Kariyerinde futbolculuk, teknik adamlık ve kulüp başkanlığı bulunan kişilerin sayısı, bir elin parmakları kadar bile yoktur.

Beşiktaş’ın efsanelerinden Hakkı Yeten (Baba Hakkı) bu üç görevi de üstlenmiş kişilerin belki de başında gelir. Karagümrük’te geçirdiği 5 sezonun ardından 1931 yılında siyahbeyazlı ekibe transfer olan Baba Hakkı, 17 yıl boyunca Beşiktaş’ın takım kaptanı olarak sahaya çıktı. Yeten, futbolculuğunun hemen ardından siyahbeyazlı ekibin teknik direktörlüğüne getirildi ve 1960 yılında da Beşiktaş Kulübünde başkanlık koltuğuna oturdu. Çeşitli periyotlarda 3 kez siyahbeyazlı kulübün başkanı seçilen Baba Hakkı, 1980 yılında vefat etti.

Fenerbahçe’de futbola başlayan ve 20 yıl sarılacivertli formayı terleten Fikret Arıcan da 3 apoleti omzuna takanlardan oldu. Büyük Fikret olarak bilinen ve adı Fenerbahçe Marşı’nda da geçen Arıcan, 19451947 yıllarında ve 1955’te Fenerbahçe’de teknik direktörlük görevini üstlendi. Sarılacivertlilerde 19841986 yıllarında kulüp başkanlığı da yapan Arıcan, 1994 yılında ebedi aleme göç etti.

Baba Hakkı ve Büyük Fikret gibi futbolun 3 kademesinde görev yapan bir kişi daha var. Trabzonspor‘un efsane kadrosunda futbolculuk ve teknik adamlık yapan, 2001 yılında da bordomavili kulübün başkanlığına getirilen, Türk futboluna sayısız oyuncu kazandıran Özkan Sümer.

Ocak 1940’ta Trabzon’un Maçka ilçesinde üç kardeşin ortancası olarak dünyaya gelen Özkan hoca, ilkokulu Maçka’da okurken, ortaokul ve lise öğrenimini Trabzon’da tamamlamış.

Ortaokul yıllarında İdmanocağı ile futbolculuk kariyerine başlayan Özkan Sümer, Trabzonspor’un kuruluşuyla birlikte (1967) bordomavili formayı sırtını geçirdi.

Futbolculuğunun ardından teknik direktörlüğe soyunan Sümer, 1978 yılında Trabzonspor’un hocası oldu ve Karadeniz ekibi, Özkan Sümer ile 19781979 ve 19801981 sezonunda şampiyonluğa uzandı.

Özkan Sümer, 19831984 sezonunda Galatasaray’ı çalıştırdı. Ertesi sezon yeniden Trabzonspor’a dönen Sümer, burada bir yıl görev yaptı. 19901991 ve 19971998’de de bordomavili ekibin başında yer alan deneyimli teknik adam, Denizlispor, Samsunspor ve Konya Mobellaspor’da birer yıl hizmet verdi.

2001 yılında Trabzonspor’un başkanlığına getirilen Özkan Sümer, 20032004 sezonunun henüz ikinci haftasında görevinden istifa etti.

Geride kalan günlerde 80. yaşını geride bırakan Sümer, Ahmet Ağaoğlu’nun başkanlığını yaptığı şu anki bordomavili yönetimde genel koordinatörlük görevini yürütüyor.

Bilhassa Trabzonsporlu taraftarların “futbolun bilge insanı”, “futbolun profesörü” olarak tanımladıkları Özkan Sümer ile bir araya geldik, Türk futbolunu masaya yatırdık.

Özkan hoca, futboldaki mevcut sorunları ve çözüm önerilerini detaylı bir şekilde anlatırken, Trabzonspor’un kuruluşu, bordomavili kulüpteki başkanlığı, yabancı futbolcu meselesi, taraftar dernekleri/profilleri, VAR sistemi, 20102011 sezonunun yankıları konusunda çarpıcı açıklamalarda bulundu.

