Tarihçi Kemal Arı, Büyük Taarruz için ‘Atatürk’ün dediği gibi bir imha savaşıydı.Gerçekten de 30 Ağustos 1922 günü Türkiye’yi imhaya gelen bir ordu, yok edildi. Başkomutanları esir alındı.Ulusal şahlanışla, ülkeyi işgale gelenleri ve onların dayandığı emperyalist bloku yendik.’ifadelerini kullanıyor
Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal Arı, Büyük Zaferin yıl dönümünde Milli Mücadeleyi ve Büyük Taarruz’u Aydınlık’a anlattı.
Kurtuluş Savaşının gelişimi, Yunanların İzmir’de denize dökülmesi, yabancı devletlerin Türklerin zaferi sonrası tepkisi ve savaşa ilişkin pek çok ayrıntıyı anlatan Arı, ulusal savaşın Türk ulusal bilincinin oluşması ve güçlenmesi yönünden önemli olduğuna da dikkat çekti. Türk milletinin zorlukların içinden çıkarak 30 Ağustos’ta zafere ulaştığını da vurgulayan Arı, Mustafa Kemal Paşa liderliğindeki Türk ordusunun disiplinin önemini anlattı.
Arı’nın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
Türk ordusu, Sakarya Meydan Muharebesini kazanmasına rağmen çok sayıda subayını şehit verdi. Orduda büyük oranda firarlar da vardı. Ama 1 yıl içinde iki katı büyüklüğünde bir kuvvet toplandı. Bu nasıl başarıldı? Orduyu bu kadar kısa sürede hazır etmenin arkasında ne var?
Her şeyden önce çok disiplinli hareket edildi. Meclis açıldıktan sonra Firariler Hakkında Kanun çıkarılmıştı; askerlik görevinden firar edenler için ağır yaptırımlar getiriyordu bu yasa. Bu uygulandı bir kere. Bir de Sakarya Savaşı günlerinde çıkarılan Tekalifi Milliye Emirleri var. Bu ulusal yükümlülükler anlamına gelen bir deyimle açıklanabilir. Bu yasaya göre her hane, ulusal ordunun gereksinim duyduğu maddelerin temini ve kimi görevlerin yapılmasından yükümlü tutulmuştur. Her ev askerin gereksinim duyduğu faniladan çoraba dokuyup teslim etmek üzere vergilendirilmiştir. Tam bir ulusal seferberliktir bu. Sakarya Savaşından sonra askere alma işlemleri daha bir düzene koymuş ve askerin eğitimine ağırlık verilmiştir. Gerekli planlamalarla birlikte bunlar uygulandığında taarruz yeteneğiyle donatılmış bir ordu çıkarılabilmiştir. Büyük özverilerle, maddi ve manevi ağır yüklere katlanılarak ulus, kendi milli ordusunu adeta yeniden yaratmıştır.
Sakarya Meydan Muharebesi 22 gün sürerken Büyük Taarruz, 5 gün kısa bir sürede tamamlandı ve Yunanların yıllardır oluşturduğu cephe dağıtıldı. Bu nasıl başarıldı? Bu başarının arkasında nasıl bir plan ve uygulama vardı?
Sakarya Savaşı biliyorsunuz bir savunma savaşıydı. Kuvvet olarak üstün bir orduya karşı, daha az güçle karşı koyuyorsunuz ve savunma duruşundasınız. Yunan Ordusu ilerlerken, çetin bir savunma savaşı vermiştir Türk ordusu. Ağır kayıplar verme pahasına düşmanı durdurmak için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Bir de ulusal ordu henüz daha yeni kurulmuştu Sakarya Savaşı verilirken; yani 1921 yılı ağustos ayı. Kaldı ki o tarihe kadar, bir çatışmalar zinciri söz konusudur. Birinci İnönü vardır önce, ardından İkinci İnönü muharebeleri… Derken Eskişehir Kütahya Savaşları vardır. Sevr koşullarını Ankara Hükümetine kabul ettirmek için karşı taraf, yani İtilaf bloku, Yunan Ordusuna her türlü desteği vererek ve onları teşvik ederek, Türk yurdunun bağrına doğru sürmüşlerdir. İzmir’in İşgalinden sonra, yani 15 Mayıs 1919 gününden buyana işgaller yayılarak sürmüştür. Önce Milne hattı dediğimiz hatta bir bekleyişi var Yunan Ordusunun; ama 