Tarihçiyazarımız Sayın Feyziye Özberk’le son kitabı “Talat Paşa–İttihat ve Terakki Tarihi” üzerine keyifli bir sohbet ettik. Röportajımızı okurumuzun dikkatine sunuyoruz:
- Cumhuriyet’in temeli Talât Paşa önderliğindeki İttihatçılar tarafından atılmıştır diyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?
Türk devrimini irdelerken milat olarak Cumhuriyet’i değil, 1908’i almak gerekir. Türk devletinin ve toplumunun yeniden biçimlenmesinde o yıllarda atılan temel geliştirilerek Cumhuriyet’e ulaşılmıştır. Cumhuriyet, Talât Paşa’nın ve Atatürk’ün bizlere mirasıdır. Diğer bir deyişle Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli, Talât Paşa’nın önderliğinde İttihatçılar yani Jön Türkler tarafından atılmış; bina yine bir Jön Türk olan Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde Kemalistlerce tamamlanmıştır. Bu tarihi sürece damgasını vuran en önemli iki ad: Talât Paşa ve Atatürk’tür. Mustafa Kemal Atatürk bu temel tarihi gerçeği bir cümleyle belirtiyor: “Eğer Meşrutiyetler olmasa idi, Cumhuriyet olamazdı.”
Bu tarihi gelişmeyi somutlarsak... Yani ete kemiğe büründürürsek: Kapitülasyonların kaldırılması, milli ekonomi ve çağdaş kurumların ilk nüvesinin oluşması İttihat ve Terakki’nin eseridir. Halkçılık, devletçilik, köycülük, kadın hakları, dilde halkçılık, eğitimin yaygınlaştırılması, laikliğin ilk uygulamaları, basın özgürlüğü ve sosyal hayatın canlanmasına yönelik ilk adımlar yine onların eseridir. Gerekli askeri reformları yaparak genç ve güçlü bir ordu yarattılar. Kemalist Devrim’in gerçekleştirip de İttihat ve Terakki döneminde filizleri olmayan, gündeme gelmeyen hemen hemen hiçbir şey yoktur. Özetle Talât Paşa, milli devletimizin temelini atan bir büyük devrimci önderdir.
- İttihatçıların Birinci Dünya Savaşına girerek vatanımızın mücadelesiz teslim olmasına izin vermediklerini söylüyorsunuz. Tarihçi İlber Ortaylı’nın bu konuda karşı tezi var. Osmanlı’nın savaşa girmeyebileceğini ifade ediyor. Siz ne söylemek istersiniz?
Birinci Dünya Savaşı, yeni pazarlar, ham madde kaynakları daha kapsamlı olarak ifade edersek hâkimiyet alanları için verilen bir mücadeleydi. Osmanlı toprakları bu paylaşımın konusuydu: özellikle İstanbul, Boğazlar, petrol kaynağı Batı Asya (Ortadoğu)… Paylaşılmak istenen Osmanlı’nın, savaşmak ya da teslim olmak dışında bir seçeneği yoktu. Osmanlı savaşa girmek zorundaydı. Girmeseydi düşman askerlerinin ayakları altında kalırdı. Türkiye Cumhuriyeti’nin doğması da büyük olasılıkla gecikirdi.
Bu savaş Osmanlı için bir yurt savunmasıydı. Talât Paşa, İttihat ve Terakki’nin 1917 kongresinde yaptığı konuşmada savaşa girilmemesinin yenilgiyi baştan kabul etmek olacağını belirtiyor: “Arkadaşlar, milletler arası siyasi vaziyette büyük değişiklikler husule getirmek eğilimi gösteren bugünkü harp gibi büyük vakaların ortaya çıktığı anda seyirci, atıl bir vaziyette kalmak, bir devlet için mahkûmiyeti evvelden kabul etmek demektir.”
Tekrarlarsak, Birinci Dünya Savaşı'nın biz Türkler için anlamı, vatan savunmasıdır. Başta Atatürk olmak üzere bu konuda açıklama yapan devlet adamlarının, politikacıların, askerlerin, çok sayıda bilim insanının değerlendirmesi bu saptamayı doğruluyor. Kitabımda bu konu okurları ikna edecek biçimde çok kapsamlı bir içerikle işleniyor.
