Suriye bize çok şey düşündürdü ve hala düşündürüyor. En son ülkenin kuzeyinin nasıl şekilleneceği ve Fırat’ın doğusuna bir harekatın olup olmayacağı Türkiye gündemini aylarca meşgul etti. Sonunda beklenen oldu ve 9 Ekim’de Barış Pınarı Harekâtı ile başlayan süreç 22 Ekim’de Soçi mutabakatı ile şimdilik son buldu. Şimdilik dememin iki nedeni var: Birincisi mutabakatın sahada nasıl uygulanacağını izlemek; ikincisi daha farklı bir sürecin önümüzde olduğunu görmek.
Harekât ilk haftada çok olumlu sonuçlar verdi ve jeopolitik etki yaratarak Suriye’de yeni bir dönemi başlattı. Ancak ABD ile varılan ve temel nedeni yaptırım tehditleri olan geçici mutabakat ile olumlu başlayan süreç ivme kaybetti. Eğer hedef başından beri belirli bir bölgede alan kontrolü ise sorun yok ama eğer hedef PKK’nın Suriye’de varlığına çok ciddi bir darbe indirmekse işin yarım kaldığı söylenebilir. Dahası ulusal onurumuzu zedeleyen bir mektup skandalı yaşandı. (Bu olay geçiştirilmemeli, yanıtı mutlaka verilmelidir)
Bu şartlar altında, ABD’den gelen yaptırım tehditlerinden yorulan Ankara için çare Soçi’de Rusya ile yapılacak görüşmedeydi, anlaşıldı! Soçi’de yapılan on maddelik anlaşmanın genel itibariyle olumlu olduğunu iddia edebiliriz. Çünkü ABD ile varılan mutabakat harekâtı fiilen durdurmuş ve PKK’ya zaten kaçış fırsatı sağlamıştı. Bu noktadan sonra Türkiye için ana hedef PKK’nın sınırlarımıza yakın bölgelerden temizlenmesi ve sınırın ötesinde kontrolün sağlamasıydı. Soçi anlaşması marifetiyle Tel Rıfat ve Münbiç de dahil olmak üzere bu hedeflere varıldığı görülüyor. Olumsuz yan ise Kamışlı’nın bu kapsam dışında tutulması. PKK’nın ABD desteğiyle ters manevra yapma ihtimali her zaman var. Yani mesele henüz sonlanmış değil. Daha karmaşık ve muhtemelen çatışmanın eksik olmayacağı bir dönem bizi bekliyor. Saha sürprizlere açık. Bu nedenle, Türkiye’nin kendi ulusal güvenliği açısından ileride nokta hedeflere yönelmesi de sürpriz sayılmamalı.
Harekatla ilgili kazanan kaybeden muhasebesi yaptığımızda Rusya’yı galipler listesinin başına yazabiliriz. Moskova, yıllar içerisinde işlediği başarılı strateji doğrultusunda Fırat’ın doğusunda da ana aktör konumuna yükseldi. Süreçten en çok kazançlı çıkan bir başka aktör Esad. Nitekim rejim yıllarca düşmediği gibi artık ülkesinin genelinde hakimiyet sağlamak konusunda önemli bir merhale kat etti. Türkiye ise ilk beş yılında hatalı yerde durduğu Suriye iç savaşındaki konumunu son üç yılda yaptığı olumlu dönüşle düzeltmeye devam ediyor. En büyük kazanımımız ise kurulmak istenen terör koridoru ve devletçiğine darbe vurmak oldu. Bundan sonra sırada Suriye’de doğru ortaklarla eşgüdümün devamı var. Adana mutabakatının Soçi anlaşma metninde olması bu yönde bir eğilimin zamanla oluşacağı izlenimi veriyor.
Kaybedenlerin başında ABD ve İsrail geliyor. ABD’nin Suriye’deki amacı rejimi değiştirmek ve burada BOP çerçevesinde İsrail’in güvenliği için Fırat ve Dicle merkezli büyük Kürdistan’ın Irak’tan Akdeniz’e uzanacak Suriye parçasını koparmaktı. Olmadı! Kukla devlet projesinin sarsılması haliyle İsrail’i de üzdü. Nitekim yıllardır yıprattığı baş düşmanına tam son darbeyi indirecekken, Suriye’yi bölme politikası akamete uğradı. ABD’nin ne olursa olsun hep kazançlı çıktığını sanan görüşler ise eski dünyayı ve ABD’nin artık geride kalan tek kutuplu sistemdeki hegemonik gücünü tanımlıyor. Değişimi görmek istemeyen sabit fikirliler geçmişin kavramlarıyla günceli yorumlamaya devam ediyorlar ama olan oldu. Geçmiş olsun.
