Z. RUHSAR ŞENOĞLU
Prof. Dr. Veysel Ulusoy, “Devlet fabrikaya girer, tarlaya inerse enflasyon sorunu çözülür" dedi. Ulusoy, gıda ürünlerindeki krizin de bu yolla bir yıl içinde çözüleceğini söyledi. Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) çalışmasını yürüten akademisyen ekibinin başında yer alan Prof. Dr. Ulusoy, bir asır sonra 1. İzmir İktisat Kongresi yıllarına dönmek, ithal İkamesi uygulamak gerektiğini belirtmekle birlikte “Yeni Tarz İthal İkamesi”nden yana olduğunu vurguladı. Önerisi, “Asya Kaplanları”nın takip ettiği yoldan gitmek, “kapıları kapatmamak.” Prof. Dr. Veysel Ulusoy, sorularımıza şöyle yanıt verdi:
'DÜŞÜK ENFLASYONU YAŞATAN YALANCI ZENGİNLİKTİ'
- Enflasyonu nasıl düşürebiliriz?
Hep derler: enflasyonla baş edebilmenin yolu üretimin artırılmasıdır. Ama nasıl?
Enflasyon hiçbir zaman finansal piyasalarda bir düğmeye basma yöntemiyle düşürülemez. “Faizlerin indirilmesi ile enflasyon düşer.” yaklaşımı da tamamen yanlıştır. Enflasyon oranının yapısal reformlarla birlikte aşağılara yöneleceği açıktır. “Enflasyon bizim ülkemizde dışsal bir olgudur.” yaklaşımını kabullenerek fiyat dengesini dövizin bolluğuna, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının hacmine ve küresel para bolluğuna teslim ettik ve ediyoruz. Düşük enflasyonu bir dönem, 20032009 yıllarında “yalancı zenginlikle” yaşadık ama bizim başarımız da değildi bu.
Ekonomide özellikle kontrolü ele almak istiyorsak yapısal reformları uygulamamız gerekmektedir. Bunu da işler hale getirmek için bir şemsiye niteliğine sahip olan hukuk kurallarının uygulanması, özellikle de mülkiyet hakkının korunması zorunluluktur.
‘DEVLET BÜYÜTSÜN PİYASAYA BIRAKSIN’
Yapısal reformlar, üretimi en yüksek seviyeye getirecek kaynak dağılımının ayarlanmasıdır. Bunun yanında tüm piyasa dengelerinin oluşturulması için çok önem verdiğim şey “bebek endüstrileri”nin yaratılması ve uluslararası rekabet ortamına hazırlanmasıdır. Yeni endüstrilerin devlet desteğiyle, devlet ortaklığıyla belli bir aşamaya getirilmesi, ayaklarının üzerinde durma, tutunma noktasına getirildikten sonra serbest piyasaya, rekabetçi piyasaya bırakılması anlamına gelir. Kore’de, Malezya’da, Endonezya’da 1960’lardan beri yapıldığı şekliyle, planıyla tabii. Geçmişten beri “ithal ikamesi” fikriyle ürünleri dışarıdan almayayım, ülke içinde üreteyim fikrinin bir yeni yaklaşımıdır bu.
Bu dış rekabete dayalı ithal ikamesi aynı zamanda ithalatı da yapalım ve zamanla onların teknoloji transferini içselleştirelim, yeni bebek endüstrileri yaratalım ve bu özellikli sektörleri ihraç eder hale getirelim yaklaşımı üzerine kurulu bir dış ticaret uygulamasıdır.
Bu kapsamdaki örnekler, günümüzde de arz zincirinin kırılmasıyla gündem gelen ve tüm üretim süreçlerinde kullanılan yarı iletken ürün üreten sektörler ile teknolojik seviyesi yüksek olan tüm sektörleri kapsar. Bu sayede ithal ikamesi zamanla ikamesi yapılan ürünlerin aynı zamanda ihracının da mümkün olduğu bir ortam oluşturulur.
