Sayın Soner Yalçın,
Uzun yıllardır kitaplarınızı okurum. Son çıkan "Kara Kutu" kitabınızı da tıp fakültesi okumam sebebiyle büyük bir ilgiyle derhal alıp okumaya başladım. Kitabın sayfalarını çevirdikçe şaşkınlık içerisine girmeye başladım.
AŞI VE OTİZM İLİŞKİSİZLİĞİ
Aşının otizm ile ilişkili olduğunu dillendirerek vatandaşı "aşı yaparken iki kere düşünün" diye ürkütmeniz ilginç. Keşke aşı ve otizm konusunda kitabınızda kaynak gösterdiğiniz Wakefield’in akıbetini de araştırsaydınız.
Yıl: 1998
Yer: İngiltere
Gastroenterolog Andrew Wakefield ve arkadaşları Lancet’te kızamıkkızamıkçıkkabakulak (KKK) aşısı yapıldıktan 1 ay sonra 8 çocukta otizm belirtilerinin başladığını bildiriyorlar.
Wakefield, KKK aşısının bağırsak enflamasyonuna neden olduğunu, bunun sonucunda peptitlerin önce kan dolaşımına, ardından da beyne geçmesiyle otizmin geliştiğini ileri sürüyor.
Çeşitli ülkelerde farklı araştırmacılarca yapılan 20 epidemiyolojik çalışmada, KKK aşıları ve aşılarda kullanılan thimerosal ile otizm arasında ilişkiyi destekleyen hiçbir veri elde edilemiyor; ileri sürülen biyolojik mekanizmanın bilimsel bir temelinin olmadığı ortaya konuyor.
Sonraki yıllarda, Wakefield’in aşı üreticilerine dava açan avukatlarla para ilişkisi içinde olduğu, bazı araştırmalarının bu davalarda yer alan avukatlar tarafından finanse edildiği anlaşılıyor.
İngiltere’de Ocak 2010’da Genel Tıp Konseyi (GTK) Wakefield’i sahtecilik, araştırma tıbbının temel ilkelerini tekrarlayarak ihlal etme gibi başlıklarda suçlu buluyor. Şubat 2010’da Lancet dergisi makaleyi geri çekiyor. Mayıs 2010’da GTK Wakefield’in hekimlik yetkisini iptal ediyor.
Çok değil, 30 yıl önceyi düşündüğümüzde yakınlarımızın kaç aşıyla önlenebilir ölüm, kalıcı engellilik ya da hastalıkla boğuştuğunu, kaçının sağlıklı ve uzun bir yaşam sürmekten mahrum kaldığını hatırlamak güç değildir. Bu hastalıklardan ne difteri kayboldu yeryüzünden ne kızamık, ne çocuk felci ne de boğmaca. Artık bu hastalıkları çok az görmemizin nedeni 1980’li yıllardan itibaren sürdürdüğümüz yüksek bağışıklama oranlarıdır. Dolayısıyla aşı reddi oranları arttıkça, bu hastalıkların yeniden ve çok üzücü bir şekilde tüm halkımızın sağlığını tehdit edeceği açıktır. Çocuklarımızın sağlıklı yaşam hakkının en temel bileşenlerinden biri olan aşıların yerini alabilecek alternatif bir uygulama yoktur.
Sağlık Bakanlığı verilerine göre;
19 yıldır Türkiye’de çocuk felci, 2004’ten bu yana difteri vakası yok.
2001’de 30 bin olan kızamık vakası 2016’da sadece 9’a indi. Aşı karşıtlığı yüzünden 2019’da tekrar 2 bin 391 vaka bildirildi.
Çünkü aşılanmayan kişi sadece kendine değil, bulaşıcılık açısından çevresindeki kişiler için de risk oluşturur.
Aşı karşıtlığı toplum sağlığı sorunudur.
Toplumda aşı karşıtlığının artmasını bildiğiniz halde tarafınızı koruyucu hekimliğin direği olan aşılardan değil aşı yapmamaktan yana alarak halk sağlığı sorununa ortak oluyorsunuz. Evet, aşıları üreten ilaç endüstrisinin herkes farkında ve bundan şikayetçi. Ancak bu sorunun çözümü aşıyı reddetmek olamaz. Yerli aşı üretimiyle bu sorun çözülmelidir.
ÇÖZÜM YERLİ AŞI ÜRETİMİ
İlaç endüstrisi ile o ilaçları kullanmayarak mı mücadele edilir? Siz ve sizinle aynı düşünen bir grup hastanın ilaçlarınızı bırakarak bu düzene tavır(!) aldığını düşünelim. İlerleyen zamanda hastalığınızın oluşturduğu komplikasyonlar neyle tedavi edilecek? Yine ilaçla. Yani koskoca ilaç endüstrisine karşı kişisel bir tavırla mücadele edilemez. Devlet düzeyinde mücadele edilir.