Artık yeni an ve koşullar değerlendirileceğinden, Suriye’de Rusya’nın üstünlüğüne karşı gerilemiş olsa da ABD’den yeni hamleler beklenebilir. Nitekim bu hamlelerin ön sinyalleri de gelmeye başladı. Trump’ın tvitleri üzerinden yine bir enerji meselesidir gündeme girdi. Ancak unutmayalım ki Suriye’de enerji amaç değil en fazla bir araç. ABD başkanı her şeyin Suriye petrollerini güvene almakla ilgili olduğunu yumurtlayıverdi! Yıllarca enerji güvenliği ve piyasaları çalışan biri olarak ne zaman ‘her şey enerji’ klişesini duysam olaya temkinli yaklaşır ve temel veriler üzerinden sebepsonuç ilişkisi ararım. Enerji elbette çok önemli ve sözgelimi Irak savaşı için ana neden fakat aynı durum Suriye için başından beri geçerli değil. Bazı yaklaşımlar sırf hedef şaşırtmak ve asıl niyeti olabildiğince saklamak için ön plana çıkarılıyor. Medya yoluyla rahatlıkla manipülasyon yapılabiliyor çünkü sorgulamadan, verilere bakmadan her şeyi enerji genellemesiyle açıklamak çok kolay ve ne yazık ki bu söylemlerin müşterisi de bol.
Zira Trump da bu fırsatı kaçırmıyor. Sanki Suriye sahalarındaki rezervler büyükmüş ya da ABD için önemliymiş gibi konuşarak enerji üzerinden yeni bir algı yaratıyor. Aslında kısıtlı rezervlerin Şam’ın eline geçmesini engellemeyi bir araç olarak görüyor. Peki hangi amaç için mi? Örneğin, yediği tokattan sonra PKK’yı tekrar toparlamak ve ülkenin güneyi başta olmak üzere bazı kısımlarında yeni bir oyun kurarken gerçek niyetini saklamak için olabilir mi? Zaten harekatın başında yazdığımız ve iş güneye gelince şiddetli çatışma potansiyeli var dediğimiz durum tam da bununla ilgili. Nedeni ise ABD planlarındaki İranIrakSuriye direniş hattının sözkonusu noktalara yakın yerlerden geçmesi. Bu sebeple, bundan sonrası muamma! Muamma çünkü sahada neyin ne olacağını, hele ki Suriye gibi dengelerin kısa sürede değiştiği bir yerde, kestirmek güç. Bizim için kritik olan, PKK’nın Soçi’ye uymaması ve/veya güneyde Şam’a çok sorun çıkarması halinde Rusya’nın Türkiye’nin yeni operasyonlarına sıcak bakabilecek olması! Ayrıca Irak’ın kuzeyi ve batısında ne olacağı bundan sonra Suriye’nin güneyi ile birlikte düşünülecek. Anlaşılan güneyimizde yaşananlar konusunda Irak, Suriye ile birlikte yeniden gündeme oturacak.
Öte yandan, yetmiş küsür yıldır içinde bulunduğumuz Batı sisteminin ülkemiz ihtiyaçlarına cevap vermediği son iki haftada net bir şekilde görüldü. Bu açıdan, sahada ne olacağından bağımsız olarak Soçi mutabakatının tarih sayfalarına bir dönüm noktası olarak geçeceğini ileri sürmek yanıltıcı olmayacaktır. Türkiye’nin meşru güvenlik kaygılarına sözümona NATO müttefiklerinin nasıl olumsuz yaklaştığı göz önünde bulundurulduğunda, Ankara’nın dış politikadaki farklı yönelimi gelecekte Soçi ile birlikte anılacaktır. Türkiye, Astana sürecinde edindiği yeni aktörlerle işbirliği deneyimini kısa vadede sürdürecek ve bu sayede uzun erimde yenilenen dünya düzeninde oluşan kutuplar arasında bağımsız çizgi tutturabilme imkanına kavuşacaktır.
Bazen detaylara çok takılıyor ve genel resmi ıskalıyoruz. Sorunlarla boğuşurken, belki yavaş ama kararlı adımlarla, ülke olarak bazı alanlarda pozisyon kazandığımız gerçeğini çoğu zaman ihmal ediyoruz. Mesela, fazla değil tam beş yıl öncesini anımsayalım: Hükümetin yanlış politikaları neticesinde PYD ile sıkı fıkı olunmuştu; peşmerge, kasıtlı olarak sınırda bekletilip tam da 29 Ekim günü harekete geçerek, Kobani’ye yardım adı altında Türkiye sınırları içinde nispet yapmıştı. Yaşananlar sıradan değildi, birileri Türkiye Cumhuriyeti artık son buldu mesajını vermek istemişti! Durum son derece karamsar görünüyordu; ancak tam beş yıl sonra gidişat terse çevrilmiş halde: Türkiye’nin toprak bütünlüğüne tehdit arz eden unsurlar önemli ölçüde etkisiz hale getirilmiş, TSK sınır güvenliğini hem Irak hem de Suriye içerisinde sağlamış vaziyette! Elbette eksiklikler ve sorunlar hala çok ama geleceğe umutla bakmak için artık nedenimiz de çok. Beş yıl önce bugünkü duruma ulaşacağımızı düşünenlerin sayısı herhalde çok fazla değildi. Suriye hepimize düşündürdü! Ulusça bittik denilen yerden yeniden dirildik…
Bu vesileyle her geçen gün önemini daha çok anladığımız, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının Türk milletine büyük armağanı olan Cumhuriyet bayramımızın 96. yıldönümünü şimdiden tebrik ederim: Cumhuriyet, her şeyden önce onurlu bir kelime ve erdemli insanlara yaraşır bir yönetim şeklidir. Kutlu olsun!
Nagehan Alçı’dan skandal PYD/PKK açıklaması: Güçlenmeliler
veryansıntv