Dicle Eroğul yazdı

 

“Hepimizin beyninin zaptından aciz kaldığı bu azametli gün ve zengin levhayı telgrafa sığdırmak gazetecilikte rastladığım en büyük müşküldür.”

 

31 Ağustos 1924 tarihli Hakimiyeti Milliye Gazetesi'nde yer alan bu satırlar, Başkomutanlık Meydan Savaşı'nın ikinci yıldönümü dolayısıyla 30 Ağustos 1924'te, Dumlupınar'da Meçhul Asker Anıtı'nın temel atma törenini izleyen gazeteci Ziya Gevher'in kaleminden çıkmıştı.

 

“Gönül isterdi ki, bütün memleket, Mehmetçiğin aşığı bütün Türklük, memleket ve millet bağımsızlığının doğduğu ve fışkırdığı bu tepede bulunsun. Eserini heyecanlarla tekrar ederken gözlerinden mezarına sıcak yaşlar akıtsın. Bugün burada toplananlar Türklüğün kerametini sezmişlerdir. Dumlupınar'da yalnız bir kalp vardır.”

 

Törendeki atmosferi okuyucularına oldukça duygusal bir dille aktaran Gazeteci, “Mezar civarındaki sade söğüt dallarından yapılmış tak üzerinde büyük harflerle yazılan Meçhul Şehit lisanından Büyük Gazi ünvanlı bir levha”dan bahseder ve bu levha üzerindeki cümleleri şöyle kaydeder:

 

“İki sene evvel şuracıkta Sevr Antlaşması'nı yırtan kılıcınız, Türk'ün tarihi olan İnönü'leri, Sakarya'ları milli şan ve şerefe ithaf eylemiş idi. Zaman geldi ki, siyasi kahramanlığınızla da eski ve yeni dünyalar Türkün hakkının büyüklüğünü teslime başladılar. Dünya hep böyle milli mateme taptıkça ruhların iftihar ettiği şu gördüğünüz şehitlik ebediyen şad olacak, millet de sizi yalnız başının üstünde değil, kalbinin içinde taşıyacaktır.”

 

Gazi Paşa Meçhul Asker Abidesinin ilk taşını koyduktan sonra tören, bütün azametiyle devam etti. Törene katılanlar öylesine heyecan içindeydiler ki, Ziya Gevher'in betimlemesiyle; “Ve sanki ölünüz dense bütün kalpler bu emre uyacaktı.”

 

Atatürk Çanakkale, Doğu Cephesi, Sakarya dahil en büyük askeri başarıları kazandığı savaş alanlarına daha sonra hiç gitmemişti. Yalnızca, 1924 yılı 30 Ağustos'unda Dumlupınar'a gelmiş ve burada bir buçuk saat süren anlamlı ve duygulu bir konuşma yapmıştı. Yazar Metin Aydoğan, “Ülkeye Adanmış Bir Yaşam1 Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı” adlı kitabında Atatürk'ün bu konuşmasını şöyle aktarır:

 

“Başkomutanlık Savaşı'nın geçtiği alanda söylediği sözler, yalnızca savaşa ait duyguların dile getirilmesi değil, onunla birlikte tarihe aktarılan kalıcı bir belgeydi. Bu söylevle, Türk ulusuna ve gelecek kuşaklara olduğu kadar, dünyanın ezilen uluslarına sesleniyor, onları “dünyanın despotlarına” karşı bağımsızlık ve özgürlük savaşına çağırıyordu.

 

Konuşmasının başında, Türk ulusunun bu büyük savaşta, kendisini başkomutanlığa layık gördüğü için duyduğu mutluluğu dile getiriyor ve 'Bu görevin mutlu anısını, ulusuma duyduğum minnetle, ömrüm oldukça övünerek saklayacağım' diyordu. Daha sonra, 'gerçek niteliği bugünkü açıklamalardan çok, yarın, tarihin yargıçları olan araştırmacıların incelemeleriyle, daha iyi anlaşılabilecektir' dediği Dumlupınar Meydan Savaşı'nın aşamalarını, kendine özgü biçemiyle anlatır. Sıradan bir düz yazı söyleminden çok, destansı bir anlatıma benzeyen bu bölüm, Şevket Süreyya Aydemir'in tanımıyla, 'savaş alanında yapılan bir barış söylevi, savaş edebiyatının bir şaheseridir.'