Talat Paşa'nın mezarı, Şişli'deki Abidei Hürriyet'te bulunuyor.
Bu savaşın yararlı sonuçları oldu. Mustafa Kemal önderliğinde Çanakkale’de kazanılan zafer, genç Türkiye Cumhuriyeti’ne gidecek olan yolu açtı. Yani başarıya giden yolun ilk büyük adımı oldu. Mustafa Kemal’i bir büyük strateji ustası, vatansever, cesur komutan olarak milletine ve tüm dünyaya tanıttı. Bu zafer aynı zamanda Rus devrimine de yaşama, nefes alma şansı verdi.
1917’de Rusya’da Çarlığın yıkılması ve Kurtuluş Savaşımızı destekleyen sosyalist bir cumhuriyetin kurulması ülkemizin kaderini değiştiren önemli etkenlerin bir diğeriydi. Böylece ülkemiz, bağımsızlık mücadelesine destek verecek güvenilir bir dost kazandı. Bu büyük devrimle, Rusya emperyalist kamptan ayrıldı. Düşman kampı bölünmüş, zayıflamış oldu.
Ayrıca Çanakkale’de ve Kutül Amare’de kazanılan iki çok büyük zaferle, İngilizlerin yenilmezliği efsanesi yıkıldı. Türklerin İngilizleri yendiği bu iki zafer, başta Türk milleti olmak üzere İngiliz emperyalizminin esir etmeye çalıştığı halklara moral ve güven verdi. Özellikle Anadolu’daki geniş kitlelerce vatan savunması, “ya istiklal ya ölüm” ülküsü benimsendi.
Bu savaşta büyük bir tecrübe birikimi kazanıldı. Talât ve Enver Paşaların eğitimli, disiplinli ve önemli bir çoğunluğu genç olan askerlere dayanarak yeniden örgütlediği ordu, ölüm kalım savaşının ateşinde pişti. Cesur, genç ama birikimli, mücadeleci ve disiplinli kumandanlar yetişti. Kurtuluş Savaş’ında bu gerçek kanıtlandı.
En önemli değerlendirme ise bence şudur: Vatan savunması olan bu savaş 1918’de yenilgiyle değil; kısa bir moladan sonra 1922’de zaferle sonuçlandı.
- Talât Paşa’nın Kurtuluş Savaşı’na yaklaşımı nasıldı?
Talât Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğini kabul ediyor. Onu yürekten destekliyor. Biliyoruz Paşa kumandan ya da er olmak konusunda aynı derecede gönüllüdür. Onun için her şeyden önemli olan vatanın yararıdır. Önemli olan geçmiş değil o gündür. Yaşanan var olup olmama koşullarında birlik çok önemlidir: “Bugün üzerimize düşen vazife, mazideki umumi ve hususi hataları unutarak geniş bir fikirle herkesin kabiliyetinden azami istifade ve bu suretle umumi gayeyi temine çalışmak olmalıdır.” Talât Paşa’nın tüm çabaları sözlerini kanıtlıyor. Anadolu’daki direnişi güçlendirmek ve bu mücadelenin sesini dünyaya duyurmak için adeta çırpınıyor. Yaptıkları sözleriyle uyumludur.
Mustafa Kemal'in Berlin'deki temsilcisi gibi çalışıyor. Kendisinden “askerce bir itaat” beklenebileceğini özellikle belirtiyor. Mustafa Kemal'e yolladığı mektubun son satırları, yüreğinin Anadolu’daki mücadelede attığını gösteriyor: “Bizlere gelince istediğiniz şekle girmek, istediğiniz tarzda çalışmak, arzu ettiğiniz hususi ve umumi türlü fedakârlığı yapmak en büyük emelimizdir. Muvaffakiyetinize bütün kalbimizce duacıyız.”
Talât Paşa’nın eşi Hayriye Hanım’ın, 1943’te Yeni Sabah Gazetesi’nde yayımlanan söyleşisi de bu durumu doğruluyor: “Nitekim Anadolu’da Milli Hareket başladığı ve muvaffakiyete doğru adımlar attığı zaman Paşa son derece memnun olmuştu. Senelerden beri bin bir ıstırap içinde gülmeyen yüzünde ilk defa tebessümün tatlı ışıklarını sezdim. Kendisi anavatandan uzakta, fakat kalbi Anadolu’da idi… Milli Hareketin muvaffak olması için gece gündüz dua ederdi.”
