RAND’a göre PKK’ya karşı mücadeleyi kararlılıkla sürdüren, FETÖ tasfiyelerine devam eden, Avrasyacılarla ittifak yapan, milliyetçiliği benimseyen, Rusya ve Çin’le yakınlaşmaya çalışan Erdoğan devrilmeli, yerine Batı merkezli politikalara dönecek bir iktidar kurulmalıdır

SERDAR ÜSKÜPLÜ

RAND Corporation’ın “Türkiye'nin Milliyetçi Rotası” başlıklı raporunu değerlendirmeye devam ediyoruz.

ABD’nin Erdoğan’ı hizaya sokma umudunun kalmadığını rapordan da anlıyoruz. “Önümüzdeki beş ila on yıl boyunca Erdoğan, … ABD ve diğer NATO müttefiklerinin çıkarlarına ters düşen iddialı dış politika ve savunma politikaları izleyecek gibi görünüyor.”

“Yerel tavsiyeler” bölümünde “20082015 yılları arasında sürdürülen PKK ile barış görüşmelerini canlandırması konusunda çok az ihtimal vardır” ifadesiyle Kürt açılımının Erdoğan yönetiminde yeniden başlamasının mümkün olmayacağının altı çiziliyor.

Raporda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Batı’dan koptuğunu gösteren önemli vurgular yer alıyor:

“Erdoğan ülkesinin İslam dünyasındaki itibarını artırmaya ve Rusya ve Çin ile yeni ilişkiler kurmaya odaklanmış bulunuyor.” 

“Avrupa ve ABD ile ilişkiler tarihin en düşük seviyesindedir. Erdoğan’ın müttefiklere yönelik kavgacı diplomasisi, Batı’nın İslam’a karşı artan bir düşmanlığa sahip olduğu, ABD ve Avrupa'nın aktif olarak Türkiye'nin güvenliğini zayıflatmaya çalıştığı yönündeki değerlendirmesini yansıtıyor.”

“Erdoğan, ulusal çıkarları ve egemenliği ‘ABD’nin tepkici ve dışlayıcı eylemlerinden’ korumaya odaklanan bir dış politika ve savunma duruşuyla, yol gösterici ideoloji olarak muhafazakâr milliyetçiliği daha açık bir şekilde benimsiyor.”

RAND RAPORUNDAKİ FİTNELER

Rapor, iç cepheyi bölmek amacıyla tezgâhlanan fitne ve fesadı bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.

1 CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN İLE ORDU ARASINA FESAT

Sun Tzu “Savaş Üzerine” kitabında hükümet ile ordu ilişkisini, “Hükümdar ile komutan birbirine yakınsa o ülke güçlü olur, ilişkileri zayıfsa ülke mutlaka zayıf düşer” diye özetler. ABD bugün, Hükümet ile Ordu arasında güvensizlik yaratarak Türkiye’nin direncini kırmaya çalışmaktadır.

15 TEMMUZ: ‘İYİ PLANLANDI ACELE UYGULANDI’

15 Temmuz darbe girişiminin FETÖ tarafından yapıldığını kabul etmeyen, bunun bir iddia olduğunu söyleyen RAND raporu, “15 Temmuz 2016'da TSK içindeki muhalif bir klik, İstanbul ve Ankara'da senkronize hava ve kara saldırıları da dahil olmak üzere nispeten iyi planlanmış, ancak aceleyle uygulanmış bir darbe girişimi ve Erdoğan'ı yakalamak veya suikast düzenlemek için bir komando saldırısı başlattı” diyerek darbe girişimini ordu içinde bir “kliğin” gerçekleştirdiğini iddia ediyor.

Darbenin bu kadar gelişigüzel bir şekilde hayata geçirilme nedeninin “Yaklaşmakta olan YAŞ öncesi Gülenci olduklarından şüphe edilenlere karşı yapılacak bir operasyon” olduğunu söylüyor.  