KAĞITTAN TOPLA OYNADIK

Özkan Sümer ile sohbetimizin hemen başında geçmişe yolculuk yaptık. Sümer, çocukluğunda Maçka sokaklarında teneke kutularla futbol oynamasından, Trabzonspor formasını sırtına geçirdiği gençlik yıllarına dek uzanan süreci kısaca şöyle anlattı:

“Benim çocukluğumda ortamımız futbola çok uygundu. Mahalle dediğimiz, sokak dediğimiz şey, o zaman bizim çocuk olarak oynayabileceğimiz veya çevre bulabileceğimiz bir imkan sunuyordu bize. Trabzon’da çocukların futboldan kopuk olması söz konusu değildi. İlk başladığımız zaman top bulma güçlüğü vardı sadece. Kağıttan toplar yapar ya da teneke kutularla futbol oynardık. Okul hayatı da öyleydi. Ortaokula başladığım yıl, İdmanocağı’nda da futbola başladım. İlk zamanlar kaleciydim. Devamlı büyüklerle maça çıkıyorduk ve onların şutları falan beni biraz hırpaladı. Sonra pozisyon değiştirdim ve savunma oyuncusu oldum. Zaman zaman forvet oynasam da asıl yerim savunmaydı. 1967’ye kadar da İdmanocağı’nda oynadım ve o yıl Trabzonspor kurulunca oraya geçtim. Trabzonspor’da ilk yıllar çok sancılıydı. 2’nci Lig’de mücadele ediyorduk ve bir an önce 1. Lig’e çıkmayı hedefliyorduk. Transferler, oyuncu almalar vermeler falan 7 yıllık böyle bir çaba sonuçsuz kaldı ve üzücü sonuçlar oldu. Nihayet 7 yıl sonra Trabzonspor kendi gerçeğine döndü. Kendi özgünlüğü içinde kendi oyuncularıyla onları bir araya getirdi ve o potansiyeli etkinleştirerek de 1. Lig’e çıktı. Çıkar çıkmaz da fark edilir bir performans ortaya koydu ve sonraki yıllarda da şampiyonluklar ve kupalar geldi.”

O KULÜPLER OSMANLI DÖNEMİNDEKURULMUŞ BİZ CUMHURİYET ÇOCUĞUYUZ!

Trabzonspor’un kuruluş tarihi, İstanbul’un 3 büyük takımının kuruluşundan 60 sene sonra gerçekleşiyor. Bu gecikmenin sebebini o günlerin canlı tanığı Özkan hocaya sorduğumuzda karşımıza şehir içi rekabet çıktı:

“İstanbul’un büyük kulüpleri ve diğer kulüpleri küçük gördüğümden söylemiyorum ama çok ayrıcalıklı, kitle bakımından potansiyel olarak büyüklüklerini kanıtlamış bütün o kulüpler, Osmanlı döneminde kurulmuş. Biz ise cumhuriyet çocuğuyuz. Trabzonspor, cumhuriyette kurulmuş ve kendi enerjisini, kendi heyecanını, kendi potansiyelini birleştirerek etkin bir şekilde kullanma anlayışıyla kurulmuş bir kulüp. Bu kuruluş da hiç kolay olmadı çünkü Trabzon içerisinde çok ciddi bir rekabet vardı. O rekabeti bir araya getirmek, onu uyumlu hale getirmek, ona etkinlik kazandırmak çok büyük bir uğraş ve beceri gerektiren bir hadiseydi. Dönemin yöneticileri büyük bir özveriyle, büyük bir kararlılıkla, çok uzlaşıcı bir anlayışla bu birlikteliği sağladı ve bunun neticesinde de İdmanocağı, İdmangücü, Karadeniz Spor ve Martı Spor adlı 4 kulübümüz birleşti ve 1967’de Trabzonspor’un kurulması sağlandı.”

