunun cevabı 2009 yılından bu yana belli aslında.
Bugün Muhalefet bütün batılı emperyalist çevrelerle birlikte aynı hizada saf tutuyor. Yuvarlak Masacılar, FETÖ, PKK, DHKP/C, Barkeyler, Soroslar, Michael Rubinler, Boltonlar, Murdochlar yani küreselci takım hepsi bir arada.
Türkiye’de solcularımız (solcu geçinenler) emperyalistlerin ve sermayedarların sevgisine mazhar olabiliyorlar. “Kahrolsun emperyalizm” diye haykıranlar bunlar. Oysa aynı sözde solcu kesim “Bu emperyalistler, para babaları, SAM amca bizi neden seviyor” diye sormuyor. Türkiye’de tuzu kuru olan kesim gerçekten şaşırmış vaziyette. Yaşam ve geçim şartları itibariyle, orta üst burjuva denilen bu kesim anlamlandırılamayacak bir kompleks içerisinde. Arkadaş, eşdost ve iş toplantılarında kafayı bulanları devrimci marşlar söylemeye bile özeniyor. Sosyalist geçinerek mahallede ilerici, sosyal demokrat ayaklarında caka satma derdindeler. Bunların beyni o kadar ele geçirilmiş ki Che Guevera’nın” Düşman seni seviyorsa bir puştluk var demektir” mihvalindeki sözünü bile hatırlamıyorlar…
Aslında hazmedemedikleri Türk insanı, Anadolu insanı… Atatürk bile bunlarla bir yere varamayacağını anladığı için bir müddet sonra İstanbul’dan ayılıp Anadolu’ya geçti ve bugün bazı kesimlerin beğenmedikleri ve aşağıladıkları Anadolu insanı ile istiklal savaşını başlatarak işgale son verdi. Yakup Kadri’nin Sodom ve Gomore’de anlattığı işgalcilerle balolarda, eğlencelerde fink atanlar, bugün muhalefet adına Batıcılığı pompalayanların o dönemdeki versiyonu.
İstiklal Savaşımızda devletimizin adı değişti ve yönetimi Monarşik hanedan yerine cumhuriyet oldu. Devlet de millet de aynı ama art niyetliler daha o dönemden itibaren milli değerlerimizi yok etmek, Türk’ün derin kültüründen ve dini inancından uzaklaşması için sanki hiçbir geçmişi olmayan yepyeni bir devlet ve millet diye takdim ediyorlar. Halbuki İstiklal Savaşı’mızı kazanan insanlar binlerce yıldır kurulan devletlerin torunları. Geçmişle bağımızı koparmak isteyenler o dönemden itibaren sistemli bir biçimde devlete tekrar sızdı. Atatürk’ün istediği kökü olmayan köksüz, inançsız bir devlet inşa etmek değildi. Şayet öyle bir düşüncede olsaydı Türk Dil ve Tarih Kurumu ile Diyanet’i kurar mıydı?.
Bu azınlık kesim Atatürk’ü de önlerinde engel görüyordu. Gazi’nin sağlığıyla da uğraştıkları yönünde ciddi iddialar var. Çünkü çok genç denebilecek bir yaşta vefat etti. Ölümünden sonra Atatürk’ün Türkiye’nin tam bağımsızlık yolunda attığı ekonomik adımlar, sanayi hamleleri nasıl ortadan kaldırıldı, hiç düşündünüz mü?
Bugün durum o günlerden farklı değil hatta daha kritik. Türkiye’nin o dönem karşısında olanlar bugün de karşımızdalar. Şimdi daha fazlalar ve hatta daha güçlüler. Ve muazzam bir dezenformasyon var. Hiç bir ahlaki ve vicdani değer ölçüsünü dikkate almadan vuruyorlar.
Büyük Türk milletinin örf, adet, gelenek gibi binlerce yılda edindiği ve biriktirdiği kültürel değerlerin yanı sıra tanışması bin yılı geçen İslam inancıyla da alay ediyorlar. İslamiyet’i anlayamamış, haddi aşan sapkınlar her dini inançta olduğu gibi İslam dininde de bulunmasına rağmen, diğer milletler bu sapkın azınlığı baz alarak genelleştirmezken bizdeki tuzu kuru kesim maalesef dini inancımızla kültürel değerlerimizle alay etmekte, ötekileştirmekte, ayrıştırmakta hatta düşmanlaştırmakta.
Atatürkçü diye kendilerine koruma kalkanı sağlayan bir kesim kendi milletine bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adamlar, bu milletin yüzde 60’ı aptaldır diyebiliyor ve milletimize tersine ırkçılık yapabiliyor. Bunu söylerken cumhuriyetçi olduğunu da söyleyebiliyor.
Ama şunu da unutmayalım. Evet onlar çok daha güçlü. Ama biz de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün döneminden çok daha güçlü ve birikimliyiz.
Atatürk bağrından çıktığı Türk milleti için “zekidir, çalışkandır” diyordu ve ekliyordu: “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”