Çiçek aşısını 19. Yüzyılda Avrupalılara öğreten, Kurtuluş Savaşı’nın zor dönemlerinde aşı üreten Türkiye’de, 12 Mart 1971 askeri darbesiyle tifüs aşısı üretimine ve 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle çiçek aşısı üretimine son verildi. AB "uyum" sürecinin ilk adımı Gümrük Birliği’ne girerek 1996’da kuduz aşısı, 1997’de BCG aşısı ve 1998’de toptan aşı üretimine son verildi. Aşılar ülkemizde sadece ithalat yoluyla temin edilmeye başlandı.
İlaç endüstrisiyle ilaca ve aşıya karşı çıkarak değil, kendi aşımızı ve ilacımızı üreterek karşı çıkabiliriz.
HASTALAR POPÜLİZMİN KURBANI OLUYORLAR
"Modern Tıp"a aykırı söylemlerde bulunan doktorların ekranlara çıkarılmadığını söylüyorsunuz. İnsaf!
Bugün en çok ekranlara çıkan doktor Canan Karatay değil mi?
Siz de kanal kanal gezip modern tıp ve aşı karşıtlığınızı anlatmadınız mı?
Bugün basında ve medyada en çok yer alan doktorlar sizin kitabınızda referans gösterdiğiniz kişilerdir.
Aksine bilimsel tezleri savunan kişiler ekranlardan esirgeniyor, hastalar popüler söylemlerin kurbanı oluyor.
Sizin ilaç endüstrisine kafa tutan(!) ve halkın yanında dediğiniz Canan Karatay, Ahmet Rasit Küçükusta gibi kişilerin özel muayenehane randevusu 700 TL’den başlıyor ve 6 aydan önce sıra gelmiyor. Acaba bu popülerlikte ekranların etkisi var mıdır?
Sağlığın ekonomipolitiğini incelerken bu durumu da hesaba kattınız mı?
Bir örnek vereyim:
Çocuk acil polikliniğinde nöbetçi olduğum bir gün içeri bebeğiyle bir anne girdi. Bebeğin yüzü gözü şişmiş ve kızarıktı, zor nefes alıyordu. Anne ağlıyordu. Ne olduğunu sorduğumuzda "çörekotu yağı içirdim, televizyonda söylediler." dedi. Çocuğun tanısı anafilaksiydi. Anafilaksi ciddi bir alerjik reaksiyondur. Allerjene maruz kalmanın ilk dakikaları içerisinde vücudun bütünü etkilenir. Baş etkeni de içeriği bilinmeden alınan ölçüsüz gıdalardır.
O çocuk yaşıyor, ancak her gün yüzlerce çocuk denetimsiz kullanılan bitkisel ürünlere bağlı allerji ve anafilaksi sebebiyle acillerimize geliyor.
Televizyonda sürekli halka alternatif tıp adı altında önerilen ve internet dahil her ortamda satışı yapılan bu ürünlerin denetimi var mı? Yok.
İlaç ve aşıların ekonomipolitiğinden bahsedelim demişsiniz. Haklısınız, bahsedelim.
Alternatif tıp şarlatanlarının 2018 küresel pazarı yaklaşık 60 milyar dolar, 2026’da 210 milyar dolar olması bekleniyor. Aşı karşıtlığının da bir ekonomipolitiği var Soner Bey. Bugün bitkisel tedavi(!) ürünleri satan İbrahim Saraçoğlu Cumhurbaşkanı Başdanışmanlığı koltuğunda oturmaktadır.
Kitabınızda Canan Karatay’ı cansiperane savunuyorsunuz. Tercihinizdir. Ancak şu cümlenize anlam veremiyorum:
Gebelere yaptığımız "şeker yükleme testi" hakkında demişsiniz ki "75100 gram glikoz vererek yapılan ölçümde anne karnındaki 300 gram bebek bundan nasıl etkileniyor?"
Bu cümleyi kurmak konuya yabancı olduğunuzu açıkça gösteriyor.
Soner Bey, gebe bir kadın bir dilim pasta ya da tatlı yediği takdirde bile neredeyse şeker yükleme testindeki ile aynı miktarda şeker vücuduna girmektedir. Bu şekerin kandaki ve bebeğe geçen miktarını belirleyen şey insülin hormonudur. Karşı çıktığınız test anne adayı ve bebek için hayati önem taşımaktadır. Gebeliğince diyabeti kontrol altında olmayan annelerin bebekleri ciddi zararlar görüyor. Bu zararları konuşmak ise başka bir yazı konusudur.
