10 Ağustos günü tarihimize, Çanakkale Zaferi'nin önemli aşamalarından biri olan Conkbayırı taarruzunun başlangıç günü ve Sevr Antlaşması'nın imzalandığı gün gibi iki zıt karakterde olayın yıldönümü olarak geçmiştir.

 

CONKBAYIRI TAARRUZU

 

Conkbayırı taarruzunu, Sinan Meydan'ın 14 Ağustos 2017 tarihli “Anafartalar Kahramanı” başlıklı yazısından aktaralım:

 

Conkbayırı'na yönelik 6 Ağustos 1915 günü başlayan düşman taaruzuna ilk olarak, düşman saldırısının hangi noktadan geleceğini çok önceden tahmin etmiş olan 19. Tümen Komutanı

Mustafa Kemal müdahale etmişti. Mustafa Kemal, düşman taarruzunu duyar duymaz Conkbayırı'nda ilk direniş hattını oluşturdu. Ancak Conkbayırı'nın 2 gün sonra İngilizlerin eline geçmesi ve durumun iyice kötüleşmesi üzerine, 5. Ordu Komutanı adına Kurmay Başkanı Albay Kazım (İnanç), Mustafa Kemal'i telefon başına çağırarak "Durumu nasıl gördüğünü?" sordu. Mustafa Kemal, "Bütün mevcut kuvvetlerin, komutam altına verilmesinden başka çare kalmamıştır!" diye cevap verince, şaşıran Kurmay Başkanı, "Çok gelmez mi?" dedi. Mustafa Kemal, "Az gelir!" karşılığını verdi. İşte o kritik aşamada Mustafa Kemal, gece saat 21.50'de Ordu Komutanı'nın emriyle Anafartalar Grubu Komutanlığı'na getirildi. Mustafa Kemal, böyle bir görevi severek isteyerek kabul etmişti. Kendi ifadeleriyle, "Böyle bir sorumluluğu yerine getirmek, basit bir iş değildir. Fakat ben vatanım mahvolduktan sonra yaşamamaya karar verdiğim için kemali iftiharla bu sorumluluğu üstüme aldım. Ve hemen, saatlerce uzakta bulunan Çamlıtekke Karargahı'na atla hareket ettim." (Ruşen Eşref, Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat)

 

Gece yarısı yola çıkarken Fırka doktoru Hüseyin Bey'i de yanına aldı, çünkü o sırada hastaydı.

Kendi anlatımıyla: "Yaverim Kazım Efendi, o gün şehit olmuştu. Rasim Efendi adında diğer bir süvari zabitini de aldım. Dört aydır o yerde, yani ateş hattından üç yüz metre geride cesetlerin çürümesiyle bozulmuş bir hava teneffüs etmekte idim. O gece saat on birde zindan gibi zifiri karanlıklar içinde oradan çıkınca ilk defa temiz bir hava karşısında bulundum. Fakat bu güzel havayı zulüm ve şüphe içinde teneffüs etmek nasip oluyordu." (Ruşen Eşref, Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat)

 

Kaç gecedir uyumamıştı. Hem yorgunluktan hem sıtma nöbetinden dolayı halsizdi. Avurtları çökmüş, benzi sararmış, iki derin çukura yuvarlanmış gibi duran mavi gözleri kızarmıştı. Ancak kendine güveni tamdı. Lord Kinross'un ifadesiyle "sorumluluk onda uyarıcı bir ilaç etkisi yapıyordu". Ne de olsa bölgedeki tüm kuvvetler emrine verilmişti. Gece karanlığında saat 01.30'da grup karargâhına vardı. Gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra sabah 04.30'da atına binip savaşı yöneteceği tepeye gitti. 9 Ağustos günü, 7. ve 12. Tümenlerin sabaha karşı başlayan taarruzunu,

Anafartalar bölgesindeki bir tepeden başından sonuna kadar yönetti. Sayıca çok daha kalabalık olan

düşman bozguna uğrayarak kaçtı. Böylece Birinci Anafartalar Zaferi kazanıldı.

 

10 Ağustos'ta sabah saat 04.30'da Mustafa Kemal'in komutasındaki Türk birlikleri (23,24 ve 28. Alaylar) Conkbayırı'nda düşmana saldırdı. 4 saat süren kanlı süngü muharebeleri sonunda Conkbayırı'nın tamamı ele geçirildi. Düşmana çok büyük kayıplar verdirilen bu savaş sırasında

General Boldwin ve Kurmay Başkanı öldü. Mustafa Kemal de göğsündeki saate isabet eden bir şarapnel parçasıyla yaralandı. Mustafa Kemal, Conkbayırı'nı geri aldıktan sonra öğleden sonra

8. Tümen'e veda ederek Anafartalar Grubu Karargâhı'na döndü. 5 gün süren Conkbayırı taarruzunda; resmi kayıtlara göre Türk tarafı 20 bin, düşman tarafı ise 25 bin kayıp verdi.