“Futbolu, futbolun içinden gelenler yönetmeli” savını duymayan yoktur herhalde. Bu tezin doğruluğu tartışıladursun, Trabzonspor’da hem futbolculuk hem de teknik adamlık yapan Özkan Sümer, 2001 yılında bordomavili kulüpte başkanlık koltuğuna oturdu.

Sümer’in başkanlık macerası ise çok yankı uyandıran bir gerekçeyle son buldu. 20032004 sezonunun henüz ikinci haftasında Trabzonspor’un konuğu Fenerbahçe’ydi. Müsabakada çıkan olaylar sonucunda her iki kulüp de para ve saha kapatma cezası almıştı. Fenerbahçe Kulübünün yaptığı itiraz sonucunda da Tahkim Kurulu, sarılacivertli kulübe verilen saha kapatma cezasını kaldırdı. İşte bu karar, Özkan Sümer’in görevinden istifa etmesine sebebiyet verdi. Haksızlığa dikkati çekmek ve futbol kamuoyuna mesaj vermek adına istifa ettiğini belirten Sümer, an itibarıyla bu kararından pişmanlık duyuyor:

“Trabzonspor, çok haklı olduğunu düşündüğüm bir olaydan ötürü haksız noktaya düşürüldü, haksız görüldü. Ben bunu düzeltme imkanından mahrum kaldım. Yani çabaladım ama o düzeltmeyi başaramadım. Başaramayınca da o rahatsızlık içinde bir mesaj olur diye, bir kısım yanlışlara dikkati çekmek adına başkanlıktan istifa ettim ama bugün pişmanım. Belki biraz düşünme zamanı kendime ayırsaydım, başka türlü bir mücadeleyi seçebilirdim. Keşke dediğim noktadır bu. Çünkü Trabzonspor adına iyi olmadı. Biraz içten mücadeleyi sürdürseydim, başka arayışlara girseydim, başka şeyleri zorlasaydım belki Trabzonspor adına daha iyi olurdu. Çünkü Trabzonspor hem ekonomik olarak hem sportif olarak hem de kitlesel olarak uyumlu hale gelmişti. Çatışmalar, tartışmalar, kayıplar, handikaplar yaşadıktan sonra artık Trabzonspor’un sistem olarak da anlayış olarak da etkinlik olarak da bir yere oturmaya başladığı bir dönemde ayrılmış olmam kötü oldu. O günden sonra Trabzonspor yine kendi doğrularından, değerlerinden kayış yaşadı.”

BÜYÜK KULÜPLER KAYIRILIYOR

Büyük takımların küçük takımlar karşısında her zaman kayrıldığına yönelik futbol kamuoyunda oluşan hakim kanaatin gerçeklik payını sorduğumuz emektar teknik adam, sorumuza çok net bir cevap verdi:

“Büyük kulüplerin kayrıldığını net bir şekilde ifade edebilirim. Kayrılmıştır. Kaldı ki şimdi bu kayrılmanın etkileri çok derin oluyor. Yani o küçük kulübün hakkını elinden aldığın an yaşamını tehlikeye düşürüyorsun. Büyük kulüpten bir şeyler aldığın, kopardığın zaman yine büyüklüğü devam eder ama küçük kulüp için aynı şeyi söylememiz mümkün değil. Bu bakımdan Türk futbolu çok acı sonuçlar yaşadı. Dönemsel olarak bir kısım şeyler oturdu, güzel de yönetildi ama buna bir devamlılık kazandırdığımız söylenemez. Bazı yönetim dönemlerinde Türkiye Futbol Federasyonunun tutumu, davranışı, anlayışı ve kararlılığının denge oluşturduğu dönemler vardır. Bunun böyle dağıldığı, savrulduğu dönemler de var. Öyle olunca bu tartışma hep böyle acılı şekilde devam ediyor.”

