Pazar akşamı iftar sohbeti, “seçimi kimin kazanacağı” sorusuyla başladı.
İşadamı ağırlıklı masanın ortak tespiti şuydu:
Kim kazanırsa kazansın ağır ekonomik krizle uğraşmak zorunda kalacak.
Bizi zor günler bekliyordu.
Peki, “çıkış yolu” neydi?
Öncelikli ilk adım, cari açığın dış borçlanmayla kapatılmasıydı…
Sıcak paranın gelmesi için güven esastı…
Yabancı, parası için güvenlikli ortam arar; kazancının çok olmasını isterken, devlet teminatı bekler…
İşadamları “siyasi renklerini” pek belli etmese de, yabancı sermayenin gelmesi için iktidar değişikliğinin küresel dünyada olumlu hava yaratacağından emin...
Dedim ki:
IMF bize en fazla 60 milyar dolar verir. Gerisini, gelecek sıcak parayla tamamlanır da, bu para sahipleri bizden ne teminat isteyecek? Öyle özgürlükdemokrasi filan gibi kamuoyunu oyalamak için söylenen yanıltıcı lafları bir kenara bırakalım. Para sahibi sadece kazancını düşünür. O halde, kamu kaynaklarını sata sata bitirdik, elimizde pek bir şey yok, neyi teminat göstereceğiz? Vergi toplama imtiyazını onlara mı bırakacağız?
Bugün yaşadığımız yapısal hale gelmiş ekonomik krizi Osmanlı da yaşadı. Madenlerini vs özelleştirmek ile kalmadı, tütüntuz gibi vergi gelirlerinin toplanmasını yabancı rejiye bıraktı. Sonuç ne oldu?
***
Osmanlı’nın boğazına yağlı urganını geçiren kapitülasyonların siyasal sonuçları oldu. Paran yoksa toprağını vermek zorunda kalırsın!
Mesela:
Yunanı savaşta yendik, masa başında Yunanistan'ın bağımsızlığını kabul ettik.
“Kürt açılımı” konuşulurken 20 Şubat 2010 tarihinde Hürriyet gazetesinde, “et ve tırnak gibi olduğumuz” Girit’i nasıl kaybettiğimizi yazdım. Yerel özerklikle başlayıp, otonom ile sürüp, Girit meclisi kararıyla Yunanistan’a nasıl bağlandığını yazdım…
O dönem tüm kaybedişlerin temelinde Avrupa ile yapılan borç anlaşmaları vardı.
Bakınız:
Mustafa Kemal ve arkadaşları bu dönemin yakın tanıklarıdır. Bu sebeple Lozan görüşmelerinin olmazsa olmazı, kapitülasyonların kaldırılması oldu. Ki Lozan görüşmeleri, kapitülasyonlardan taviz vermek istemeyen Avrupa’nın dayatmasıyla kesildi. Tam bağımsızlığa giden yolun kapitülasyonları yıkmak olduğunu biliyordu Atatürk…
O halde soru şu:
Ağır kriz altındaki Türkiye, neyi teminat göstererek yeni borçlar bulacak?
Bu önemli soruyu tartışmıyoruz, üzerinde hiç durmuyoruz.
Kimilerinin seçim propagandası için “ben şu kadar para buldum” sözlerini irdelemiyoruz. Kimse, “neyin karşılığı” demiyor!
***
Evet, borç veren kuşkusuz daha çok para kazanmak isteyecek.
Evet, borç veren kuşkusuz daha çok siyasi çıkar elde etmek isteyecek.
Ne olabilir bu garanti?
Kuzey Suriye'de suni Kürdistan olabilir mi?
Türkiye’de yerel yönetimlere –tıpkı Girit örneğinde yaşandığı gibi kendi jandarmasını bile kuran özerklik verilmesi olabilir mi?
Hocam Prof. Yalçın Küçük’ün sözlerini anımsıyorum; “biz çelik çomak oynamıyoruz!”
İktidardan o gider, diğeri gelir; üzerinde durduğum ağır kriz altındaki iktidara Batı’nın ne dayatıcağıdır? Türkiye'nin nereye sürükleneceğidir?
Emperyalizmin ülkeyi parçalama sömürme dayatmasına karşı uyanık olmaya davet ediyorum herkesi...
Kimileri inatla meseleyi “o parti” “bu parti” görmek istiyor. Kişileri değil, ilkeleri savunun diye bin kez yazdım. Ağır tarihsel süreç bekliyor ülkemizi… Partiniz üzerinde etkili olun…
FETÖ'yü kullanan emperyalizmin, Türkiye’ye “giydirmek istediği elbise” projesinden vazgeçmediğinin kaç kişi farkında?
Lafla Atatürkçü olunmaz... Mandacılık kabul edilemez… Tehlikenin farkında mısınız?
Soner Yalçın
Odatv.com