Irak’ın kuzeyinde 12 şehit verdiğimiz şu günlerde, saldırıyı gerçekleştiren PKK ve ardındaki güç ABD tüm ülkede lanetlenirken, sinemalarımızda gösterilen “NefesYer Eksi İki”, öyküsü gereği ilgili olduğu bu basit saptamadan özenle uzak durmaya çalışan bir film. Senaryo yazarı Hakan Evrensel ve yönetmen Ozan Uzunoğlu, 30 yıl öncesinde, 1993’ün Mayıs ayında bir dağ karakolunda geçen üçdört günü anlatan filmde, bırakın sorunun derinlerine inmeyi, PKK’nın adını bile koymamışlar. Seyirci elbette ki bu “soyut düşmanın” kim olduğunu anlıyor, derme çatma karakolda saldırı bekleyen subay ve askerler elbette ki karşılarında kimin olduğunu biliyorlar ama yıl olmuş 2023; PKK sorunuyla ilgili anlatılacak beyazperde öykülerinin artık çok daha “açıklayıcı” olmasını beklemek de hakkımız değil mi? Açılış jeneriğinde, gerçek olaylardan esinlenildiğini öğrendiğimiz filmde, aradan 30 yıl geçmişken, “failin adını” bile koymamak, hatta neredeyse hiç göstermemek nasıl bir hassasiyetin sonucudur, anlamak zor. Diyelim ki konuya ve bölge gerçeklerine uzak bir yabancı bu filmi seyretse, “Kimden bahsediyorlar, IŞİD’den mi?” diye soracaktır eminim ki.
BİR DE KORKAK GAZETECİ VAR
2009 yapımı “NefesVatan Sağolsun”un devamı niteliğinde olduğu söylenen ama senaryosuyla, yönetimiyle, oyunculuğuyla bu ilk filmin etkileyiciliğinden uzak kalan “NefesYer Eksi İki”, bir devriye birliğinin dağda saldırıya uğraması ve keskin nişancı ateşi altında kalmasını göstererek açılıyor. Ardından, askerler gelen haber üzerine yakın bir köye gidiyorlar ve kadın çocuk demeden gerçekleştirilen bir katliamın sonuçlarına tanık oluyorlar. Sonrası, karakola çekilerek, yaklaşan tehdide hazırlık aşaması oluyor.
İlk çocuğunu düşüren ve ikincisine hamile olan, her an doğum yapabilecek bir eşi bulunan Yüzbaşı Tayfun (Murat Yıldırım), termal kamerası bozulan karakolu bırakıp izne çıkmaya, karısının yanına gitmeye yanaşmıyor. Düğün yapacak asker de komutanını bırakıp gitmemekte ısrarlı. Öte yandan, karakola girip çıkan, ağabeyi dağa çıkan tamirci yöre delikanlısı da yasak sevdasını geride bırakıp gidemiyor bir türlü. Filmde hafiften aşk da var yani. Farklı karakterlerin öykülerini kesiştiren “NefesYer Eksi İki”, bir de ödüllü savaş muhabiri, bencil, şımarık, korkak bir gazeteci olan Ufuk’u çıkartıyor karşımıza ki İlker Aksum’un canlandırdığı bu karakter, filmin en karmaşık ama gerçekte kim olduğu “kolayca tahmin edilebilir” unsuru niteliğinde.
‘HÜMANİST’ BAKIŞ AÇISI
Atilla Dorsay’ın satırlarındaki gibi, “Savaş öylesine acı, dramatik ve merhametsiz bir şeydir ki… Buradaki savaş ölümcüldür ve film bunu öylesine iyi yansıtır ki… Sanırım bizde yapılagelmiş en etkileyici savaş filmidir bu… Aynı ölçüde de ürküten, korkutan, dehşet veren” demeye getiren bir film var karşımızda. Yani olan bitene fazlasıyla “hümanizm” gözlüğüyle bakılmış ve ötesi de hamasete malzeme yapılmış. Ve söz açılmışken kendi adıma, “ölümcül” olmayan bir savaş bilmediğimi de ekleyeyim!
Filmin dikkat çekici noktalarından biri, karakola saldırı sırasında Tayfun Yüzbaşı yaralanınca, birkaç kez “Sıhhiye… Sıhhiye…” diye bağırılmasına rağmen sıhhiye erinin gelmemesi. İçimden, acaba yok edilen askeri sağlık sistemine, kaldırılan asker hastanelerine falan bir gönderme mi yapılıyor diye düşünmedim değil. Olabilir de olmayabilir de.
Sonuç olarak, ne yazık ki Dorsay’ın iddia ettiği gibi “görkemli” olmayan, özellikle zayıf senaryosuyla dikkat çeken, soyut düşman karşısında vatanseverlik nutukları atan vasat bir film “NefesYer Eksi İki”. Kameranın önündeki ve ardındaki değişiklikler, 14 yıl önceki ilk filmden pek eser kalmamasıyla sonuçlanmış.
Tunca Arslan
Aydınlık