Elazığ depreminde insanlarımız canlı canlı enkaz altındayken İmamoğlu’nun kayak görüntüleri siyasette de deprem etkisi yarattı.
Bugünkü yazılarında Soner Yalçın ve Emin Çölaşan dün akşam ekranlara çıkan Yeni CHP’liler İmamoğlu’nu şu cümlelerle savundular: ‘Ne kadar doğal adam. O eski tür siyasetçi değil. İçinden geldiği gibi davranıyor ne kadar güzel…’
Yani diğer siyasetçiler gibi deprem bölgesinde yapmacık iki yüzlü davranmamış, içinden geldiği gibi doğal davranmış.
Doğal! Doğal! Doğal…
Doğal’ı bu işte, ruhsuz bir adam!
Enkaz altındakilere ’empati’ duymayıp tatile gitmiş.
Abartarak bir örnek verelim, sapık piskopat bir katili avukat mahkemede şöyle mi savunmalı: Hakim bey sapık piskopat olabilir ama ‘doğal’ bir adam, içinden geldiği gibi davranıyor.
Sorun da zaten bu, doğasının (fıtratının) ne mal olduğu!
Çiftlik Bank’ın Tosun’u da doğal davrandı, parasını yediği insanların çoluk çocuğuna acılarına hiç bakmadan yurtdışında manitaları paraları bir güzel lüplüyor. Ey halkım, doğal, içinden geldiği gibi davrandığı için bu tokatçıyı da bağışlayalım.
Kardeşlerim, peşinen söyleyeyim, İmamoğlu’nu yağlama yıkama görevi üstlenmiş Cumhuriyet, Oda Tv, Sözcü vs. gibi gazetelerin her bir yazarımuhabiri Belediye Başkan adayı pekala olabilir ve asla itirazımız olmazdı, burada siyaset değil ‘başka tür’ bir tokatçılık var!
Modern insan beşon büyük sinema filmi beşon roman okumak zorunda, çünkü, bu hikayelerle ‘duygu’ dünyasını geliştirir. Böyle yaparsam sonucu böyle olur gibi nedensonuç ilişkileri zihnine kazınır kurgu dünyası gelişir. Başka insanlara ’empati’ duygusu derinleşir, his ve merhamet dünyası genişler, vb.
Bakın, sanatçı Bedri Baykam’ın bıçaklanıp deşilen karnını tutup taksi taksi taksi diye bağırdığı o canlı yayın anı sosyal medyada FETÖ’cüler sadistçe binlerce ‘oh ne güzel’ twitleri attılar. Bir insan ölürken oh ne güzel diyebilen insan türünü kim yetiştirdi?
Deprem akşamı bütün ülke Elazığ deprem haberini duyunca işini gücünü bıraktı, depreme odaklandı, herkes yerinde korkudan ‘zınk’ gibi kaldı, annelerin feryatları 80 milyonun içinde yankılandı, 80 milyon duaya başladı, telefona sarıldı, bir millet yasa gömüldü.
İşte tam o deprem dakikalarında FETÖ’cülerin çektiği iddia edilen Babil adlı dizinin yeni bölümü yayındandıydı ve binlerce FETÖ’cü sanki ülke bir depremle hiç sarsılmamış gibi, Babil dizisini öven twitler atıyordu. Saatler geçti Babil dizisine methiyeler yazmayı sürdürdüler. Dünya yıkılmış onların derdi Babil dizisi. Dünyaya acılarına memlekete bu kadar yabancı insanlığa bu kadar uzak insan türünü kim yetiştirdi?
Nasıl mı, FETÖ’cülerin FETÖ dışında kitap okuması TV film seyretmesi yasaktır, böyle yetiştiler.
Yüzlerce general Balyoz’la içeri tıkılmakla kalmadı maaşları kesildi ordumuz tasfiye edildi ve koskoca generallerin eşleri çocukları kiralarını ödeyecek günlük yiyeceklerini temin edemez hale geldiler. Tüm tarihinde bir milletin başına gelebilecek en büyük felaket gelmiş, ama, İmamoğlu Samanyolu ekranlarına çıkıp, bu facianın hiç bir yerini görmüyor, ne milletine ne ordusuna ne maaşsız kalan generallerine hiç birine empati duymuyor, ve ekranda hâlâ Aziz Yıldırım’a yapılan operasyonu yani FETÖ kumpasını savunuyor.