Kayrılma konusunda hakem ve Video Yardımcı Hakem (VAR) kararlarının etkisini de değerlendiren Özkan Sümer, hakemlerin destek ve güvenden mahrum bırakıldığını, en büyük ihtiyaçlarının da bu iki kriter olduğunu öne sürdü:

“Ne yazık ki VAR bile tartışmaları sonlandırmadı. VAR’ı önceleri sakıncalı görüyordum, futbolun akışının kesilmesi yönündeki kaygımdan ötürü. Bir kısım şeyleri doğrulama yönünde VAR’ın artık gerekli olduğunu düşünüyorum. Yalnız VAR’ın bazı şeylerde eksik ve aksak davrandığı veya yetersiz kaldığı gerçeğini de kabul etmeliyiz. Orada da tümüyle bir yeterlilik olduğu söylenemez. Burada da asıl sorun hakemlerin yetersizliği yönündeki kanaatin çok rahatsız edici bir noktaya gelmesidir. Bir kere hakemlerin performansını yükseltmek konusunda eğitim bile yeterli değildir. Desteğe ihtiyaç var, güvene ihtiyaç var. Hakemlerimiz bundan mahrum olduğu için güvensiz ve kaygılar içerisindeki bir hakemin, daha çok hata yapacağını düşünüyorum. Çok net bir şekilde söylüyorum, eğitimi tabii ki kabul ediyoruz ama hakemlerin birinci ihtiyacı destektir, güvendir. Bu güven ve destekten mahrum oldukları sürece potansiyelleri ve kabiliyetleri ne olursa olsun bunları yeterince kullanmaları zor olacak.”

TÜRK FUTBOLU İYİ YÖNETİLMİYOR

Özkan hoca hakemlerden konuyu açınca, Türk futbolunun öncelikli sorunlarını anlatmasını rica ettik. Usta teknik adam, futbolumuzdaki sorunları sıralarken bunun müsebbibinin federasyon olduğunu iddia etti:

“Bir kere Türk futbolu iyi yönetilmiyor, hatta hiç yönetilmiyor. İnanılmaz derece savruk haldeler. Futbolu idare etmek bir kere teknik bağlamda çok çok ciddi bir iştir. Çok teknik bir iştir. Bu kadar teknik bir işin bu kadar yüzeysel ve bu kadar olayın becerisini ve değerini kavramamış insanlar tarafından yönetilmesi veya sorumluluk üstlenilmesi aklın alabileceği bir şey değil. Zaten ülke futbolunun akıbeti bu bakımdan büyük bir çöküş, hatta büyük bir tükeniş içinde. Şimdi birkaç örnek vereyim. Türk futbolu, Kıbrıs’tan sonra dünyada en fazla yabancı kullanan ülke. Türk futbolu, dünyada en yaşlı lig. Türk futbolu, en az oyuncu üreten lig. Türk futbolu, dünyada en borçlu lig. Türk futbolunun bir kısmı belediyeler tarafından yönetilen tek ülke. Geçen seneki verilere göre söyleyeyim, geçen sene Süper Lig’de 17 teknik adamın görevine son verilmesi, bu da bir dünya rekoru. Kıbrıs’tan sonra dünyada en fazla yabancı kullanan Türkiye, niye yabancıları kullanıyor, rekabette üstünlük sağlamak için. İyi de sportif başarısına bakıyorsun bu sene Başakşehir bir gayret içerisinde, diğerleri ilk başta yok olmuş. Geçen sene de öyle. Yurt dışında yaklaşık 5 milyon vatandaşımız var. Beş milyon vatandaşımızın 5 büyük ligde oynayan 19 çocuğu var. Bu geçen seneki veriler. O yabancı ülkelerdeki vatandaşlarımızın 19 çocuğu, 5 büyük ligde oynuyor. 82 milyondan da 5 oyuncu. Bu hala bir uyandırma, dikkati çekme veya potansiyeli nasıl değerlendireceğimiz konusunda bir fikir oluşturmaya yetmiyor mu?”

