Dicle Eroğul yazdı...
“Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”
Bugünlerde herkesin dilinde bu cümle var. “Peki nasıl olacak?” sorusunun yanıtı
elbette birçok etkene bağlı. Dünya, kötü bir deneyim geçiriyor. Ancak
diyalektiğin temel yasası gereği kötülük, iyilikleri de barındırmakta. Geleceği
belirleyecek olan, güçler arasındaki mücadele olacak. Bu mücadeleyi, her zaman
olduğu gibi durumdan yararlanıp kendi çıkarlarına uygun yeni bir düzen kurmak
için fırsat olarak değerlendirecek olan emperyalist güçlerin mi, yoksa mazlum
halkların çıkarlarını savunan güçlerin mi kazanacağını zaman gösterecek.
Önümüzü görmek ve dahası belirleyebilmek üzere ders çıkarmak için her zaman
olduğu gibi tarihe başvuralım.
Sözlüklere girmiş olan “vebalı görmüş gibi
kaçmak” deyiminin kaynağı olan ve Asya'nın güneyinden başlayıp tüm Avrupa'ya
yayılarak büyük bir kıyıma yol açan veba salgını, 13471351 yılları arasında Avrupa
nüfusunu yaklaşık yarıya indirmişti. Vebaya direnenlerin ayaklarının
siyahlaşması ve çektikleri acı nedeniyle, bu salgın 'Kara Ölüm' olarak
adlandırıldı. Orta Çağ karanlığında
yaşayan Avrupa'nın içinde bulunduğu bağnaz kilise baskısı ve ırkçılık
belalarına bir de veba eklenmişti. Dönemin Avrupa'sı vebanın yayılması için
uygun bir ortamdı. Kısa zamanda yayılan bakteri artık sadece fareler
aracılığıyla değil hava yoluyla bile insanlara bulaşabiliyordu. İlk başlarda
%75 olan ölüm oranı, kısa zamanda %100'e çıkmıştı. Kilise, salgını Tanrının
insanları cezalandırmasına bağlasa da, insanlar artık buna inanmıyordu. Bu
sefer başka bir çözüm arayan kilise, salgının sebebi olarak Musevileri
göstermeye başladı. Tanrıyla anlaşma yapması için insanlar, dönemin papası VI.
Clement'e varını yoğunu veriyordu. Birçok prenslik ve krallıktan önemli kişiler
ölürken, halk umursamıyordu bile. Günde binlerce insanı yok eden bu hastalığı
durduramayan Papa, Ron nehrini kutsayarak Tanrıdan medet umuyor insanların
orada yıkanmasını istiyordu ancak veba orada daha hızlı yayılıyordu. Museviler
hastalığın sebebi olarak katlediliyor, vebalılar öldürülüyordu. Kısacası Avrupa
yok oluyordu. Tüm uydurma teoriler boşa çıkıyor, hastalığın nedeni bir türlü
bulunamıyordu. Avrupa'yı bakteriden çok cehalet öldürüyordu. Dört yılda
Avrupa'nın yarısını ve Asya'yı da katarsak 15 yılda 75 milyon kişiyi öldüren
hastalığa çare bulunamadı. Salgının bitişini yine hastalığın kendisi hazırladı.
Hastalığın aşırı hızlı yayılması, salgının sonunu da getirdi. Salgının belirli
bir döneminde, virüs o kadar güçlü hale geldi ki bulaştığı insanları öldürme
süresi hızla kısalmaya başladı, veba artık bulaştığı insanı bir dakikadan kısa
bir sürede öldürüyordu. Bu da virüsü kapmış olan insanların başkalarıyla temas
edip onlara da bulaştırmaya olanak bulamadan ölmeleri ve kireç çukurlarına
gömülmeleri anlamına geliyordu. Hastalık öldürdüğü kişiyle birlikte öldüğü için
kimseye bulaşamıyordu. Zamanla, içinde yaşayacağı yeni canlı vücut bulamayacak
kadar güçlenen virüs yayılamaz oldu.