Darbe girişimin bastırılmasını “Üst düzey askeri liderlerin hükümete sadık kalma kararına ve AKP'nin toplumsal tabanının hızla harekete geçirilmesine” bağlıyor. Burada rapor kendisiyle çelişmekte, diğer bölümlerde ABD’ye yakın hareket ettiğini iddia ettiği Hulusi Akar’ın ve TSK komuta kademesinin darbenin bastırılmasında kilit rol oynadıklarını itiraf etmektedir.

ABD, FETÖ DARBESİNİN BASTIRILMASINDAN RAHATSIZ

ABD’nin FETÖ’nün tasfiyesiyle ne kadar büyük yara aldığı raporda açıklanmaktadır.

“2016 yılında birçoğu ABD’de ileri düzeyde eğitim almış ve askeri dönüşüm çalışmalarına dahil olan 200 subayın tasfiye edilmesi modernizasyon çalışmalarını yavaşlatmıştır.”

“Darbe girişiminden bu yana, TSK subayları ABD'li meslektaşları ile olan ilişkilerinde daha ihtiyatlı davranıyorlar ve kararlarda daha az esnekler. Onlara bazen Dışişleri Bakanlığı veya MİT yetkilileri de eşlik ediyor.”

Bu ifadeler, ABD’nin ordumuzun FETÖ artıklarından temizlenmesinden duyduğu rahatsızlığı gözler önüne seriyor.

Raporun sonuç kısmında, ABD’nin TSK üzerinde azalan etkisini artırmak için, “Amerikan Ordusu ve diğer kurumlar, yeni Milli Savunma Üniversitesi’nin müfredat geliştirmesinde Türkiye’ye yardım edebilir ve TSK’yı subaylarını ABD’deki okullara göndermeye devam etmesi için teşvik edebilirler” önerisi yapılıyor.

RAND, askeraskere ilişkilerin geliştirilmesini Amerikan çıkarları için kritik önemde görüyor. “Türk Savunma Bakanının artan önemi dikkate alınarak ABDTürkiye Üst Düzey Savunma Grubu yeniden canlandırılmalı, Türk ve Amerikan Genelkurmay Başkanlıkları ve orduları arasındaki diyalogların derinleştirilmesi için daha fazla çaba harcanmalıdır” önerisi yapılıyor.

PSİKOLOJİK HAREKÂT TEMASI: ‘ORDU ZAYIFLADI’

RAND, 2016 yılından bu yana Cumhurbaşkanı’nın TSK üzerindeki etkisinin arttığını bunun da “komuta zincirini karıştırmış, hizmet içi rekabeti artırmış ve subay heyetinin siyasallaşmasına yol açmış” olduğunu, “TSK'nın taktik ve stratejik kapasitesini azalttığını” söyleyerek FETÖ’nün tasfiyesiyle ordunun zayıfladığını iddia ediyor.

Raporda yer alan “Askeri liderlikteki olağandışı siyasal faaliyetler ve profesyonellikteki genel düşüş TSK’nın alt kademelerini yabancılaştırmıştır”, “Tasfiyeler ve askeri reformlar TSK'nın stratejik ve taktik kapasitesini, hazır bulunurluğunu ve moralini olumsuz etkiledi” gibi ifadelerle Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı psikolojik savaş yalanları tekrarlanıyor. Suriye’nin kuzeyinde Amerika’nın kara gücünü dize getiren ordumuz zayıf gösterilmeye çalışılıyor.

Aynı iddiaların “Atatürkçü” maskeli, emekli birtakım askerlerden de gelmesi Atlantikçi muhalefetin içinde bulunduğu durumu göstermesi açısından ibret vericidir.

DARBE FİTNESİ

Cumhurbaşkanı ile Ordumuz arasına darbe yalanıyla nifak sokuluyor.