Özkan hoca, sıraladığı sorunlar için çözüm önerisini de dile getiriyor. Sümer’e göre tek kurtuluş yolu, futbolcu üretiminde:

“Türk futbolunun potansiyeli nedir. Her şeyden önce bir iş, hele bu kadar teknik bir iş yapılırken önce bir potansiyel tespiti yapacaksın. Potansiyel tespiti yaptıktan sonra önceliklerini belirleyeceksin. Bu önceliklerini işte biçimleyeceksin, süreçlendireceksin ve sonuçta bundan ne elde edeceğini bileceksin. Galatasaray 4 sene art arda şampiyon oldu, UEFA Kupası’nı da aldı ve battı. Böyle bir şey olabilir mi? Bu şampiyonluklardan kazançlı çıkması gerekirken. Ancak Galatasaray’ın yapmadığı bir şey var, başarılı olurken o başarıyı nasıl pazarlayacağının hesabını yapmadı. Buradan ne elde edeceği şeklinde bir hazırlık içinde olmadı. Tüm bunlara baktığımızda oyuncu üretmiyorsun, üretilenleri yönetmiyorsun, bunları katmaçıkarma yönündeki bilinçli bir uygulamadan mahrumsun, işler nasıl yürüyecek? Buna biraz dikkat ettiğimiz zaman Türk futbolunun veya Türk gençlerinin bu konuda bir potansiyeli olduğunu, futbola eğilimlerinde başarılı olabileceği gibi bir sonuç çıkmasına rağmen ne yazık ki yanlış uygulamalar sonucunda Türk futbolu artık her yönden, sportif olarak, ekonomik olarak, kitlesel olarak da çok zor günler geçiriyor. Benim tanımlamam şudur; Türk futbolunu yükseltebilecek tek değer, ben ona Arşimet noktası diyorum, üretimdir. Üretim yaptığın takdirde sportif başarı yükselecek, kulüpler ekonomik zorluktan kurtulmuş olacak ve bir devamlılık kazanacak. Ülke yeniliğiyle beraber gerçek anlamda özgün bir rekabet içerisinde olacak. Şimdi işte taşımalar, çıkarmalar, vermeler, almalar her yönüyle bir tutarsızlık, bir değersizlik, bir kalıcılık ortaya çıkarmadığı için ne yazık ki işler böylesine ters gidiyor.”

YABANCIYA HAYRANIZ KENDİ İNSANINA DEĞER VERMİYORUZ

Kulüplerin kurtuluşu için üretimin şart olduğunu savunan Özkan Sümer’e göre bu icraatın önündeki en büyük engel yabancı futbolcular:

“Bir kere değer vermediğin bir şeyin değer üretmesi mümkün değildir. Her şeyden önce kendi insanımıza değer vermiyoruz. Bizden değilse bizden iyidir anlayışı içerisinde. Yani Türk toplumu, yabancıya hayran, kendi insanına düşman. Hatta ben biraz daha ileri giderek bir konuşmamda, sunumumda söyledim. Türk toplumu sportif açlığını kendi insanını, çocuklarını yiyerek gidermeye çalışıyor. Bu çocuklar bu destekten, imkandan ve ortamdan mahrum bırakıldığı sürece gelişmeleri mümkün değil. Yabancı sayısının 14’e çıkarılmasının o günkü tartışması içerisinde şu vardı. Rekabette üstünlük sağlamak. Yani uluslararası bir rekabete Türk futbolu hazır hale gelmesi ve bundan üstünlük sağlama yolunun yabancı oyuncularla mümkün olacağı düşüncesi. Şimdi çok iddialı bir şey söylüyorum. Futbolda asıl anlaşılması gereken, bir kere etkinleştirmek için ve böyle bir kalıcı başarı sağlamak için değişmeyen tek bir şeyi yani olumlamak için kesinlikle uyumlamak. Uyumlamak da özgünlükle başlatılacak bir şeydir. Yani böyle derlemeyle, toplamayla uyumlama olmaz. Gelişmiş ülkeler de oyuncu falan filan alıyor ama kültür farkı fazla yok. Bizde öyle değil. Bu yabancıyı barındırmak ve uyumlu hale getirmek hiç kolay olmuyor. Dünyanın en teknik olaylarından biri futbolcu ki bunun malzemesi insan. İnsan üzerinde karar veriyorsun. İnsanları verimli kılabilecek bir mekanizma oluşturmaya çalışman gerekiyor. Bir eşyayı bile koyabileceğin yer için seçici oluyorsun, bir kısım değerler katıyorsun, uygulamalar yapıyorsun. İnsanları bir araya getiriyorsun ve o insanlar dinamik olacak, becerili olacak, uyumlu olacak ve başarılı olacak. İnsaf ama yani. Bunun birinci ihtiyacı olan o bilgiden mahrum olamazsın. O bilgi de dediğim gibi özgün olacak. Kalkıp da başka ülkelerin başarılı uygulamalarının senin için de iyi olacağı düşüncesi müthiş bir yanılgıdır. Müthiş bir yanılgı.

Kendine özgün doğrularla hareket edeceksin. Kendini tanıyacaksın. Ben neyim onu bileceksin. Onu etkinleştirmek yönündeki arayışın ve anlayışın bu olayı çözmeye yetecektir. Yabancı oyuncu, nitelik ve nicelik olarak yeniden ele alınmalı. Bu kulüpleri mali yönden düzeltir, sportif yönden düzeltir ve en önemlisi üretimi teşvik eder. Oyuncu üretimindeki en büyük engellerden biri onların önünü kesen yabancı oyunculardır çünkü tercih onların. Toplum, çok üzücüdür ki hiçbir şey üretmeyen yabancı bir oyuncuya inanılmaz bir destek veriyor. Genç oyuncu da azarlanıyor. E nasıl olacak. O çocuklar, o gençler bir devamlılık ve bir hazırlıkla dahil edildiği takdirde kazanılmış olur. Yoksa böyle ihtiyaç oldu, ceza oldu, sakat oldu falan kat ve sonra at… İş böyle yürütülüyor. Yabancı oyuncu alacak ama çok seçkin bir ihtiyaca dönük olacak. Bakın çok iyi bir oyuncu olması yetmiyor. Çok iyi bir oyuncu olabilir ama senin ihtiyacına uygun değil. İhtiyacına uygun bir iyiliğe yatırım yapacaksın. Gençlerini veya ulusal imkanlarını kullandık ve kadronda eksik oldu, tamamlayamıyorsun veya onu zenginleştirecek ya da etkin kılabilecek arayış içindesin. O yabancıya evet ama bir kez daha söylüyorum, o ihtiyaca uygun olacak. Bir takımdaki iyi oyuncu senin için de iyi olacak anlamına gelmiyor. Hiç de olmamıştır. Her şeye rağmen mesela Bursaspor 20092010 yılında şampiyon oldu. Kadrosunda altyapıdan 10 oyuncu var. Bunun 6’sı oynadı. Daha sonra Bursaspor şampiyon olduktan sonra bunları yetersiz gördü ve gönderdi. Kendini de nereye gönderdi ortada.”