1921 yılına girilir girilmez, ilerlemesini sürdürmüştür. Hedef Ankara’dır ve orada oluşan ulusal meclisi dağıtmak, Türk Yurdunu ve ulusunu kalbinden vurmaktır. Bu nedenle yeni kurulmuş bir ordu olarak Türk ordusu, Sakarya Savaşı’nda adeta nasıl olgunlaştığını kanıtlamıştır. Bu açıdan bakılınca Sakarya zaferi büyük bir zaferdir. Ancak Büyük Taarruza baktığımız zaman o bir savunma değil, bir taarruz savaşıdır. Sonuçta belli yerlerde konuşlandırılmış bir düşman var karşınızda; ağır tahkimatlar yapmış… Kaldı ki savaş, sizin kendi öz yurdunuzda. Bir anda sonuç alınamazsa, yani savaş uzarsa, sonuçları çok ağır olabilir ve belki de Türk Ulusu tarihten silinebilir. Böylesine önemli bir hayat memat noktasındasınız. Bu önemli bir yön. İkinci konu da her ne kadar ordu için önemli hazırlık aşaması yaşamış olsanız da; olanaklarınız sınırlı. Topunuz, tüfeğiniz, mühimmatınız, insan kaynaklarınız… Bir anda sonuç alabilirseniz bunun sonucu gelebilir; ama ilk yüklenişte sonuç alamazsanız, ikinci, üçüncü kez saldırıya geçme durumları söz konusu olursa, tahkim edilmiş, yani güçlendirilmiş bir cepheyi geçmeniz zor, hatta olanaksız olabilir. Bu nedenle Büyük Taarruz yıldırım hızıyla bir baskın saldırı türünde planlanmıştır ve ilk vuruşta sonuç getirmek üzere kurgulanmıştır. Bu nedenle 26 Ağustos’tan 30 Ağustos’a kadar geçen sürede sert direnişler, muharebeler ve çetin saldırılar olmuş ve biliyorsunuz 30 Ağustos’ta sonunda düşman ordusu imha edilebilmiştir.
Büyük Taarruz’dan önce Yunan ordusunun durumu nasıldı? Sakarya Savaşından önce Polatlı’ya kadar gelen bir ordu Büyük Taarruz’da nasıl 5 günde yenildi?
Bu sorunuzda birkaç nokta üzerine durmak isterim. Kuşkusuz, insan kaynağı ve donanım olarak Türk ordusundan güçlü bir askeri gücü vardı Yunan ordusunun. Türklerin sayıca üstün oldukları bir yön var, o da süvariler… 5. Süvari Kolordusu biliyorsunuz vardı, başında İzmirli Fahrettin Paşa. Altay adını aldı sonradan… Ani baskınlar yapabilen, seri hareket edebilen, kaçış yollarını hızla kesebilen yetenekte bir ordudan söz ediyoruz. Yunan süvarileri Türk süvarileri karşısında çok cılızdı. Ama öteki yönlerden bakarsanız oldukça üstün durumdaydı diyebiliriz. Yalnız şöyle bir konu daha var: Yunan Ordusunda, daha doğrusu ordunun üst yönetim kadrosunda, komuta kademesinde yani düşünce ayrılıkları vardı. Kralcılar, Venizelosçular ve hatta solcusosyalistler olarak gruplaşmalar vardı; hatta İyonyacılar bile bulunuyordu. Farklı farklı görüşleri vardı bunların ve temel olarak Anadolu hareketi konusunda, daha doğrusu bu hareketin doğru olup olmadığı yönünde ciddi fikir ayrılıkları vardı. Bir de o tarihe gelindiğinde artık İtilaf blokunun kendilerine desteğini kestiği yönünde bir psikoloji de vardı Yunan ordusunda. Genel idare, taktik ve strateji konularında önemli eksiklikler bulunuyordu. Düşünün ordu Afyon’da ağırlıklı olarak, ama komutan İzmir’de, oradan orduyu yönettiğini sanıyor; Hacıanestis’den söz ediyorum. Dolayısıyla bu tür olumsuzluklar da vardı. Moral açısından da Yunan ordusunun iyi bir durumda olduğunu sanmıyorum. Bu tür olumsuz etkenler, Türk saldırısının üstünlüğü ve başarısıyla bir araya gelince elbette Yunan ordusu için sonuç bir felaket oldu.
Mustafa Kemal Paşa “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir! İleri!” emrini savaşın hangi aşamasında verdi? Bu emirle tam olarak ne amaçlanıyordu?