Karatay’ın açıklamasından sonra şeker yükleme testi yaptırmak istemeyen bir çok gebe kadının bebeği ciddi risk altında kalmıştır. Üstelik Karatay’ın böyle bir açıklaması varsa, ispatlayıp neden bilim camiasına sunmuyor?
Ayrıca çok merak ettiğim bir husus var. Siz ve Canan Karatay, neden bu konularda uzman olan kişilerle aynı programa katılmıyorsunuz?
Türk Diyabet Vakfı Başkanı Prof. Dr. Temel Yılmaz, Canan Karatay’ı söylediklerini tartışmak için açıktan davet etti. Kendisi neden sağlık camiasına mensup hiç kimseyle bu konuları tartışmadı?
BAZI YANLIŞLAR TÜM DOĞRULARI GÖTÜRÜR
Kitabınızda "bilinçli hasta" kavramını kullanmışsınız çok doğru. Eskiden baba modeli doktorluk esastı. Doktor tek otoriteydi, hasta her dediğini yapmak zorundaydı ve doktorun hastaya bilgi verme zorunluluğu yoktu. Oysa şimdi arkadaş modeli hekimliğe geçiliyor. Yani doktor hastayı bilgilendiriyor ve tedaviyi işbirliği halinde yapıyorlar.
Türkiye’de sağlık okuryazarlığı artırılmalı. Basın ve medyada zorunlu klipler döndürülmeli. Hastane bekleme salonlarında sıradan TV kanalları değil, bu klipler dönmeli. Memesinde kitle saptayan hasta göğüs hastalıklarına gelmemeli, genel cerrahiye gideceğini bilmeli.
Tıp eğitimi yenilenmeli, çok haklısınız. Batı’ya endeksli bir eğitim modeli ile Türk halkına uyumlu bir sağlık hizmeti vermek ve Türk tıbbını dünyadaki gerçek konumuna ulaştırmak oldukça zor.
Tıp öğretiminin "hastalık yok, hasta var" sözlerinde anlam kazanan temel ilkesi uygulamada karşılığını bulmuyor. Sağlık sistemi hakkındaki eleştirilerde haklısınız; fazlası var, eksiği yok.
Soner Bey, "Kara Kutu"da Modern Tıp anlayışının yanlışlarından yola çıkarak Modern Tıp’ı bütünüyle zan altında bırakma hatasına düşmüşsünüz. Hele ki aşılar hakkındaki söyledikleriniz haklı olduğunuz birçok konunun önüne geçiyor.
SONUÇ
Yukarıda bahsettiğim yanlışları öne sürerek bireysel tavırlarla bu şartlara karşı çıkmak daha büyük bir yanlıştır. İlaç ve aşı, tekelleşme ve kapitalizme bağlı olarak yanlış güçlerin elinde de olabilir, ancak insanlığın en büyük mucizeleridir. Yerli ve milli üretim atağını ilaç ve aşı alanında geliştirmek halk sağlığımız ve ekonomimiz için yapılacak en doğru iş olacaktır.
Kabul ediyoruz, günümüzde, tıp hizmetinin son derece kâr odaklı olması, doktor hasta ilişkisinin gitgide mekanikleşmesi ve ilaç firmalarının etik olmayan uygulamaları nedeniyle insanların modern tıbba olan güvenleri azalmış durumda. Pek çok doktor muayenesi son derece kısa sürüyor ve hastalar sıklıkla geçiştirildikleri hissine kapılıyorlar. Muayene sırasında yüzlerine bile bakamayan ve bir sonraki hastaya yetişme kaygısı ile hastanın kendini ifade etmesine imkan veremeden reçete yazıp hastanın eline tutuşturan doktorlar nedeniyle hastalar kendilerini uzun uzadıya dinleyecek alternatif tıpçıları tercih ediyorlar. Benzer şekilde ciddi yan etkileri bilinen ilaçların bu etkilerinin tam olarak açıklanmadan hastalara verilmesi nedeniyle hastalarda hekimlerinin verdiği ilaçlara genel bir güvensizlik oluşmuş durumda.
Kitabınızda antikapitalizm ile bilim düşmanlığı arasındaki farkı silikleştiriyorsunuz. İlaç endüstrisindeki parasal akıştan namuslu her biliminsanı ve duyarlı hekim eleştirmelidir. Ama bunu aşılar konusunda kuşku yaratmaya kadar götürürerek antikapitalizm değil, üzülerek söylemek zorundayım bilim ve toplum düşmanlığı yapmış olursunuz.
Emin olun, ilaç endüstrisi en çok sağlık camiasında eleştiriliyor. Ancak yerine önerilen bir sistem olmayınca yaptığınız eleştiriler yine ilaç endüstrisini beslemekten öte gitmiyor.
Saygılarımla...
Aydınlık