Sonra, başkan adayı olunca, sosyal medyadan kendisine dair 15 Temmuz öncesi ve hemen sonrasına ait iki yıllık bilgileri sildiriyor, neden çekinip, sildiriyor.
Henüz yirmi yaşında bir yılda ikiyüz daire sattım diye övünen bir başkan var, kırk yaşına geldiğinde Manukyan kadar daire sahibi olmuş bir adam.
Biz de bir hayat yaşadık nice müteahhit gördük, yeni CHP içinde ne ‘tokatçılar’ gördük, başkan adayı olur olmaz, ‘at şuraya yüzbin’ ‘şu iki müteahhitte para var onları da yanına al’ gibi, adaylıklarını tokatçılıkları için kullananlara bu ülke hiç de yabancı değil.
Oda Tv yazarı da olan gazeteci Murat Ongun işsiz kalınca Beylikdüzü’nde İmamoğlu’nun yanında danışmanlığa başlıyor ve FETÖ mücadelesiyle çok meşhur olan Oda Tv’ye göz dikiyor, nasıl ve hangi derin düzeyde geliştiyse, Murat Ongun’un İmamoğlu’nu şişirme, lanse, övme, kahramanlaştırma haberleri editörsüz direk haber yapılmaya başlanıyor.
Ve birden Cumhuriyet, Oda Tv, Halk TV, Sözcü, Türk siyaset tarihinde tanınması iki ayı dolmamış bir adama mezarından kalkmış Atatürk yazıları yazılıyor.
Batılılar Hitler deneyinden ders çıkartıp bugün kendileriyle şöyle övünürler, bizim hukukumuz bir bürokratı 30 yaşına gelmeden siciliyle takibe alır, yakın mesai arkadaşları çalışması iş disiplini irtibatları, amirleri tarafından kaydedilir, ilave olarak, gazeteciler sosyal hayatını eski arkadaşlarını aile hayatını ‘radar’larına alır, muhtemel kötü ruhlu, ya da ajan ya da bir bozukluk varsa 35’ine gelmeden ‘toplum’ tarafından teşhis edilip sistemden uzaklaştırılır.
Türkiye’nin güya en aydın en gazeteci en külyutmaz Cumhuriyet, Sözcü, Oda Tv yazarları ‘bu adam kimdir, daha önce kimlerin yanındaydı, FETÖ döneminde hangi kolpaçılarla fotoğraf verdi, hangi himmetçilerle çalıştı, hangi dönem hangi siyasi pozisyon içindeydi, vb hiç bir sorunun altını deşmedi.
Ne yaptılar, Yeni CHP’nin ‘tokatçı’ siyasetçileri yeni bir ‘tokatçılık’la ismini piyasaya sürdü ve hepsi peşin peşin bu arkası geçmişi bilinmez şaibeli adamı manşetlerde kahramanlaştırmaya başladı.
Şişirme pompa öyle bir hal aldı ki ‘Atatürk’ten sonra en büyük siyasetçi’ anlamına gelen metinler makaleler demeçler gırla gitti.
Ve İmamoğlu bir yılını doldurmadan ‘duygusuzluğu’ dahi ne kadar ‘doğal’ bir adam diye övülen savunan yazarlar görüyoruz. Hani Çiftlik Bank’ta parası dolandırılan mağdurlardan birinin kalkıp, ‘helal olsun, yesin içsin, yakışır ona’ demesi gibi.
Arkadaşlar, çektiğiniz filmde ‘kahraman’ınızı inşa için, kahramanınız hakkında geçmiş bilgilere sahip olmalısınız, sağlam bir kurgu kurabilmeniz için, kahramanınızın iş, aile, çevre, okul yaşamına dair bilgileriniz olmalı. İnsanlara hangi karakteri anlatacaksınız, filmi çekmeden, önce sizler bilmelisiniz?
Ancak siz ‘kahraman’ inşa ederken hiç bir gerçek bilgiyi merak etmemiş kahramanın önceki hayatı verdiği fotoğrafları derin ilişkilerini ve şimdiki bağlantılarını hiç uzanmamışsınız.
