ABD ve İsrail, Suudi Arabistan’da petrol rafinerilerindeki patlamalar üzerinden Tahran ve Riyad yönetimleri arasındaki dolaylı çatışmayı açık bir savaşa dönüştürmek için çabalıyor.

İran ve Suudi Arabistan arasında olası bir savaş bölgeyi yangın yerine çevirecek ve Türkiye’yi de olumsuz anlamda etkileyecektir. İki tarafla da derin ilişkilere sahip Türkiye, gerginliğin sonlandırılması noktasında arabulucu rolü oynayabilir. Bu tür bir girişim Ankara’nın bölgedeki ağırlığını arttıracağı gibi ABD’nin elini de zayıflatacaktır.

SUUDİ ARABİSTAN’DAKİ PATLAMLARIN ALTINDA YATANLAR

Suudi Arabistan’da gerçekleşen patlamaların arka planı ve WashingtonTel Aviv hattının bölge siyasetlerini incelerken üç temel noktanın altını çizmekte yarar var;

1Suudi Arabistan’daki patlamalar üzerinden İran’ın tekrar hedef tahtasına konulmasının, Tahran ve Pekin yönetimleri arasındaki ikili anlaşmaların ilanının hemen arkasından gelmesi manidardır.

Kısa ve uzun vadeli hedef İran olarak gözükse de gelişmelere uzun soluklu baktığımızda özellikle ABD’nin temel amacının, bölgesel bir savaş kışkırtma suretiyle Çin’in bölgeye girişini engellemek olduğunu tespit ediyoruz.

Bu noktada eski Genel Kurmay Başkanı sayın Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun Temmuz ayında Birlik Dergisi’ne verdiği röportajın, 2002’de ABD’nin Irak’a düzenlediği işgal harekatıyla ilgili bölümünü hatırlatmakta yarar var. Kıvrıkoğlu röportajda ABD’nin uzun vadeli planlarıyla ilgili şu ifadeleri kullanmıştı; "O sırada Çin, petrol ihtiyacının büyük bir kısmını Irak’tan sağlıyordu. Çin ekonomisi ABD ekonomisini tehdit etmeye başlamıştı. Bu harekat zamanlama olarak biraz da bu konuyla alakalıydı bence."

Dün Irak üzerinden Çin’i hedef alan ABD’nin, bugün de İran üzerinden Çin’i hedef aldığına şahit oluyoruz.

2 İran’ın hedef alınmasında, ABD’den farklı olarak Tel Aviv yönetiminin tek bir amacı var. Kısa, orta ve uzun vadede varlığına yönelik bir tehdit olarak gördüğü İran’ı bölgede geriletmek.

İsrail, İran’la tek başına mücadele edemeyeceğinin farkında olduğu için Körfez ülkeleri ve Mısır’da İran düşmanlığını körükleyerek, kendi kampına müttefik kazanma siyaseti izliyor.

İsrailli diplomatların son dönemde Körfez ülkelerine yönelik artan ziyaretleri, tespitimizi doğrular nitelikte. Sık sık gündeme getirilen İran’a karşı Arap NATO’su fikrinin arkasında da İsrail’in eli olduğuna dair pek çok veri mevcut.

İsrail’in bu doğrultuda bir diğer hamlesi ise; Lübnan, Irak ve Suriye’de İran’a yakın grupları hedef almak suretiyle Tahran yönetimini kışkırtma ve İran’la işbirliği içinde olan Arap ülkelerini istikrarsızlaştırarak İran’la ilişkilerini bozmaya zorlamaktır.

3 ABDİsrail planları doğrultusunda İran ve Körfez ülkeleri arasında sıcak bir çatışma yaşanması halinde, İran’ın Suriye’deki etkisinin zayıflaması olası. Bu durumda, başta PKK/PJAK/YPG olmak üzere Türkiye ve İran’ın ortak hedefi olan terör grupları Suriye’de alan kazanacaktır.