‘SÜPER DESTEK GEREKLİ’
- Bir söyleşide “devlet sahaya inmeli” dediğiniz bu mu? Devlet tarlaya, fabrikaya girip maliyete ortak olmalı diyordunuz.
Evet. Bu da teknoloji ürünlerine devlet katkısı kapsamında ve biraz da uzun soluklu olanından. Ama sonsuza kadar değil. Bebeğin doğumundan ayakları üzerinde duruncaya kadar olan bir süre kastettiğim... Öte yandan bu endüstrilerin uluslararası dış ticarette rekabet edebilir konuma gelinceye kadar devletin “süper desteği” gereklidir. Bu destek çeşitli yönlerden olabilir. Bu bazen hisse ortaklığı ya da stratejik teşviklerle düzenlenen tarzda olabilir. Denetim ve dengenin sürekli olduğu bir ortaklık bu süreci ayrıca daha da verimli kılacaktır. Bu Asya Kaplanları yaratılırken uygulandı ve dış ticaretteki başarıları da bir bakıma bundan çok olumlu bir şekilde etkilendi.
‘İTHAL İKAMESİ KORKULAN BİR ŞEY’
- Neden ithal ikamesi yapmıyoruz?
İthal ikamesi eskiden olduğu gibi ülkeyi kapatmak anlamında düşünüldüğünde korkulan bir şey olarak algılanır… böyle de oldu yıllarca. Yeni teoriye göre ki Krugman’ın da yaklaşımı bu yöndedir, “Yeni Tarz İthal İkamesi”, yeni bebek endüstrileri yaratarak ithalatı dengeye alma, üretilmeyenleri üretilir hale getirme, onları ikame etme ama bunu uluslararası rekabet ortamında ihracata dönüştürmedir. Bu dönüşümle hem ithalat hem de ihracat yaparak aynı ürün yelpazesinde teknolojik gelişmeleri transfer etme amaç olmalıdır. Bu şekilde gayri safi yurt içi hasıla artarken sermaye birikimimiz de yukarılara taşınacaktır. Öte yandan, yapısal dönüşümün çok uzun yıllar alacağı fikrini de unutmamak gerekir.
‘MİLLİ İKTİSAT AMA ULUSLARARASI BİRLİKTELİKLE’
- İzmir İktisat Kongresi’nin 100. yılı…
O dönemin saçtığı ışığı tekrar yakalamak zorundayız. İzmir İktisat Kongresi’nde belirtilen milli iktisat yaklaşımını uluslararası camiayla buluşturma anlayışıdır benim önerdiğim. Ulusal sektörlerimizi kalkındırmak için devlet eliyle, özel sektör ortaklığıyla bunu yapma, uygulama, fakat uluslararası ekonomiyi, uluslararası ticareti göz ardı etmeyen bir metotla doğal olarak... Bu bir bakıma İktisat Kongresi’nin ikinci fazını, uluslararası ekonomiyle entegre olacak şekilde uygulamaktır. Bu hem enflasyonu, faizi geriletecektir, hem kararlı bir döviz kuru sağlayacak hem de kişi başına geliri yüksek seviyelere yükseltecektir.
Bu yaklaşım esas itibarıyla yeni bir şey değildir ama neden uygulanmıyor anlam veremiyorum.
Bir yaklaşıma göre bugünün getirisi ile yarınınki arasında bir seçimdir: bugünü maksimize edip geleceği düşünmeyelim ya da bugün toplumca cefa çekelim ama geleceğimiz iyi olsun tercihi bir bakıma... Biz kolayını seçtik: milli değerleri sloganlaştırıp, günümüzdeki siyasi kazanımları yukarılara taşımak için geleceği satmak… Bunun maliyeti de dörtbeş yılda bir yaşadığımız ve tüm yükü halka bıraktığımız krizler...
YARIN: ‘BÜTÜN KRİZLER ARTIK TÜKETİCİYE YIKILIYOR’
Aydınlık