TARAFTAR DEĞİL MÜŞTERİ VAR

Futbol çarkının içinde bulunan ve her geçen gün değişen taraftar profillerini de sorduk Özkan Sümer’e. Ona göre artık taraftar yok, müşteri var:

“Taraftar dediğimiz şey geçmişte her şeye rağmen böyle sadakat üzerinde düşünülürdü. Yani kulübüne herkesin kolaylıkla yapacağı tanımlamayla söyleyeyim, taraftarlık koşulsuz bir sadakattir. Şimdi müşteri var, müşteriden bahsedebiliriz. Talep ediyor, istiyor. O zaman talep malep yok. Dediğim gibi koşulsuz olarak sadakat. Şunu al diyor, bunu al diyor, oyuncu al diyor, yönetim değişsin diyor, hoca değişsin diyor. Şunlar yapılsın diyor .Yani tamamen müşteri haline gelmiş. Müşteri memnuniyeti de çok farklı bir şeydir ve memnun ettikçe yeni bir memnuniyetsizlik ortaya çıkıyor. Yani, kulüp kurumsal anlamda bir yapıya kavuşmadığı takdirde o müşteri memnuniyeti egemen olur. O memnuniyeti de besleyen medya olur çünkü o da o müşteriyi iyi tutmak zorundadır ve bu birleşme veya bu ilişki ve etkileşim sonunda işte ihtiyaç duyulan doğru bir kulüp yapısını ve yönetimini ortaya çıkarmaya en büyük engel ne yazık ki.”

Özkan hoca taraftarlık konusuna dair açıklama yaparken birden “Bak taraftarlığı konuşurken aklıma başka bir şey daha geldi.” diyerek sözlerine devam etti:

“Şimdi bir sürü taraftar derneği var ortalıkta. Zamanında bunları legal hale getirmek için toplantılar yapılıyordu ve ben de bunlardan birine katıldım. Herkes konuştu ve en son ben konuşayım dedim. Neyse konuştular, taraftar derneklerini legal hale getirmenin gerekliliğini, işte onlara sorumluluk verilecek, şu verilecek, bu verilecek, örgütlenmenin bilinci falan… Sıra bana geldi, dedim ben şaşırdım. Kulübün kendisi taraftar derneği değil mi? Yahu siz paralel taraftar dernekleri kurmaya çalışıyorsunuz. Nasıl olacak dedim. Ve bunlar birbirinin canından beslenmeye çalışacak. Birbirinden koparmaya çalışacak var olmak için önem kazanmak için etkinleşmek için. Sonunda bakın oraya geldik, bakın. Ve o gün daha yasa çıkmamıştı, yasa çıkarılması yönündeki hazırlıkta konuştuğum şeyden bahsediyorum. Yazık günah değil mi? Bu taraftarları, bu taraftarları bir kulüp taraftarı olarak tutmak, bilinçlendirmek ve etkinleştirmek kulübün kendi dernek zaten, taraftar derneği. Şimdi bu dağınıklığı falan filan her biri farklı taleplerde bulunuyor. Bir rekabet içinde. Ona verdin bana da ver diyor. Yani futbolu yönetmek için çok ciddi yanlışlar yaptık ne yazık ki. Şimdi toparlamak konusunda artık böyle iyi bir uzmanlar kuruluna ihtiyaç var ve bunu da etkin kılabilecek bir ortam sağlamaya ihtiyaç var.”

FUTBOL SAVAŞIN BARIŞIDIR

Deneyimli teknik adama futbolun ne olduğunu, kendisi için ne anlam ifade ettiğini sorunca Özkan hoca yine kendisine özgü bir cevap verdi:

“Futbol, herkesin herkesle iletişim kurabileceği ortak bir şenliktir. Bir coşkudur, bir birleşmedir ama geneline, küresel olarak baktığımızda Brezilya’dan tut işte İngiltere’ye kadar bir kimlik ve kültür değeri üzerinde insanların bir araya gelmesi ve bir coşku yaşaması, bir neşelenmesi veya bir şeyi kaybettiği zaman müşteri üzülmesi gibi bir bütünlüğü gerektiriyor, bir bütünlük. Evrensel tanımında futbolda ne var, futbol savaşın barışıdır. Spor için söylüyoruz, savaşın barışıdır. Gerçekten evrensel ilişki kurmak yönündeki bu potansiyeli hiçbir zaman böyle küçümseyemeyiz. Kalkıp da Türkiye, dünyanın diğer ülkeleriyle falan bakın bir yarışma içerisinde ve o yarışmanın kendi özgün değerleriyle yarışması gibi bir ortam ve imkan sağlıyor olması önemli bir şey. Yani futbolun en yüksek değeri, her şeyinin insana dayalı olması. Bütün malzemesi insan. İnsan, insan için kutsaldır felsefesi vardır. Futbolda da bütün değerler insan üzerinedir. İnsanları birleştirmek, buluşturmak ve etkinleştirmek içindir. Bu etkinleştirme şiddete ya da barışa dönük olabileceği gibi bir şenlik havasına dönüştüğü dönemler de olabilir. İnsanların ihtiyaç duyduğu taraf da o şenliği yaşamaktır. Zaten olayı kıymetli kılan da o şenliğe ulaşma çabası. Şenlik, her durumda, her tutumda, her ihtiyaçta veya her sonuçta ortaya çıkan bir şey değildir. Futbolda biz çoğunlukla işin teknik tarafına bakıyoruz ama bu, şenlik için yeterli değil. Teknik tarafının kıymetli olabilmesi için etik ve estetik değeri de olması lazım. Bu yok ise o teknik tarafı yetmiyor. Onunla birleşmesi lazım, onunla uyumlu hale gelmesi lazım.”

Trabzonspor camiası, 1996’da kaçan şampiyonluğun travmasını tam atlatmıştı ki bu kez de 20102011 sezonuyla karşılaştı. Bordomavililer o sezonun akabinde UEFA Şampiyonlar Ligi’ne davet edildi edilmesine ama aradan 9 yıl geçmesine rağmen camianın büyük bölümünde o sezona ait beklentiler (şampiyonluğun iade edilmesi, rakiplerin cezalandırılması) devam ediyor. Özkan Sümer, bu konuda bordomavili kulübün hukuki girişimlerinin devam ettiğini belirtirken, camianın tüm enerjisini buraya harcamasının takımın yükselişine engel teşkil ettiği görüşünde:

“Onun etkisi halen devam ediyor. Benim zaman zaman konuşmalarımda da ifade ettiğim gibi onunla hesaplaşma başka bir şeydir ama ona tümüyle gömülüp de yapabileceğin mücadeleyi zayıflatmak başka bir şeydir. Biz ona çok fazla bağlandığımız için veya o beklentimiz çok güçlendiği için ya da bir haksızlığın etkisinde kaldığımız için yeniden yapabileceğimiz mücadelede veya yeniden yapmamız gereken çıkışlarda biraz zayıf kaldığımızı düşünüyorum. Bu konuda hukuki olarak çalışmalar yapılıyor. O devam ediyor, bir süreç yaşıyor ama Trabzonspor şu anda, bugün yaşadığı hadiseleri en iyi şekilde kotarmak gibi bir anlayış içinde olmalı. Taraftarı, oyuncusu, şusu, busu, bütünüyle bu olaya şu anda neredeyse bulunduğu yerin gereğine uygun olarak enerjisini, aklını, imkanını, her şeyini burada kullanması gerekir. Geriye dönüp bakmaya zaman zaman ihtiyacımız var şüphesiz. Önümüzü görmek için geriye de dönüp bakmak lazım. O bakmakla kalınır. Enerjini falan orada harcayamaz.”

Özkan Sümer ile sohbetimizi, usta ismin gençlere mini nasihatiyle sonlandırdık:

“Bir genç, bir kısım uygulamalardan rahatsızlık yaşayacak. Yaşayacak yani ama gençlerin zorlanmadan gelişmenin olmayacağını bilmesi lazım. O zorlukları aştığı zaman gelişme yolunun da açıldığını bilmesi lazım. Her zorluk onun gelişmesine önemli bir katkıdır. Bedel yoksa ödül de yoktur.”