10 Ağustos Conkbayırı taarruzu hakkında, Fahrettin Altay Paşa'nın yorumu şudur: "Mustafa Kemal, 10 Ağustos'ta yalnız İstanbul'un değil, bütün bir memleketin işgalini önlemişti. Artık ümitleri kalmayan İngilizler, iki ay sonra Gelibolu Yarımadası'nı boşaltıp çekilip gitmeye mecbur kalıyorlardı.”

 

SEVR ANTLAŞMASI

 

Ancak Gelibolu Yarımadası'nı boşaltıp çekilip giden İngilizler, 5 yıl sonra İstanbul'daydılar ve Türk milletini Anadolu'da sıkıştırarak yok etmeyi amaçlayan Sevr Antlaşması'nı, yine bir 10 Ağustos günü Osmanlı İmparatorluğu'na imzalatıyorlardı. Atatürk Nutuk'ta Lozan Antlaşması'nı tanımlarken, Sevr'e atıf yapmıştı: “Lozan Antlaşması, Türk milletine karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sévres Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir.”

Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılan, ancak Lozan'la kesintiye uğrayan Tük milletini yok etme girişimi, günümüzde de devam etmektedir. Bu suikast zincirinin halkaları içeride ve dışarıda sürekli faaliyet halinde bulunuyorlar. 10 Ağustos 2020 tarihinde, Sevr'in 100. yıldönümü nedeniyle yurtdışında yapılan açıklamalardan birkaç örnek, Sevr'i kaldığı yerden devam ettirmek isteyen odakların boş durmadıklarını anlatmaya yetiyor.

Sevr'in 100. yıldönümünü bahane eden 10 tane Ermeni Partisi bir araya gelerek bir deklarasyon yayınladılar. “Sevr Barış Antlaşması'nın olası uluslararası sonuçlarına bugün tekrar ışık tutmak gerektiği” görüşüyle yayınlanan deklarasyonda, Sevr'in uluslararası hukuk açısından bugün geçerli olduğu iddia edilerek, Türkiye Cumhuriyeti'ne tehditler yağdırılmıştır. İmzacılarının “Ermenistan Cumhuriyeti'nin ve tüm bölgenin güvenliği ve geleceği için Sevr Barış Antlaşması'nın tarihi, politik ve yasal misyonunu” vurguladıkları bu deklarasyonda, Türkiye Cumhuriyeti savaş suçlusu ilan edilmektedir. “Bugün TürkiyeErmenistan sınırı için Sevr'in yasal bir dayanak oluşturduğu” dile getirilerek, “Türkiye'den tazminat ve toprak talepleri” ileri sürülmüştür. “Türkiye'nin inkarcı politikalarını sürdürerek Sevr'in imzalanmasından 100 yıl sonra Ermenistan Cumhuriyeti'ne ve Ermenistan halkına düşmanlığa devam ettiği ve askeri saldırı tehditinde bulunduğu” belirtilerek Türkiye Cumhuriyeti'ne açıkça meydan okunmuştur.

Bu deklarasyona Dışişleri Bakanlığımız “10 Ağustos 2020, Sevr Anlaşması’nın 100. Yıldönümü Bahanesiyle Ermenistan Makamlarınca Yapılan Açıklamalar Hk.” başlığıyla yapılan bir açıklama ile yanıt verdi:

“Birinci Dünya Savaşı sonunda vatanımızı parçalayarak, bağımsızlık ve egemenliğimizi sona erdirmeyi amaçlayan 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Anlaşması, işgal ve imha planlarının hayasızca ortaya konduğu bir ibret vesikasıdır.

Yüce Türk milleti kahramanca yürüttüğü Kurtuluş Savaşı’ndan sonra 24 Temmuz 1923 tarihinde imzaladığı Lozan Barış Antlaşması ile Sevr’i yırtıp tarihin çöplüğüne atmıştır. Tarihten ders yerine husumet çıkaranların, aradan geçen bir asıra rağmen, bu belgeden medet ummaları şaşırtıcı değildir.

Asil Türk milletinin Anadolu’yu işgal etme cüretinde bulunanlara verdiği ders, emperyalizme vurduğu ağır darbe tarih kitaplarında ders olarak okutulmaktadır. Bu şanlı mücadele diğer mazlum milletlere de örnek olmuştur.

Bugün kendi halkını bile beslemekten aciz bir yönetimin 100 yıl sonra Türk milletinin yırtıp attığı Sevr’i gündeme getirmeye cüret etmesi abesle iştigaldir.

Böyle sinsi emellere kapılanların Türkiye’nin vatanı ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ve bekasını sürdürme kararlılığı karşısında heveslerinin kursaklarında kalacaklarını iyi bilmeleri gerekir.