Ayrıca Talât Paşa, devrimci bir siyasî örgütü oluşturan, yöneten, geliştiren ve iktidar yolunu açan kişidir. Lideri olduğu ülke çapındaki yaygın örgütlenmeyle Milli Mücadele’ye güçlü bir destek sağlamış, dayanak olmuştur. Milli Mücadele’nin kadrolarının çok önemli bir kesimi Talât Paşa’yla omuz omuza mücadele etmiş, o ateş içinde pişmişlerdir.
Talât Paşa’nın, bir Ermeni tarafından vurularak şehit edildiği haberi Ankara’ya ulaştığında, Atatürk gözyaşlarını tutamıyor: “Vatan büyük bir evlâdını, inkılâp büyük teşkilatçısını kaybetti” diyor. Talât Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından milli şehit ilan ediliyor.
- İttihatçı önderler, Birinci Dünya Savaşından sonra yurtdışına neden gittiler? Dönme planları var mıydı?
Savaşın kaybedilmesinin ardından Talât Paşa’nın ve bazı İttihatçı önderlerin İstanbul'da kalmalarının sakıncalı olacağı kanaatine varılıyor. Talât Paşa önce yurtdışına çıkmamakta ısrar ediyor. Ama emperyalist işgal kapıdadır. Gitmek zorundadır. “Vatandan ayrı yaşamaktansa ölmek daha iyidir” der.
Talât Paşa ve arkadaşları, ortalık durulup memleket yabancı işgalinden kurtulduktan sonra tekrar dönmek üzere geçici bir süre için Almanya'ya gitmeye karar veriyorlar.
Talât Paşa, Almanya'daki siyasi faaliyetlerini üç temel hedefe yönelik olarak sürdürüyor:
1 Bolşeviklerle temasa geçip Sovyetlerle Türkiye arasında anlaşma sağlamak
2 İngiltere ve öteki Batılılarla ilişki kurmak
3 Mustafa Kemal’le bağlantı kurup Anadolu’daki Kurtuluş Hareketini desteklemek.
Talât Paşa, Berlin’den Mustafa Kemal’e yazıyor ve O’ndan mücadelesinin amacını, yolunu, yöntemini çok kapsamlı bir biçimde anlatan bir yanıt alıyor. Mustafa Kemal Paşa’nın “Kardeşim” başlıklı ikinci kısa mektubu, Talât Paşa'nın çalışmalarından memnun olduğunu gösteriyor. Ayrıca mektupta Paşa’nın faaliyetlerinin, Milli Mücadele’ye faydalı olduğu da vurgulanıyor. Bu mektuplar hem içerikleri hem de tarihi önemleri nedeniyle kitabın ekler bölümünde tam metin olarak yer alıyor.
Talât Paşa, Dr. Nâzım ve Halil Paşa ile birlikte, 1921 yılında bir dilekçeyle memlekete dönebilmek için izin istiyor. Bu başvurunun cevabı gelmeden, Talât Paşa katlediliyor. Dilekçenin yanıtı olumludur. Yani Talât Paşa memlekete dönebilecekti.
- Talât Paşa’nın Sovyetlere bakışı nasıldı?
Talât Paşa, Avrupa siyasetinin ileri gelenleriyle yaptığı görüşmeler ve diğer gözlemler sonucunda Avrupa kapitalizminin ve emperyalizmin Türkiye hakkında beslediği olumsuz düşüncelerin boyutunu görüyor. Türklerin Avrupa'dan önemli bir yardım, destek alamayacağını anlıyor. Sonraki siyasi faaliyetlerinde Bolşeviklerle ilişkiye öncelik veriyor. O dönem Avrupa emperyalizmine karşı, açıktan mücadele eden ve ülkeler, toplumlar için yeni esasları savunan tek kuvvet Bolşevizm’dir. Talât Paşa, Cavid Bey’e 21 Kânunuevvel 1919’da yazdığı mektubunda: “Ben ümidimi artık kâmilen güneşin doğduğu tarafa bağladım. Bütün varlığımla o dairede çalışacağım. Ve cidden pek büyük ümitler besliyorum. O taraflı buradakilerle (Almanya’daki Bolşeviklerden söz ediyor) pek kaynaştık. Onlar da son zamanlarda epey canlandılar.”