 

Afyon Ovası'nı ve onu çevreleyen tepeleri göstererek, iki yıl önce yaşananları şöyle anlatır: 'Güneş mağribe (batıya) yaklaştıkça, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda seziliyordu. Biraz sonra, cihanda büyük bir yıkım olacaktı. Ve beklediğimiz kurtuluş güneşinin doğabilmesi için bu yıkım gerekliydi; karanlıklar içinde bu çöküntü olmalıydı. Semanın karardığı bir anda, Türk süngüleri, düşman dolu şu sırtlara hücum ettiler. Karşımda artık bir ordu, bir güç kalmamıştı. Tümüyle mahvolmuş, perişan bir kılıç artığı kitle bulunuyordu. Kendilerinin dediği gibi, korku ve dehşet içindeki bu şekilsiz kitle, acınası bir yığın halinde kaçmak için yer arıyordu. Artık gecenin koyulaşan karanlığı,sonucu gözle görmek için, güneşin doğudan yeniden doğmasını zorunlu kılıyordu…'

 

Söylev, ertesi gün savaş alanını gezerken karşılaştığı görüntüleri aktararak sürer ve 'gerçek bir mahşer manzarası' olarak tanımladığı savaş alanını, aynı görkemli anlatımla betimler, savaşın felsefesini yapar: 'Ertesi gün savaş alanını dolaştığımda, ordumuzun kazandığı zaferin büyüklüğü, buna karşılık düşman ordusunun uğradığı yıkımın korkunçluğu, beni çok duygulandırdı. Şu karşıki sırtların arkasındaki bütün düzlükler, bütün dere yatakları, gizli kapaklı her yer; terk edilmiş toplar, sayısız araçlar, donanımlar, bunların arasında yığın yığın ölüler ve toplanıp götürülmekte olan kafileler halindeki tutsaklarla, gerçekten bir mahşeri andırıyordu. Savaşlar, hele meydan savaşları, yalnızca iki ordunun karşı karşıya gelip çarpışması değildir; ulusların çarpışmasıdır. Savaşlar, ulusların bütün varlıklarıyla; teknik alandaki başarılarıyla, ahlaklarıyla, kültürleriyle, erdemleriyle, kısacası gözle görünür görünmez bütün güç ve varlıklarıyla, her türlü araç ve olanaklarıyla çarpıştığı bir sınav alanıdır. Savaş alanında çarpışan ulusların, gerçek güçleri ve değerleri ölçülecek demektir. Sonuç, yalnız gözle görünür güçlerin değil, bütün güçlerin, özellikle ahlaktan ve kültürden gelen güçlerin üstünlüğünü ortaya koyacaktır. Tarih; başlarındaki taht sahipleri ya da hırslarını yenemeyen politikacılar elinde, birtakım boş ve yersiz isteklere oyuncak olmuş istilacı orduların, istilacı ulusların uğradığı buradaki gibi korkunç sonuçlarla doludur.'

 

Dumlupınar Söylevi'nin sonraki bölümlerinde; tutsaklığa karşı çıkan ulusların artık yenilemeyeceğini, bunu başaracak bir gücün artık olmadığını, 30 Ağustos'un dünya tarihine yön veren bir savaş olduğunu açıklar ve Türk ulusuna geleceğe yönelik önermelerde bulunur: 'Tutsak