Azerbaycan topraklarında yıllardır gayrimeşru bir işgal sürdüren Ermenistan, bölgesel barış ve istikrarın tesisinin önündeki asıl engeldir. Ermenistan makamlarının saldırgan milliyetçi politikaları terk ederek akıllarını başlarına alma vakti gelmiştir.”

Ermenilerin dışında Kürtçüler de Sevr'in 100. yılında çeşitli etkinlikler yaptılar ve açıklamalarda bulundular. 1906 yılında kurulup, 1950 yılında Amerikan Kongresi tarafından tanınmış bir gönüllü kuruluş olan ve Birleşmiş Milletler'in Ekonomik ve Sosyal Konseyi'ne  Özel Danışmanlık statüsü bulunan Amerikan Uluslararası Hukuk Derneği “American Society of International Law (ASIL)” internet sitesinde 10 Ağustos 2020 tarihinde “Sevr'in 100. Yıldönümü: Otonomi ve Kürtler” başlıklı bir yazı yayınlandı. “Kürtlerin İran, Irak, Suriye ve Türkiye'de yaşayan azınlıklara bölündüğü ve dünyada en büyük devletsiz ulus olduğu” vurgulanan yazıda “İngiliz hükümetinin Sevr Antlaşması'nı sonlandırmasının Kürdistan'ın bölünmesine yol açtığı” iddia ediliyor. İlgili ülkelerde “Kürtlerin azınlık haklarından bile yararlandırılmadığından” şikayet edilerek, Sevr'in 100. yılında “Kürtlere otonomi hakkının verilmesi” isteniyor. Sevr'i paçavraya çeviren Türk Kurtuluş Savaşı yok sayılarak kaleme alınan bu ve benzeri yazılar, günümüzde Sevr ruhunun ne kadar canlı tutulduğunun kanıtını oluşturuyor.

Sevr'in 100. yılında Kürtçüler tarafından yapılan birçok etkinlikten bir diğeri de, Washington Kürt Enstitüsü “Washington Kurdish Institute” tarafından düzenlenen ve moderatörlüğünü Demokrasileri Savunma Vakfı “Foundation for Defense of Democracies (FDD)” Türkiye Programı'ndan Philip Kowalski'nin yaptığı, “Kürtler: Sevr Antlaşması'ndan Yüzyıl Sonra” başlığıyla internet üzerinden yapılan etkinlik oldu. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin ABD temsilcisi ile Avustralya Kürt Lobisi'nin Kürtçe bilmeyen eşbaşkanının konuşmacı olarak katıldığı etkinlikte, “uygulanmayan Sevr Antlaşması'nın Kürtlere otonomi vermiş olduğu” hatırlatılarak, “yüzyıllık mücadeleden” sonra Kürt milliyetçiliğinin durumu masaya yatırıldı. ABD ve uluslararası toplumun Kürtler ve taleplerine nasıl baktıkları ve Kürt nüfusa sahip ülkelerin “yüzyıllık çatışmadan” sonra Kürt davasına yaklaşımlarında değişiklik olup olmadığı tartışıldı. Her iki konuşmacı da, Kürtler açısından en kötü durumda olan ülkenin İran olduğu hususunda birleştiler. Irak ve Suriye'de yaşananlar, olumlu yönde gelişmeler olarak değerlendirildi. ABD'den aldıkları destek üzerinde durdular. Türkiye'de HDP'nin başarısı ile terör örgütünün mücadelesinden övgüyle söz edildi. Muharrem İnce'nin birkaç gün sonraki açıklamasında “yerel seçimlerde CHP’ye İstanbul, Ankara, Adana, Mersin ve Hatay gibi şehirleri Kürt vatandaşların kazandırdığını ve seçimden sonra Kürt vatandaşlara yürekten teşekkür edilmediğini” söylediğini duymuş olsalar, daha da memnun olurlardı. Avustralya'daki eşbaşkan, Selahattin Demirtaş'ı, Kürtlerin uluslararası çapta lideri olarak tanımladı. Bir seçim konuşmasında “Cumhuriyet'in rövanşı için sahnedeyiz” diyen Demirtaş, zaten kendisi de, hiçbir zaman bölücü emellerini gizlememişti. Türkiye'de HDP'yi, ulusal bir parti olarak görenlerin, göstermek isteyenlerin, yüzyıl önce Sevr ile tamamlandığı sanılan Türk milletini yok etme girişimine hizmet ettikleri bu etkinlikle bir kez daha kanıtlanmış oldu.