Veba
salgınının sonuçları çok derindi. Avrupa’nın, vebadan sonra 1347 öncesi nüfus
düzeyine ulaşması 400 yıl aldı. Veba, Avrupa nüfusunu büyük oranda yok etmekle
kalmadı; Avrupa medeniyetinin çöküşüne yol açtı. Tüm hukuki, siyasi, ekonomik
ve sosyal kurumlar ile birlikte toplumsal yaşam kapsamlı bir değişime uğradı.
Bu büyük salgının ardından Avrupa'da kiliseye olan güven sarsıldı ve tıp
alanında gelişmeler kaydedildi. Rönesans'ın tohumları vebadan sonra yavaş yavaş
atılmaya başlandı. Özetlersek diyebiliriz ki, veba ortaçağın feodal düzenini
yıktı ve Rönesans’a giden yolu açtı. Çünkü hayatta kalan serfler, köylerin
sahipsiz kalması ile şehirlere akın etti ve ücretli işçilik ortaya çıktı.
Kırsal alanda işgücünün azalması sonucu asiller, köylülerini serbest
bırakmaktan vazgeçtiler. Bu yüzden Avrupa çapında oluşan bir çok ayaklanma
genel olarak feodalitenin sorgulanamaz gücünün sorgulanmasına ve çözülmesine
sebep oldu. Vebanın sonuçları ile yaşanan kentleşme, tarımsal üretimin
düşmesine de neden oldu. Bunun sonucu olarak veba salgını coğrafi keşifler
dönemini tetiklemiştir diyebiliriz çünkü ticarete yönelen Batı Avrupa
toplumları ticari faaliyetlerini artırmak ve yeni ticari metalar ve kaynaklar
bulmak adına sınırlarını zorlamak durumunda kalmışlardı.
Tarih
boyunca veba salgınından sonra da birçok salgın yaşandı. 20. yüzyılda 3 küresel
grip salgını kayıtlara geçti. Bunlardan ilki, 1918 yılında yaşanan ve “İspanyol
gribi” olarak adlandırılan hastalık idi. Sonuncusu ise 2009 ilkbaharında
ortaya çıkan H1N1 virüsü oldu. İlk kez Amerika Birleşik Devletleri'nde tespit
edilen virüs daha sonra hızla dünyaya yayıldı. Dünya Sağlık Örgütü, 2019 yılının
Ağustos ayında H1N1 virüsünü pandemi ilan etti. Domuz gribi olarak da
adlandırılan H1N1, dünya nüfusunun %20'sine bulaştı, yüzbinlerce insanın
ölümüne yol açtı. Bugün koronavirüs bu kadar yaygınlaşmamışken, H1N1 salgınında
yaşanmamış olan bir küresel panik yarattı. Bunun ana nedeni virüsün bulaşıcılık
oranının yüksek olması belki ama insan bu panik havasının, egemen güçlerin
hakimiyetinde olan medya tarafından kasıtlı olarak yaratıldığından da
şüphelenmiyor değil.
195
ülkede herkes, açıklanacak rakamlara kilitlenmiş durumda. Birçok ülkede sokağa
çıkma yasağı ilan edildi. Dünyanın tek gündemi koronavirüs oldu. İnsanlar, neye
inanacağını şaşırmış durumda. Virüsün kaynağı hakkında çeşitli söylentiler var.
Biyolojik silah olduğu konusunda iddialar gündemde. Komplo teorileri diye
karalanamayacak olgular mevcut, öyle ki bunları tesadüf olarak açıklamak mümkün
değil. Biyolojik silah kullanımının tarihçesi, çok eskilere dayanmakta. Bugün
de birçok ülkenin aktif olarak yürüttüğü biyolojik silah programı olduğu bilinmekte.
Dolayısıyla bu ihtimali dışlamak mümkün olmadığı gibi, elimizdeki verilerle
ispatlamak ta mümkün değil.