30 Ağustos’tan sonraki gün; yani 1 Eylül 1922. O gün Gazi, savaş meydanını gezdi. Gördüğü manzara karşısında çok hüzünlendi ve ölen askerlere, savaşın şiddetini yansıtan görüntülere bakarak elinde dürbünle; “Bu insanlık için yüz kızartıcı bir sahnedir. Ama ne yapalım ki bizi buna mecbur ettiler” dedi. Ardından da kırık bir kağnı arabasının üzerinden bu tarihi emrini yazdı. O zamanki literatürde bugün bizim Ege dediğimiz coğrafyaya Adalar Denizi ya da Akdeniz deniyordu. Yani Ege sözcüğü dediğimiz coğrafya için resmi söylemde kullanılmıyordu. Akdeniz’di o zaman Batı Anadolu’nun bulunduğu coğrafya. Birileri biliyorsunuz, sırf cehaletlerinden Atatürk’ü bu sözü söyledi diye tiye almaya çalıştılar, tam bir sığlık ve bönlük… O zamanlar Ege diye bir bölge yok kardeşim; o bölgenin adı Akdeniz… Akdeniz bölgesi olarak bildiğimiz bölge ile bugün Ege olarak bildiğimiz coğrafya, tek bir sözcükle ifade ediliyordu; Akdeniz… Amaç neydi peki? İzmir… İzmir, işgali ilk yaşayan yerlerden biridir ve resmi söylemde işgalin başladığı nokta olarak kabul edilir. Orada başlayan işgal, İzmir’in alınmasıyla sona ermiş sayılabilecektir; işgal sözcüğü bağlamında söylüyorum bunu. Ve dolayısıyla ordulara bu tarihi emrini vererek, aslında tarihe yön de vermekteydi büyük Gazi…
Atatürk’ün Nutuk’ta Büyük Taarruz için belirttiği “İmha Savaşı” nitelemesi, Milli Mücadelenin geldiği aşama açısından neyi ifade ediyor?
İmha savaşıdır gerçekten de. Koskoca Yunan ordusu imha edilmiştir çünkü 30 Ağustos 1922 günü. Türkiye’yi imhaya gelen bir ordu, bütünüyle neredeyse yok edilmiştir. Başkomutanları Trikopis esir alınmıştır ve onbinlerce kişiden oluşan ordu adeta yok edilmiştir. Bu yönden bakıldığında ulusal savaş açısından ifade ettiği nokta çok açık: Sen ülkemi işgal etmeye kalktın, ama ben ulusal bir şahlanışla, seni ve senin dayandığın emperyalist bloku yendim ve ordularını da imha ettim. Bu yurt benimdir; tarihte, halde ve gelecekte. Bunun kanıtlanmasıdır bana göre.
Türk ordusunun 9 Eylül’de İzmir’e girişi ve sonrasında Yunanların kaçış süreci nasıl gelişti?
Gerçekte Yunan ordusunun Anadolu’dan çekilişi, daha Türk süvarileri İzmir’e girmeden başlamıştı. 30 Ağustos 1922 günü Yunan ordusunun asıl unsurları yok edilince, geri kalan grupların pek tutunma olanağı kalmamıştı. Ancak ne yapabilirdi? Çekilen bu unsurlar, büyük zararlar verebilirdi yurtta, köylerde, kasabalarda, kentlerde. Bunu da yaptı zaten. Büyük imha hareketleri gerçekleştirerek çekiliyorlardı, köyler kasabalar, kentler yakılıp yıkılıyor, insanlar öldürülüyor; hatta insanlar ve hayvanlar gasp edilerek ve tutsak kılınarak, Yunanistan’a götürülüyorlardı. Böyle gruplar var; Yunanistan’ın Larissa’sına götürülüp orada tutsak olarak tutulan insanlar ta Lozan’dan sonra, esirlerin mübadelesi anlaşmasıyla gelebildiler yurda. Hayvan sürüleri alınıp götürüldü mesela, imha edildi birçoğu da. Ancak şunu da söylemeliyiz; kimi askeri gruplar da Türk ordusu İzmir’e girdikten sonra da çekilişlerini sürdürüyorlardı; örneğin Marmara ve Doğu Trakya bölgelerinden çekiliş daha sonraki tarihlere denk gelir. Artık Anadolu’da tutunamayacağını anladıktan sonra yapabileceği başka şey de yoktu zaten. Türk ordusu ise, çekilen Yunan ordusunun yakıp yıktığı yerlere Yunan ordusundan daha önce ulaşmak ve imhaları, yakıp yıkmaları önleyebilmek için çok seri hareket etmek durumundaydı. Bu nedenle bir yıldırım hızıyla Batı Anadolu’ya, İzmir’e doğru akmıştır Türk ordusu. Ha şunu da söyleyelim, bu çekiliş sırasında siviller… Yalnız Türkiyeli Ortodokslar değil, Türkiyeli yerli gruplar da, ki bunlara felaketzedeler diyoruz, onların göçleri de vardır. Alaşehir örneğin, yakılıp yıkılmış, oturulacak tek hane kalmamış; canını kurtarabilen Alaşehir halkı, başka yerlere göç etmeye yönelmiştir. Bu tür birçok grup var; karmaşık bir konu bu; uzun uzadıya anlatmak gerekir belki ama; şu anda bu konuyu uzatabilir. Bu kadarını söylemekle yetineyim.