olmak istemeyen bir milleti, esareti altında tutmayı başarabilecek kadar güçlü zorbalar, artık dünya üzerinde kalmamıştır. Türk milleti burada kazandığı zaferle, gösterdiği azim ve irade ile bu gerçeği tarihin sinesine çelik kalemle yazmış bulunuyor. Türk yurdunu ele geçirmek düşüncesini, Türk'ü tutsak etme isteğini, toplumsal amaç haline getirenlerin, hak ettikleri sondan kurtulamadıklarını burada gözlerimizle gördük. Bir ülkeyi ele geçirmek, o ülkede yaşayanlara egemen olmak için yeterli değildir. Bir ulusun ruhu ele geçirilmedikçe, bir ulusun yaşama isteği gevşeyip kırılmadıkça, o ulusa boyunduruk vurulamaz. Yüzyılların yarattığı ulusal inanca, güçlü ve sürekli ulusal dayanışa, hiçbir güç karşı duramaz. AfyonkarahisarDumlupınar Meydan Savaşı ve onun son parçası 30 Ağustos, çok parlak zaferlerle dolu Türk tarihinin en önemli dönüm noktalarından biridir. Burada kazanılan zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir yön vermede bu kadar etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Açıktır ki, yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyeti'nin temeli burada sağlamlaştırıldı; ölümsüz yaşamı burada taçlandırıldı. Bu alanda akan Türk kanları, bu semalarda uçuşan şehit ruhları, devletimizin, cumhuriyetimizin ölümsüz koruyucularıdır. Burada temelini attığımız bu anıt, Türk yurduna göz dikenlere, Türk'ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, saldırısını, güç ve kararlılığındaki kesinliği ve keskinliği hatırlatacaktır. Ulusal egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında zincirler erir, tahtlar taçlar yanar, yok olur. Ulusların tutsaklığı üzerine oturtulmuş devletler, her yerde er geç yıkılacaktır. Avrupa'nın ortasından, Doğu'nun öbür ucundaki binlerce yıllık ülkelere bakacak olursak, Osmanlı İmparatorluğu'nun kaderini daha iyi anlarız. Yüzyıllardan beri Türkiye'yi yönetenler, çok şeyler düşünmüşler, ancak bir şeyi düşünmemişlerdir. Türkiye'yi düşünmemişlerdir. Bu düşüncesizlik yüzünden, Türk yurdunun, Türk ulusunun uğradığı zararları, ancak bir tek davranışla giderebiliriz. Türkiye'de Türk'ten başka bir şey düşünmemek. Bunca acıya katlanıp yıkımlara uğradıktan sonra, Türk artık öğrenmiştir ki, bu yurdu yeniden kurmak ve orada mutlu ve özgür yaşayabilmek için egemenliği hiç elden bırakmamak ve evlatlarını Cumhuriyet bayrağı altında, örgütlü ve bilinçli bulundurmak gerekir. Refah ve mutluluğa ancak bu davranışla ulaşabiliriz. Ulusumuzdaki güçlü karakter, sarsılmaz inanç, ateşli milliyetçilik; ekonomik gelişmeyle gerektiği gibi güçlendirilmelidir. Ekonomik olarak zayıf bir bünye, yoksulluktan, sefaletten kurtulamaz; sosyal ve siyasal felaketlerden yakasını kurtaramaz. Bugün, insanca yaşamanın koşulları bütün kesinliği ile ortaya çıkmıştır. Bu koşullara aykırı söylemler, artık doğruluk, iyilik ve inanç ilkeleri sayılamaz. Gerçek belirdi mi, yalan ortadan kalkar. Akla aykırı uydurma şeyler, kafalardan çıkmalıdır. Her türlü yükselme ve gelişmeye istekli milletimizin sosyal devrim adımlarını kesmek, küçültmek isteyen engeller ortadan kaldırılmalıdır. Son sözlerimi, özellikle ülkemizin gençlerine yöneltmek istiyorum… Gençler! Geleceğe güvenimizi güçlendiren ve sürdüren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz eğitimle, bilgiyle, insanlıktaki üstün niteliklerin, yurt sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en değerli örneği olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.'”