Yani, siyasette filmde hikayede senaryolarda gerçek hayatta bütün tokatçıların hikayesi şöyledir: mahalleye kahveye işyerinize bir adam gelir, yahu bir kuyumcu arkadaş var, on bin yatırıyorsun bir ay sonra yirmi bin faiz veriyor, ağabey bu adam karun kadar zengin onun bunun üçbeş lirasına niye tenezzül etsin, bizim komşu da yatırmış parasını…
Soner Yalçın bu kolpa laflara Oda Tv’sini yatırmış, diğeri gazetesini yatırmış, diğeri, kırk yıllık yazarlığını gömmüş.
Sonunda olaylarfilm gelişir ve adam bu gazeteler ve yazarlar üzerinden her şartta kendisini savunacak kolpa bir tezgah kurmuş.
İstanbul’u sel basıyor adamın dıngılında değil ailesiyle Bodrum’a tatili gidiyor, bizim kolpa yazarlar: ‘yahu ne doğal adam’.
Depremle bütün memleket ayakta insanlar enkaz altında, adam çoluk çocuğuyla kar kızak kayak keyfine gidip mutlu İsviçreli pozları veriyor, tezgaha düşmüş yazarlar, yahu adamın güzelliğine bakın, eski tür siyasetçilerden değil, ne ‘doğal’ adam.
Sorun da burada: Sizin ‘doğanızda’ bir bozukluk var.
Sorun da bu, siyasetinizin doğasında bir bozukluk var.
Matematik mantığınız ahlakın siyasetin insanlığın önüne geçtikçe bu tokatçı siyaset Sarıgül’le tokatlar Ekmeleddin’le tokatlar Abdullah Gül adaylığıyla tokatlar ve bugün İmamoğlu’yla tokatlar ve sizler ‘tokat’ manyağı oldukça, tokatçılarınıza aşkınızı ‘yahu ne doğal adam’ diye sürdürürsünüz.
Tabii ki ‘doğası bu ne güzel’ lafının Türkçe çağrışım ve derinliklerine de inmeli. ‘Doğası bu’ derken, ‘melek gibi’ saf temiz, demek istiyorlar. Saf temiz melekten girerseniz evliya aziz gavs gibi yerlere de uzanırsınız. Tarihin büyük kolpaçı cemaatleri vardır, başta FETÖ, tarihin büyük tokatçı tarikatçıları da vardır, bugün Menzil şeyhi hâlâ dizinin dibinde başını eğmiş müridlerine anlatır, Abdülkadir Geylani tavuğu yemiş sonra tavuğun kemiklerinden tavuğu tekrar canlandırmış…
Beylükdüzü tavukları, başımıza yazar olmuş.
Komplocular tanrıları şeytanları sanrıları halüsinasyonları dünya dışı güçleri öbür dünyayı tuhaf inançlar kullanarak büyük müridlerine ‘telkin’ altında büyük kumpaslar kurar.
Her insan yanılabilir her insan tezgaha gelebilir herkes bir şekilde gaflete düşebilir, ancak, bizim üzüldüğümüz, bu kadar basit ucuz sıradan vasat dümenetezgaha bilimi yemiş yutmuş iddiasında bu kadar yazarın düşmüş olması.
‘Kolpa’nın da bir sosyolojisi var, kolpaya gelenlerin düşük düzeysiz ‘zihin’ yapısıyla ilgili.
Büyük kaliteli hikayeler biyografiler büyük hatıratlar romanlar okumayanlar küçük dozda kumpasların kurbanları olur, tokatçıkeriz ilişkisiyle siyaset yapmaya yeltenirler.
Ve polis tokatçıları yakalamakta neden büyük güçlükler yaşar, çünkü, dolandırılanlar, bu kadar basit bir dümene aldanıp bir üç kağıtçıya kandıkları için zekaları ve kişilikleriyle alay edilir korkusuyla ortaya çıkıp kendilerini göstermezler. Sonunda polise konuşmaya ikna olurlarsa da istisnasız hepsi şu cümleleri söyler: ‘Aslında iyi insandı vallahi ne olduğunu anlayamadık’.