2016 yılındaki FETÖ’cü darbe girişiminden sonra TSK içindeki tasfiyelerin detayları, hangi kuvvette kaç kişinin görevden alındığı bilgisi verilerek rakamlarla anlatılıyor. “Darbe sonrasındaki tasfiyeler TSK’daki rütbelerin büyük ölçüde küçülmesine neden oldu” iddiası ortaya atılıyor.

“Orta düzeydeki subayların komuta kademesinden son derece hayal kırıklığına uğradığı ve darbe sonrası devam eden tasfiyelerde hedef alınmaktan endişe duydukları bildiriliyor. Bu hoşnutsuzluk bir noktada başka bir darbe girişimine bile yol açabilir ve Erdoğan tehdidi ciddiye alıyor gibi görünüyor” iddiası, Orduya karşı fitne planının özünü oluşturuyor.

Amerika’nın Psikolojik Savaş terminolojisinde yanlış bilgilendirmeyi kuvvetlendirmek için iki unsur birlikte kullanılır: “Temel Yanıltma Noktası” söylenmek istenen esas yalandır, “Aldatma Elemanları” da bu yalanı desteklemek üzere kafa karıştırmaya yarayan yardımcı yalanlardır.

Rapordaki “Temel Yanıltma Noktası”, “Ordu darbe yapabilir” yalanıdır. Ordumuza olan güven zedelenmeye, milli kuvvetlere karşı şüphe yaratılmaya, en büyük kuvvetimiz zayıflatılmaya çalışılmaktadır.

“Aldatma Elemanları” ise esas yalanı destekleyen pek çok unsurdan oluşur; Erdoğan ordunun laik yapısını ortadan kaldırmaya çalışmaktadır, halkın orduya güveni kalmamıştır, komutanlar tutuklanma korkusuyla yaşamaktadırlar vb. 27 Mayıs ve 28 Şubat tartışmalarının alevlendirilmesinin nedeni de budur. Herkesi ikna etmek için farklı bir yalan anlatılır. Amaç, Ordu karşıtı cepheyi büyütmektir.

Rapor, FETÖ tasfiyelerinden sonra boşalan görevler için hükümetin 43 bin yeni askeri personel alımı yapacağını, amacının da “Ordunun laikliğin koruyucusu rolünü kırmak” olduğunu iddia ediyor. 2016 yılından sonra kurulan Milli Güvenlik Üniversitesi’nin de aynı amaçla bütün askeri eğitimi belirlediğini söylüyor.

“Daha önce düzenin ve laik devletin koruyucusu olarak görülen orduya halkın güveni aşınmıştır” gibi dayanaksız iddialarla, Milletimizin Ordumuza olan güveni azaltılmaya çalışılıyor.

ERDOĞANPERİNÇEK HESAPLAŞMASI FİTNESİ

Aslında iddia yeni değil; yakından tanıdığımız Türkiye düşmanı eski Pentagon yetkilisi Michael Rubin’in Kasım 2016’de yayımladığı “Türk ordusunun kontrolü için hesaplaşma” başlıklı makalesinde benzer bir iddia ortaya atılmıştı. Provokasyon amaçlı yazıda Rubin “En büyük savaş Erdoğan ve Doğu Perinçek arasında olacak” derken “Perinçek grubunun darbe yapabileceği” yalanını ortaya atıyordu. RAND raporunda Rubin’in makalesine atıfta bulunulması tesadüf değildir.

Bu yalanın tekrar gündeme getirilmesindeki amaç Türkiye’nin Suriye, Doğu Akdeniz, Libya, Kıbrıs ve Karadeniz üzerinden tehdit edilirken güveneceği yegâne kuvvet olan Ordumuza karşı nifak tohumları ekmek, Orduyla Hükümet arasında güvensizlik yaratmaktır.

2 CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN İLE HULUSİ AKAR ARASINA NİFAK

RAND raporu bir taraftan ordumuzdaki FETÖ’cülerin tasfiye edilmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirirken, diğer taraftan da darbe girişimi sırasında tutuklanarak ölümle tehdit edilen, buna rağmen darbe bildirisini imzalamayarak darbenin başarısızlığa uğramasına katkıda bulunan Hulusi Akar’a karşı itibarsızlaştırma operasyonu yürütmektedir.