 

İkinci yıldönümünde 30 Ağustos zaferini ve anlamını böylece anlatarak geleceğe ışık tutan Atatürk, 1 Eylül 1922 'de Orduya Akdeniz'i ilk hedef gösteren ünlü bildirisinde Ordusuna; “Zalim ve mağrur bir ordunun asli unsurlarını, inanılamayacak kadar kısa bir zamanda yok ettiniz. Büyük ve soylu milletimizin fedakarlıklarına layık olduğunuzu kanıtlıyorsunuz. Sahibimiz olan büyük Türk milleti, geleceğinden emin olmakta haklıdır. Savaş alanlarındaki ustalık ve fedakarlığınızı yakından görüyor ve izliyorum… Bütün arkadaşlarımın… ilerlemesini ve herkesin akıl gücü, kahramanlık ve yurtseverlik kaynaklarını yarıştırarak kullanmaya devam etmesini isterim” diyor ve “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri! buyruğunu veriyordu.

 

İtilaf Devletleri, 4 Eylül 1922'de gönderdikleri bir telgraf yazısıyla, İzmir konsoloslarının Mustafa Kemal'le görüşmek için yetkili kılındığını, görüşmenin nerede ve ne zaman yapılabileceğini sordular. Amaçları, ateşkes sağlayarak, Yunan Ordusu'nun yok olmasını önlemekti. Savaşın sonucu belli, bitiş günü ise henüz belli değildi. Alaycı bir yanıt verdi. Konsoloslarla, 9 Eylül günü Nif'te (Kemalpaşaİzmir) görüşebileceğini bildirdi. Nutuk'ta bu bildirimi aktarırken Türk Ordusu'nun başardığı işin büyüklüğünü ve subaylarına olan sevgisini şöyle dile getirmiştir: “Ben, dediğim gün gerçekten Kemalpaşa'da bulundum. Ancak, görüşme isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız, İzmir rıhtımında, verdiğim hedefe, Akdeniz'e ulaşmış bulunuyordu. Efendiler, AfyonkarahisarDumlupınar Meydan Savaşı ve ondan sonra düşman ordusunu bütünüyle yok eden ya da esir eden ve kılıç artıklarını Akdeniz'e, Marmara'ya döken harekatımızı açıklamak ve niteliklerini anlatmak için söz söylemeyi gerekli görmem. Her aşaması düşünülmüş, hazırlanmış, yönetilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış bu harekat, Türk Ordusu'nun, Türk subayının ve komuta kurulunun yüksek güç ve kahramanlığını, tarihte bir daha tespit eden ulu bir yapıttır. Bu yapıt, Türk milletinin hürriyet ve istiklal düşüncesinin ölümsüz anıtıdır. Bu yapıtı yaratan bir ulusun evladı, böyle bir ordunun başkomutanı olduğum için sevincim ve mutluluğum sonsuzdur.”

 

Bizler de 30 Ağustos zaferini bize kazandıran Atalarımızın evlatları olmaktan büyük gurur duyuyor, başta Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bu yapıtı yaratan Atalarımızı rahmet, minnet ve şükranla anıyoruz.

 

30 Ağustos zaferimizin 98. yıldönümünde bugün yaşadıklarımız, Atatürk'ün 30 Ağustos ile ilgili olarak dile getirdiği her bir sözcüğün ne kadar anlamlı ve değerli olduğunu bize kanıtlamaktadır. Bugün yine 98 yıl önceki koşulların benzerini yaşıyoruz. Türk yurdunu ele geçirmek düşüncesini, Türk'ü tutsak etme isteğini, toplumsal amaç haline getirenler, bugün Mavi Vatan'da ve sınırlarımızın dört bir tarafında faaliyetteler. Yine zafere ulaşmak istiyorsak, 30 Ağustos'u bütün benliğimizle tekrar yaşatmalıyız.

 

Türk milletinin özgürlük ve bağımsızlık tutkusunun ölümsüz anıtı olan 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun!

 İLK KURŞUN

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI YAZILARI:

KANLA İRFANLA KURDUK BİZ BU CUMHURİYETİ ! CEHENNEMLER KUDURSA ÖLMEZ NİGÂHBANIYIZ!

Güneş Erkul: 30 Ağustos mevzisi 

SEVR'İ YIRTAN KILICIN ZAFERİ