Ama
ortada olan olgular var. Dünyanın iki büyük gücü olan ABD ve Çin birbirlerini
suçluyorlar. ABD Başkanı Trump, koronavirüsün adını “Çin virüsü” koydu. Oysa
20. yüzyıl başında milyonlarca insanın ölümüne yol açan “İspanyol gribi” de,
İspanya'dan değil, ABD'den kaynaklanmıştı. Çinli yetkililer ise, virüsün
Wuhan'a 7. Dünya Ordu Oyunlarına katılan Amerikan askerleri tarafından
taşındığını iddia ediyor. Virüsün Wuhan kentinde teşhis edilmesinden aylar önce
Batı dünyasından önemli güçlerin katılımıyla hayali koronavirüs tatbikatlarının
yapıldığı belgeleniyor. Asya ülkelerinden bilim insanları, virüsün ABD'den
kaynaklandığına ilişkin tezler öne sürüyorlar. ABD’nin Maryland eyaletindeki
Fort Detrick biyolojik savaş üssünün, Temmuz 2019’da virüs sızıntısı yüzünden
kapatıldığı iddia ediliyor.
Avrupa
koronavirüs ile mücadele ederken; ABDNATO'nun, Rusya'ya karşı “DefenderEurope 2020” savaş oyunları kapsamında 30,000 Amerikan
birliği Avrupa'ya yollanıyor. Diğer yandan Rusya Federasyonu'nun, Avrupa bölgesini izlemek
amacı ile Kaliningrad’a uzun menzilli radar sistemi kurulumunu
gerçekleştireceği haberi dikkat çekiyor. AB Komisyonu, koronavirüse dair son günlerde
yayılan yalan veya yanlış haber ve bilgilerin çoğunun Rusya'dan veya Rusya
merkezli ağlar üzerinden dağıtıldığını iddia ediyor ve bir kampanya ile buna
karşı harekete geçiyor. ABD'de askerin yönetime el koyacağı söylentileri
dolaşıyor. Çin ise dünya liderliği savaşında, üretim ve propaganda gücünü
kullanıyor. Koronavirüs mücadelesinde, gerek bilgisini paylaşarak, gerekse de
tıbbi malzeme desteğiyle bütün ülkelere yardım ediyor.
Bütün
bu gelişmeler, insanın aklına şu soruyu getiriyor: “Acaba koronavirüs, dünyada
büyümekte olan ekonomik, siyasi ve sosyal krizin esas nedeni mi, yoksa özenle
tasarlanmış ve medyanın da desteğiyle yürütülmekte olan bir operasyonun
bahanesi olarak mı kullanılıyor?” Her ne kadar salgın öncesinde de mevcut
sistemin krizle sınanmakta olduğunu bilsek te; bu sorunun yanıtını kesin olarak
verecek gerçeğe henüz vakıf değiliz ancak koronavirüsün, kaynağı ne olursa
olsun, bir savaş aracı olarak kullanılmak istendiği görülüyor.
Tarihte
salgınlar da, savaşlar kadar değişime yol açmış; her ikisi de insanları
hazırlıksız yakalamıştır. Örneğin Büyük Veba Salgını, bir yanda insanlık için
unutulmaz bir acı dönem oldu, diğer yanda bilimin yolunu açarak Rönesansı
başlattı. Bugün yaşanan koronavirüs salgını da, toplumlara bilimin 'tek yol
gösterici' olduğunu bir kez daha hatırlattı. Aklı ve bilimi kullanarak üretim
yapmayan ülkelerin ayakta kalamayacakları gerçeğini, insanların bir kez daha
fark etmesini sağladı. Dünyaya egemen olduğunu iddia eden güçler, mikron
çapında bir virüs karşısında çaresiz kaldılar. Bütün bu karmaşa içinde tek
bildiğimiz, savaşın kazananı bilim ve teknoloji olacak. Koronavirüsün ilk
teşhis edildiği yer olan Çin'in Wuhan şehri, bir teknoloji şehri ve geleceğin
yaşamını belirleyecek olan 5G teknolojisinin ilk denemelerinin yapıldığı kent
aynı zamanda. Bu nedenle koronavirüsün kaynağı olarak 5G teknolojisinin
gösterilmesi de, bilime savaş açanların iddiası olsa gerek.
Albert
Camus'un “Veba” adlı romanının bir yorumu bugün yaşadıklarımızı betimliyor;
“İnsanoğlunun umutla umutsuzluk, gerçekle yalan, iyilikle
kötülük, ciddiyetle aymazlık, vicdanla acımasızlık, bir felaketi kanıksamakla
başkaldırmak arasında duran seçimleri…”
Dileyelim
ki bir gün; iyilik de iyi huylu bir koronavirüs gibi hızla bulaşır insanlığa.