Büyük Taarruz’un ardından Yunanistan’ı destekleyen yabancı devletlerin (özellikle İngiltere) tepkisi ne oldu?
Şaşırdılar… Onlar Türk Ordusunun saldırıya geçebileceğine inanmıyorlardı önceden. Hatta Yunan cephesinin yarılamayacağını düşünüyorlardı. Bir İngiliz uzman rapor vermiş; Türk ordusu Afyon hattında Türk ordusu Yunan hattını altı ayda geçerse, altı günde geçebilirim diye sayabilir demiş… Bunlar yazılıp çizildi çok yerde. Zaten Başkomutanın emriyle saldırı tam bir gizlilik içinde yürütüldü. Anadolu’dan haberleşme Avrupa ile kesildi. Telgraflar işlemedi, öteki iletişim yollarını engelleyecek sert ve ağır önlemler alındı. Dolayısıyla savaş başladığında, ta 30 Ağustos günü Yunan ordusu imha edildiği anda bile, Anadolu’daki gelişmelerin boyutları tam olarak bilinmiyordu. Kimi haberler gitmişti elbette, ama bunlar olayın boyutlarını, mahiyetini ortaya koyacak ölçüde şeyler değildi. Ancak Eylül ayında olayın tam olarak kavranmaya başladığını görüyoruz ki artık bu tarihe gelindiğinde iş bitmişti zaten. Bu nedenle taktik ve strateji yönünden de büyük Taarruz büyük bir olaydır.
Türk ordusu, Birinci Dünya Savaşından yenilgiyle çıktıktan ve dağıtıldıktan sonra nasıl böyle büyük galibiyetler alacak bir noktaya geldi? Buradaki motivasyon, inanç, kararlılığı bugün açısından nasıl değerlendirirsiniz? Türk milleti bu konuda bugüne nasıl bir ders çıkarmalı?
Ulusal savaş bana göre Türk ulusal bilincinin oluşması ve güçlenmesi yönünden en güçlü süreçlerden birisidir. Evet, yürekten inanıyorum, Türkler tarihin en eski uluslarından birisidir. Görkemli bir geçmişleri ve olağanüstü tarihsel birikimleri vardır, buna hiç kuşku yok. Ancak şu var; Osmanlı döneminde bu bilinçte geriye gidişler olmuştu. Üstelik modern dönemlerde, ulus bilinci daha olgunlaşır ve çağdaş bir içeriğe bürünürken, Türkler uzun süre bu gelişmelerden uzak kaldılar. Ancak Meşrutiyet dönemiyle bir ulusal bilincin geliştiğini görüyoruz. Ne oldu? Ulusal kimliklerine bürünerek Osmanlı Devleti’nde önce gayrimüslimler diyebileceğimiz tebaa imparatorluktan koptu. Ardından Araplar… En son ulusal bilinç belki de Türkler de uyandı. Bu uyanışta bu zor günlerin elbette önemli bir etkisi var; yalnız ulusal kurtuluş savaşı değil, birinci dünya savaşı da öyle. Gerçekte asıl uyanış ve diriliş, Çanakkale’de ve öteki cephelerde başlamıştır. Milli Mücadele de bunu şahlandırmış ve gerçek bir kimlik olarak ulus kimliğin ortaya çıkmasında çok güçlü bir etken olmuştur.
Bugüne dönük olarak şunları söylemek isterim: Bugün de Türkiye üzerine oynanan oyunlarda kimlik konusu kaşınıyor; kimi yaralar açılmaya çalışılıyor. Modern anlamda ulus tanımında birleştiğimiz zaman sorun kalmaz; ama bunun çok daha altında kalmış alt kimlikler üzerinden siyaset şekillendikçe, gerçek anlamda uluslaşma sürecine de darbe vurmuş oluyoruz. Modern toplum, modern ulus ve modern insan… Aydınlanmanın getirdiği değerler… Bu değerler kümesi üzerinden toplumsal süreçlere ve oluşumlara bakabilirsek; artık o zaman ne etnik ne de dini kimlikler bir siyasal tavra ve duruşa dönüşebilir; çünkü onlar kişilerin aidiyet duygusu boyutunda kalarak, ulus topluma ancak değişik renkler ve zenginlikler olarak değerlerini aktarırlar. Sorunu çözecek olan da gerçek anlamda demokrasi ve demokrasi kültürüdür. Bunu başarabilmeliyiz ve ben başaracağımıza da inanıyorum. O zaman ulusal birlik ve bütünlük dediğimiz gücü daha açıkça ortaya koyabiliriz ki bu da ulusumuzun gelişme ve yükselmesi için çok önemli bir duruş olacaktır.