Reklamdan sonra devam ediyor 

Bölgedeki konumlanmaya baktığımızda, İran ve Körfez ülkeleri arasında yaşanacak sıcak bir çatışmanın, kısa vadede Türkiye’ye zarar vereceğini kestirmek zor değil.

Peki Türkiye, WashingtonTel Aviv hattının, bölge ülkeleri arasında savaşı kışkırtan ve bölgeyi bir yangın yerine çevirmeyi amaçlayan siyasetlerini nasıl engelleyebilir?

TÜRKİYE ARABULUCU ROLÜ OYNAYABİLİR

Ankara ve Tahran arasında ticari, siyasi ve kültürel konularda işbirliği derinleşerek sürüyor. ABD ambargosuna rağmen iki ülke, ticarette milli paralar kullanımı konusunda somut adımlar atıyor.

Siyasi arenada ise Astana süreciyle beraber AnkaraTahran, Suriye özelinde karşı cephelere düşme ihtimalini bertaraf etmiş oldu.

Türkiye ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler ise; Ankara’nın Suriye’de ABDSuudi aksından uzaklaşması, Riyad yönetiminin Doğu Akdeniz başta olmak üzere bölgede Türkiye karşıtı faaliyetlere girişmesi ve son olarak Kaşıkçı cinayeti nedeniyle gergin seyrediyor. Fakat her şeye rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Suud Kraliyet ailesiyle ikili ilişkilerinin sürdüğü biliniyor.

Özetle, Türkiye’nin, iki farklı kampta yer alan ve aralarında sıcak çatışma ihtimali bulunan Tahran ve Riyad yönetimleriyle diplomatik kanalları aktif.

Komşu İran’la, dünya petrol üretiminin başlıca merkezlerinden sayılan Suudi Arabistan’ın, ABD ve İsrail’in planları dahilinde karşı karşıya gelmesinden, Türkiye’nin bir çıkarı olmayacağı gibi Suriye başta olmak üzere farklı alanlarda olumsuz sonuçlara yol açacağı da açık.

Türkiye, Riyad ve Tahran yönetimleri arasında arabulucu rolü oynayabilecek kapasite ve birikime sahip bir ülke.

İran tarafı, başta Dışişleri Bakanı Cevad Zarif olmak üzere farklı ağızlardan pek çok kere Suudi Arabistan yönetimiyle aynı masaya oturmaya hazır olduklarını ifade etti.

Karşı kampta yer alan Suudi Arabistan’ı da dışarıda bırakmayacak şekilde, bölge ülkeleri arasında çatışmasızlık ve işbirliğinin önemi noktasında, İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Kazım Sajjadpour’un, Kasım 2017’de Ankara’da yaptığı konuşma çığır açıcıdır.

Sajjadpour, daha önce de yazılarımda yer verdiğim tarihi önemdeki konuşmasında şu ifadeleri kullanmıştı; "Çatışmalar sürekli devam ediyor. Bunun nedeni, ülkelerin silahlanmasına devam etmesini sağlamak ve hegemonya oluşturmak. Bu bölge için iyi mi? İş birliği yapmalı ve durumu kontrol altına almalıyız. Tabii ki bu iş birliğinin bir önkoşulu var. Bu önkoşul diğer tarafı kabul etmek ve çoklu oyuncuların varlığını kabul etmektir. Bu iş birliğinin reddi, çatışmaların kaynağıdır. Bence İran ve Türkiye iş birliği bölgedeki çatışmaları çevreledikçe bölge daha güvenli olacaktır. Türkiye ile İran, Mısır ve Suudi Arabistan’la işbirliği yapmalı. (...) Ortadoğu, Batı Asya ve Kuzey Afrika’da dört bölgesel oyuncu bir arada çalışsa daha iyi olacak. Bölgesel oyuncuların işbirliği bölgeye faydalı olacaktır."

Türkiye, Riyad ve Tahran arasında arabulucu rolü oynayarak, sıcak bir çatışmayı önlemenin ötesinde, bölgede ortak bir aklın oluşmasının ilk adımlarını atmış olacaktır.


Aydınlık