Söz konusu seminerde Erdoğan'ın Kürtlere karşı 'geri dönülmez bir noktaya' geldiğinden söz edildi. ABD'nin vermiş olduğu görevle iktidara gelişinden itibaren BOP eşbaşkanlığı yapan Erdoğan, 2009 yılında Kürt ve Ermeni açılımlarını başlatmış, ancak seçmeninden gördüğü tepki ve 15 Temmuz sonucunda farklı bir noktaya gelmişti. Başka bir deyişle Türk milleti oyunu bozmuştu. Ancak Sevr suikasti düzenleyicileri, Türkiye'de sadece iktidara değil, muhalefet partisine de yatırım yapmışlardı. Örneğin moderatör Philip Kowalski'nin üyesi olduğu FDD Türkiye Masası'nın direktörü Aykan Erdemir, 24. dönem CHP Bursa milletvekilliği yapmıştı. Bugün hakkında yakalama kararı bulunan Aydemir, Türkiye düşmanlığını Amerika'dan sürdürüyor.

2018 yılı Ekim ayında Amerikan İsveç merkezli Silkroad Enstitüsü tarafından hazırlanmış olan bir raporda öngörüldüğü üzere, FETÖ yani CIA yapımı bir kaset komplosuyla istifaya zorlanan CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, kararını açıklarken yaptığı konuşmada şöyle demişti:

“Bu komplonun hedefi sadece ben değilim, aynı zamanda CHP'dir. CHP de bu kirli tezgahlar karşısında yolunu seçmek zorundadır. Benim istifa kararım, hem Türkiye siyasetini ve CHP'yi yeniden tanzim etmek isteyenlere bir imkan tanıyacak hem de CHP'ye bu komplo ile hesaplaşma fırsatı verecektir.”

Türkiye siyasetini ve CHP'yi yeniden tanzim etmek isteyenler, bu imkanı sonuna kadar kullandı. Ancak CHP, bu komplo ile hesaplaşmadı, hesaplaşmaya kalkanlar ihraç edildi. CHP yönetimi Sevr suikastçilerinin etki alanındaki kişilerden oluşmaya başladı. Son kurultaydan sonra işlem tamamlandı ve artık Atlantikçilerin dışında hemen hemen kimse kalmadı yönetimde. “Bu da oldu!” dedirtecek bir gelişme, FETÖ kumpaslarının medya ayağı olan Taraf'ın köşe yazarlarından biri  CHP Genel Başkan Yardımcılığı görevine atanınca gerçekleşti. Söz konusu kişi, Yüksel Taşkın, bir röportajında AKP'yi değerlendirirken, Dinci Kemalizm mi bu?” sorusuna şöyle yanıt veriyor:

“Kemalizm’in siyasi değerleri değil de... Siyasete bakış tarzı, siyaset kültürü anlamında, toplumsal mühendislik anlamında evet dinci Kemalizm bu. Toplumu sorun olarak görmek ve en ufak bir eylemde insanları şiddetle bastırmak, onlara şekil vermeye çalışmak bu!”

Kemalizm'in toplumu sorun olarak gördüğünü, en ufak bir eylemde insanları şiddetle bastırdığını düşünen bir kişi CHP'nin en tepe yönetiminde olduğuna göre artık Sevr suikastçileri CHP'yi istedikleri gibi tanzim etmiş durumdalar. Şimdi sıra, CHP ve terör destekçisi parti ile birlikte kurulmuş ve kurulacak çeşitli partilerin ittifakını, “demokrasi cephesi”ni oluşturmaya geldi.

Türk milletini yok etme girişimi, siyaset sahnesinde böylece oynanmaya devam ederken; yüzyıl sonra Sevr'e yanıtı, Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Atatürk'ün askerleri verdi. Tümamiral Cem Gürdeniz'in, 13 Ağustos 2020 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanmış olan “Sevr'in 100'üncü Yılında Emperyalizme Türk Milletinin Yanıtı: Mavi Vatan” yazısında belirttiği gibi;

“Sevr Antlaşması’nın tam 100. yıldönümünde, 10 Ağustos 2020 günü MTA’nın Oruç Reis isimli sismik araştırması gemisi 09.00 sularında beş savaş gemimiz refakatinde Antalya’dan ileri harekete geçmesi Türkiye Cumhuriyeti’nin, Sevr’in 100. yılında denizdeki ikinci Sevr’i parçalamak kararlılığının tarihi bir manifestosuna dönüştü.”

Siyaset arenasında hangi oyunlar oynanırsa oynansın, “vatanı mahvolduktan sonra yaşamamaya karar veren” Anafartalar Kahramanının izindeki askerleriyle Türk Milleti, Sevr'i bir kez daha paçavraya çevirip tarihin çöplüğüne atacaktır. Ancak emperyalizm hedefinden hiç bir zaman vazgeçmeyeceğinden, bu başarının sürdürülebilmesi ve yüzyıldır yaşananların tekrarlanmaması  için, yaşamın her alanında olduğu gibi siyaset alanında da Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Atatürk ruhunun egemen olması gerekmektedir.

 İLK KURŞUN