Talat Paşa'nın 1917'deki Berlin ziyaretinden bir fotoğraf. Fotoğrafta Hakkı Paşa, Edhem Bey, Talat Paşa ve Reşat Hikmet Bey yer alıyor.
- Talât Paşa, İttihat ve Terakki Cemiyetinin son kongresinde Ermeni tehcirine ilişkin bir değerlendirme yapıyor. Buradaki açıklamalarına göre Paşa’nın Ermeni isyanlarına ve tehcire ilişkin tavrı nedir?
Talât Paşa, Ermeni sorununa en yapıcı yaklaşan yöneticidir. İlk başta İngiltere, Fransa ve Çarlık Rusya’sı yetkilileriyle toplantılar yaparak; ayrıca Ermeni toplumunun önde gelenleriyle görüşerek, gerekli reformların yapılmasına böylece bu sorunun çözülmesine olağanüstü bir çaba harcıyor. Ne yazık ki konu, başta İngiltere ve Çarlık Rusya’sı olmak üzere büyük devletlerce milletler arası hale getiriliyor. Aslında büyük devletler, Ermeni ve diğer Gayri Müslümlere ilişkin sorunları Osmanlı İmparatorluğuna müdahale etmek için bir araç olarak kullanıyorlar. Ermeni toplumu, devlet kurma vadiyle kışkırtılıyor. Silahlandırılıyor. Ermeni sorunu artık Osmanlıyı bölme amacının bir aracıdır.
Talât Paşa’nın söz ettiğiniz konuşmasında Ermenilere ilişkin bazı bölümler özetle şöyle:
"Ermenilerin, bazı sahil bölgelerinde Rumların, Suriye'nin bazı aksamında Arapların tehcir meselesi dâhilde ve bilhassa hariçte, harp kabinelerine en çok söz getirmiş olan meselelerden biridir. En evvel söylemek lazım gelir ki, bu tehcir ve taktil rivayetleri son derece de mübalağa edilmiştir. Türkleri hiç tanımayan, daha doğrusu pek fena tanıyan, Avrupa ve Amerika efkârı umumiyesinde mezalim sözlerinin ne kadar ağır tesirler bırakacağını takdir eden Ermeni ve Rum neşriyatı biri on yaparak dünyayı gürültüye boğmuştur.”
“Büyük bir harp esnasında hareket serbestisini bozan, cephenin arkasında isyanlar çıkararak memleketin selâmetini, ordunun emniyetini tehdit eden hareketlere müsamaha edilemezdi."
Paşa konuşmasında kendisinin ve hükümetinin haklı olduklarını belirtiyor: “Vukua gelen hadiselerin mesuliyeti her şeyden evvel onlara sebep olan tahammül edilemez hareketleri yapan unsurlara aittir. Şüphesiz bundan bütün Ermeniler, bütün Rumlar mesul değildir. Fakat devletin hayat ve mematı (ölümkalım) kararını verecek bir büyük harp esnasında ordularının hareket serbestisini ihlal eden, arkada isyanlar çıkararak memleketin selametini, ordunun emniyetini tehlikeye düşüren hareketlere müsamaha edilememesi tabii ve zaruri idi.”
Talât Paşa, öldürülmesinden kısa bir süre önce, Aubrey’le yaptığı görüşmede, bu konuda şu son ve net açıklamayı yapıyor: "Hiçbir millet savaşa girip arkadan hançerlendiğinde buna rıza gösterebilir mi?”
- Osmanlı Hükümeti 5 Kasım’da Almanlara bir telgraf çekerek Talat, Enver, Cemal Paşaların ve Almanya’da bulunan diğer İttihatçıların iade edilmesinin talep ediyor. Almanlar onlara sahip çıkarak talebi reddediyor. Ancak Talât Paşa’nın katilinin yargılandığı davada aynı sahip çıkmayı göremiyoruz. Bunun nedeni nedir?
