Katışıksız olmasa da zaferdir,
yüzüncü yılına ulaşmak kuruluşla sonuçlanacak kurtuluşumuz ve bu yolculuğu
başlatan büyük önder Atatürk’ün tüm ülke yurttaşlarınca sevgi, saygı, minnet ve
özlemle anılıyor olması. Yüz yıllık serüvende, bir devletin temellerini atmak
hiç kolay olmadı. Üst üste savaşlardan yorgun, yoksul düşmüş Anadolu insanının
canı pahasına verdiği mücadelesinin destansı öyküleri üzerine kurulan bir
devletten söz ediyoruz; kısa sürede kurumsallaşarak kuşatanlara meydan okur
hale gelebilen.
Yüzüncü yıl coşkusunu gölgeleyen ve
haklı kaygılara yol açan gelişmelere karşın, bir gurur tablosu hakim, ulus
olmanın güç olduğunun bilincinde olan kesitte.
TC ibaresine bile tahammül edemeyenlerin yönetim mekanizmalarında yer
tuttuğu bir süreçten geçerken, böylesi anlamlı günler, diri tutmayı
başardığımız umutlarımızı güçlendiriyor.
***
***
Atatürk’ün dehasının, yaşadığı yüzyıla
değil, içinde bulunduğumuz yüzyıla da
damgasını vurmuş olması tesadüfi değil. Yıkılan ve paylaşılarak yutulmak
istenen bir imparatorluktan, çağın devletlerinin karşısına çağdaş kurumları ile dikilen bir devleti inşa ederken taklitçi
değil, yaratıcı olmayı başarmış; ulusun özbenlik inşasını kendi olma iddiası
üzerine kurabilmiştir.
Çağdaşlaşma derken, Batılılaşmayı
işaret etmiş, her iki anlayışı da evrensellik üzerine kurgulayarak, ortaya
çıkması ve kurumsallaşmasında emeği olan devleti, yurttaşların üzerinde bir
yere koymak yerine; yurttaşlık bilinci ile sahiplenilmesi gayretleri ile ulusa
emanet etmiştir. Ulusu güçlü olmayan devletin güçlü olamayacağını bir asır önce
görebilmiş ve egemenliğin kaynağını dönüştürmüştür. Tanrısal yetkileri kuşanmış
kişi odaklı iktidar gücü yerini, kaynağı ulus olan bir yeryüzü olgusuna
bırakmıştır. Saray üzerinden padişahın otoritesine tabi kılınan kul yerine;
özgür iradeli bireylerin egemenliğinin simgesi olan bir Meclis kurularak;
kurtuluş kuruluşla taçlanmıştır.
***
***
Bugün küresellikle açıklanan değer
erozyonu sürecinden fazlasıyla nasipleniyor oluşumuzu, evrensel değerlerden
uzaklaşarak Batı perspektifini, “kazan kazan” formülü ile Batı’nın isteklerine
ön aldıracak şekilde daraltmış olmaktan bağımsız açıklayamayız. Ortadoğu
kıskacı içine itilişimizi, yurttaş devlet ilişkisinde; yurttaşı, siyasette
kimin nereye konuşlanacağının belirlenmesinde araç olarak görmek, hak ve
özgürlük kavramlarını kendi lehine genişletmek; yurttaşı devleti sahiplenen konumundan
uzaklaştırarak, devlet olanakları ile kontrol eden, hatta tehdit eden anlayışla
yönetmek gibi başlıklarla okumalıyız.
Yüzyıl önce; inşa halinde bir ulus
devlet ve onun gücünden söz ediyorduk. Yüz yıl sonrasında, dini ve etnik
kimliklerin kazınarak, üst kimliğimizin dolayısı ile ulus devletin
aşındırılması endişesini konuşuyoruz. Tüm
aşındırma çabalarına karşın direniyorsak hala; büyük liderin açtığı ufuk, birey
olarak her birimize verdiği güç ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumsal gücü
sayesindedir. Çağı bulunduğu an ile anlamak ve kendi yörüngesinde
dondurmaya çalışmak yerine, çağın ötesini görerek ve göstermeye çalışarak bir
ulus inşa etmiş vizyon sahibi bir yönetici sayesinde gelebildik bu günlere.
*** ***
Dünya savaşları sonrası değerleri
çatıştıran bir ideoloji çağı başladı. 20. Yüzyıla damgasını vuran ideolojiler
21. Yüzyılda hasır altı edilerek, “medeniyetler çatışması” adı altında,
özellikle güçlenmeye çalışan ulus devletleri kıskacına alan aidiyet
tartışmalarına kapı aralandı. Küreselleşme rüzgarı ile vizyoner yöneticiler
yerlerini misyonerlere bırakmaya başladı. Kimlikler ve inançlar üzerinden
ayrıştırılarak, yirminci yüzyılda ulus olma adına bedellerle biriktirilen ve
birlikteliği tutkallayan değerlerin savruluşuna tanıklık eder olduk.
Şimdi itildiğimiz yerden yeniden
güçlenerek çıkmak gibi bir zorunluluğumuz var. Ve buna dair umudumuz.
*** ***
Çocukluktan yeni kurtulan bir gencin
soluk soluğa bir koşu ile otobüsü yakalayıp, Ekrem İmamoğlu’na; “herşey güzel olacak” diye seslendiği o
görüntüde umut var. Siyasettekilerin dikte ve söyleminden bıkmış olan
kitlelerin kendi isteklerinin dillendirilmesine özlem bundan iyi anlatılamazdı.
Yarın için umut olacak kapıyı aralayan gence bakınca; Atatürk’ün gençliğe
hitabının anlamı daha anlaşılır oluyor.
Devlet olma sürecimiz, eski bir
vapurla çıkılan bir yolculukla başladı; gemilere sahip kişilerin ön aldığı bir
siyaset arenasının tanıklığı ile sürüyor. Nereden nereye? Şimdi bir gencin
yarın için umutlarını yığdığı mütevazı bir kişi karşısında, gemi filosu olduğu
söylenen rakibinin devlet olanakları ile eşit olmayan yarışına ikinci kez tanıklık
etmeye hazırlanıyoruz. Ya tanık, ya sanık oluyoruz yurttaşlar olarak... Yüz yıl
sonra gelmek istediğimiz yer burası değildi. Bunu biliyoruz.
Bildiğimiz bir şey daha var: Adını silmek için gösterilen çabalara
karşın, yüreklere kazınmış Atatürk sevgisini kimsenin kazıyamayacağı,
Atatürk’ün emaneti kurum, ilke ve değerlere, başta Cumhuriyet’e sahip çıkacak
bir neslin yetişiyor olmasının gururu ve
yeniden güçlü bir ulus olacağımıza inancımız!...
19 Mayıs’ın yüzüncü yılı kutlu olsun.
TC olarak nice gururlu yüzyıllara...