Raporda “Hulusi Akar ABD ve diğer yabancı meslektaşları için kilit bir muhatap olarak kalmıştır. Kendisi bir süre daha Türkiye’nin savunma konularında etkili olmaya devam edecektir” ifadeleriyle Akar üzerinde şüphe yaratılmaya çalışılmaktadır.

Genelkurmay Başkanlığı sırasında görevi gereği İsrail Genelkurmay Başkan Yardımcısıyla yaptığı görüşme hatırlatılmakta, ABD ve NATO’dan muhataplarıyla sık sık görüştüğü söylenerek fitne sürdürülmektedir.

Rapordaki yalanlara destek gecikmez; E. Albay Mustafa Önsel, 29 Ocak 2020’de Veryansın TV’de yayımlanan yazısında Amerika’nın iftiralarıyla, Hulusi Akar’ı hedef alır. Akar’ın başına taç geçirilmiş fotoğrafının yer aldığı yazıda, Akar’ın Amerika’nın gönlündeki iktidar tercihi olabileceğini yazar.

2017 sonrası terfileri tam da raporda anlatıldığı gibi tarif eden M. Önsel, Akar’ın Ege adalarıyla ilgili açıklamasını bile “bir nevi Piar” olarak değerlendirir, “Bütün bunların sonucudur Anahtar muhataplık” ifadesiyle, ABD fitnesinin merkezine düşmektedir.

M. Önsel işi, Cumhurbaşkanı’na suikast timini yöneten FETÖ’cü Tuğgeneral Şahin Sönmeztaş’ın ifadesine dayanarak, Akar’ın darbenin arkasındaki isimlerden olabileceğini ima etmeye kadar vardırır. Mustafa Önsel, kendisini de dört yıl cezaevine atan kumpasların arkasında Amerika’nın olduğunu unutmuş mudur? Yoksa Erdoğan düşmanlığı gözleri bu denli kör etmiş, dost ile düşman karıştırılmaya mı başlanmıştır?

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar 9 Şubat’ta Hürriyet gazetesinde yayımlanan röportajında “Raporda kullanılan, özellikle bakanlık, şahsım, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Milli Savunma Üniversitesi hakkındaki ifadelerin, aramıza nifak tohumları ekmek isteyen çevrelere malzeme olabilecek kurnazlıkla kurgulanmış olmasını ve bunun da çarpıtılarak farklı anlamlar yüklenmesini, gerçekleri yansıtmayan zorlama imalarda bulunulmasını esefle karşılıyorum” diyerek RAND raporundaki fitneye dikkat çekmiştir.

RAPORU HAZIRLAYANLAR

Stephen J. Flanagan, iki kez ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nde görev almış, on yıl boyunca, üç farklı Amerikan Başkanına güvenlik danışmanlığı yapmış, yaklaşık kırk yıllık NATO deneyimi olan üst düzey istihbarat ve güvenlik yetkilisidir.

İnternet sitesinde yer alan özgeçmişine göre RAND’ın kıdemli siyaset bilimcisidir. 19891999 arasında Amerikan Başkanlarının özel asistanlığını yapmış, aynı zamanda Ulusal Güvenlik Konseyi’nin (NSC) Orta ve Doğu Avrupa direktörlüğü görevinde bulunmuştur. Dışişleri Bakanlığında istihbarat yetkilisi olarak çalışmıştır. 20132015 yılları arasında (NSC) üst düzey güvenlik politikaları ve strateji uzmanı olarak görev yapmıştır.

S. Flanagan son yıllarda özellikle Türkiye, Rusya, NATO ve Karadeniz güvenlik stratejileri üzerine çalışmalar yürütmektedir. Yayınlanmış altı kitabı bulunmaktadır.