Talât Paşa kendini sevensevmeyen pek çok kişinin takdirini kazanıyor. Büyük olduğu için, “katliam” gibi “hırsızlık” gibi büyük suçlamalarla karşılaşıyor. Çok üzülüyor ama yılmıyor. Mücadeleye devam ediyor. Kasım 1918’de Alman Hariciye Nazırı olan Dr. Zolf, Talât Paşa'ya yönelik “hırsızlık” suçlamasını duyduğu zaman, Osmanlı Büyükelçisi Rifat Paşa’ya, "Talât Paşa dünyanın en namuslu adamıdır," diyor. Talât Paşa'yı savunuyor. Sizin de söylediğiniz gibi iade isteği kabul edilmiyor.
Bu süreçte Almanya’da siyasi durum çok büyük altüst oluşlar içindedir. Yenilgi nedeniyle başta istihbarat olmak üzere birçok kurumda İngilizler etkin hale gelirler. Mahkemelere jüri sistemi getirilmiş. Böylece hukuk kolayca çiğnenebiliyor. Bu ortamda Talât Paşa’nın katili yargılanıyor. Talât Paşa’yı takdir eden Almanlar hem de general rütbesinde vb. hem mahkemede hem de basında Paşa’yı savunuyorlar. Fakat etkin olamıyorlar. Devran değişmiştir. Örneğin Liman von Sanders, mahkemede Talât Paşa’nın, “Ermenilerin katledilmesiyle” ilgili bir emri olduğunu hiçbir zaman duymadığını, pozisyonu itibariyle bunu bilebilecek durumda olduğunu, fakat böyle bir şeye şahitlik etmediğini açıklıyor. Ayrıca Liman von Sanders tehcir kararının (zorunlu göç) gerekli bir tedbir olduğunu da söylüyor.
Talat Paşa , Kara Kemal, Halil Sami ve Enver Paşa.
- Sayın Özberk, son olarak şunu sormak istiyorum: Talât Paşa’yı bugün topluma ve dünyaya doğru anlatabilmek için bizlere ne görevler düşüyor? Onun mirasını nasıl sürdürebiliriz?
Talât Paşa'nın mücadelesinin ve İttihatçılığın anlamı milliyetçiliktir. Vatanseverliktir. Emperyalizme karşı olmaktır. Siyasi ve iktisadi olarak tam bağımsız, başı dik onurlu bir vatan istemektir.
Günümüzde de vatanımız başta ABD olmak üzere emperyalizmin açık, hatta silahlı tehdidi altında. İşte bu nedenle bizim için, Talât Paşa'nın önderliğindeki İttihatçıların, büyük güçlere karşı verdiği dişe diş mücadeleden öğrenilecek pek çok ders var.
Özellikle iktisadı olarak tam bağımsız, üreten, kalkınan bir ülke olmamızın ancak halkçılık ve devletçilik ilkelerine dayanan planlı bir karma ekonomiyle olanaklı olduğunu ilk olarak İttihatçılar gördüler ve bu doğrultuda ilk adımları attılar. Çünkü savaşıyorlardı. Öncelikle millet olarak güçlü olmak zorundaydılar. Büyük güçlere karşı yalnız kalmamak için askeri ve teknik olarak kuvvetli olan Almanya ile ittifak kurdalar. Diğer büyük devletlerin aksine Almanya, Osmanlının bütünlüğünden yanaydı. Ayrıca dünya çapında da Türklerin ve Müslümanların desteğini almak için çaba harcadılar.
Shakespeare’in çok bilinen bir sözü var: “Bütün dünler, yarınları aydınlatan fenerlerdir.” Shakespeare’in bilgece ifade ettiği gibi geçmişin hata ve sevaplarıyla değerlendirilmesi, bugüne ışık tutar. Günümüzü, yolumuzu aydınlatır.
Söyleşimizi İttihatçı önderlerden Mithat Şükrü Bleda’nın Paşa’ya ilişkin değerlendirmesiyle bitirmek istiyorum: “Talât Paşa, hayatında her ne yapmışsa asla kendi hesabına yapmamıştır. Tarih, onu daima icraatından hesap vermeye hazır vaziyette bulacaktır. Aklına gelmeyen bir şey varsa, o da ‘şahsi endişe’ idi. Tam manasıyla bir lokma, bir hırka ile geçindi. Dünyaya fakir olarak gelmişti. Fakir olarak yaşadı ve fakir olarak öldü.”
Aydınlık