Stephen Larrabee, RAND’ın Avrupa Güvenlik Bölümü Başkanıdır. ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nde SovyetlerDoğu Avrupa ilişkilerinde uzman olarak görev yapmıştır. Rusya, Balkanlar, Ukrayna ve Türkiye üzerine çalışmalarıyla dikkat çekmektedir. Türkiye’yle ilgili pek çok rapora imza atmıştır: “Sorunlu Ortaklık: Küresel Jeopolitik Değişim Çağında ABDTürkiye İlişkileri” (2009), “Türkiye’nin Kürt Sorunu” (2011), “ABD’nin Güvenlik Ortağı Olarak Türkiye” (2008), “Türkiye’de siyasal İslam’ın yükselişi (2008)”.

Anika Binnendijk: Rusya ve Avrasya uzmanıdır. ABD Dışişleri Bakanlığı’nda Politika Planlama Ofisinde görev almış, Pentagon’da Savunma Bakanlığı özel asistanlığı ve politik danışmanlık yapmıştır. 2016’dan bu yana da RAND’da siyaset bilimci olarak çalışmaktadır.

Raporda şu isimlerin de imzası var: Ortadoğu ve İsrail uzmanı Shira Efron, İran uzmanı James Hoobler, uluslararası güvenlik ve terör uzmanı Magdalena Kirchner, Arap dünyası uzmanı Jeffrey Martini, Dış İlişkiler Konseyi üyesi Katherine Costello ve savunma uzmanı Peter A. Wilson.

RAND Raporu ABD’nin Milli Güvenlik Konseyi gibi en üst organlarında çalışmış, kıdemli istihbarat yöneticileri ve güvenlik uzmanları tarafından hazırlanmış kapsamlı bir strateji belgesidir.

Raporun önemini kamuoyu nezdinde azaltmak isteyen kesimlerin “Rapor FETÖ’cüler tarafından yazılmıştır, önem vermeye değmez” ifadeleri aslında ABD’nin büyük fitnesini saklamak amaçlıdır. Bu konuda ilk yazılardan biri Soner Yalçın’a ait.

Yalçın 18 Şubat’ta Sözcü’de yazdığı “Kim Bu Adamlar” başlıklı yazısında yazarları anlattıktan sonra, raporda adı bile geçmeyen Colin P. Clarke isimli RAND çalışanının 2018’de firari FETÖ’cü Ahmet S. Yayla ile ortak yazı yazmasına atıfta bulunarak “FETÖ sevenlerin RAND Raporu’nun peşine takılmasına şaşırıyor muyuz? Hayır!” diyor.

GÖNDERME YAPILAN İSİMLER

Raporun hazırlanmasında Türk uzmanların görüşlerine de atıfta bulunuluyor Amberin Zaman’a ve Soner Çağaptay’a beş, SETA dış politika direktörü Muhittin Ataman’a ve Abdullah Bozkurt’a iki kez atıfta bulunulurken, Metin Gürcan’a tam 39 atıf var.

15 Temmuz darbe girişimi “isyan” (uprising) diye adlandıran Gürcan’ın özellikle darbenin başarısız olma nedenleriyle ve darbe sonrası tasfiyelerle ilgili yazılarına atıfta bulunuluyor. 19982014 arasında TSK’da görev yapan Gürcan, asker olduğu dönemde ABD Deniz Kuvvetleri Enstitüsü’nde Güvenlik Çalışmaları alanında Master yapmış, ardından Ocak 2015’te TSK’dan ayrılmıştır. Metin Gürcan, Ali Babacan’ın Deva Partisi’nin kurucular kurulu üyesidir.

Yarın: Türkiye Gemisi’ne ve Avrasya cephesine kurulan tertipler anlatılacak: Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Vatan Partisi arasına, Erdoğan ile Kemalistler arasına, Türk Milleti içinde Türk ve Kürt arasına, komşu devletlerle aramıza nifak girişimleri…