ERCAN DOLAPÇI

Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal Arı’yla Atatürk üzerine konuşacağız. Atatürk’ün özel hayatı değil, genel ilkeleri üzerine...

  • AYDINLIK: Atatürk malum “Bağımsızlık benim karakterimdir.” der. Uzun yıllardır Cumhuriyet tarihi ve Atatürk üzerine çalışıyorum. Dikkatimi çeken, Atatürk’te gerçekten bu söze uyan bir bağımsızlık tutkusu var. Onun için her şeyin başı bağımsızlık! Bugüne de anlamlı olacağını düşünerek bu konuyu ilk soru olarak sormak istiyorum. Bu tutku nereden geliyor?

PROF. DR. KEMAL ARI: Atatürk, bağımsızlık kavramını ele alırken, onu “özgürlük” kavramıyla birlikte kullanır. “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir.” der, bir konuşmasında anımsayın. Yani, özgürlük olmadan bağımsızlığın pek anlamı yoktur onun için. Birey özgür olacak, kendi özgür düşüncesiyle varlığını anlamlandıracak ve daha geniş ölçekli olarak da ulusunun ve ulusun en yüksek örgütlenme modeli olan devletinin bağımsızlığını sağlayacak… Bunun iki yönü var aslında; şöyle düşünelim: Tam olarak özgürleşememiş bireylerden oluşan toplumların, gerçek bir bağımsızlığından söz edilebilir mi?

2. MEŞRUTİYET’İN DÖNÜŞTÜRÜCÜ GÜCÜ

Atatürk’e gelince; Atatürk’e bu duygu nereden geliyor? Hangi tarihsel köklere dayanıyor? Bir kere bunu anlayabilmek için, Atatürk’ün yaşadığı dönemin koşullarını göz ardı edemeyiz; bu çok önemli. O dönemde olup biten onur kırıcı gelişmeler karşısında Türk aydınının içine düştüğü açmazı düşünmeliyiz; arayışları, bunalımları; çözüm bulunamadığı zaman Türk aydınının çaresizliğini aklımızdan uzak tutmamalıyız. Ama biz izninizle sorunuz nedeniyle konuyu çok geniş bir çerçeveden değil de; bütüncül bir değerlendirmeden ziyade, Atatürk’ün kendi özelinde ele alalım. Kendi döneminin birçok aydını gibi Atatürk’te de milli tarihe karşı büyük bir tutku oluşmuştur: Ha, hemen belirtelim; Osmanlı Devleti’nin uzun tarihi geçmişinde tarih anlayışı modern anlamda milli bir nitelik göstermiyordu.

İlk kez İslamiyet öncesi Türk tarihine ilişkin konular, 1913’te, Süleyman Paşa’nın Askeri Okullar Komutanı olduğu dönemde ders kitaplarına girdi. Ve genel anlamda da Türklüğe vurgu yapan tarih anlayışı biliyorsunuz, II. Meşrutiyet Dönemi’nin eseridir. Birçok tarihçiler çıkarak, Türklük temelinde bir tarih yazımını denediler. Ağaoğlu Ahmet, İsmail Gaprinski ya da Necip Asım gibi kültür insanlarının yaptığı buydu gerçekte.

İşte Atatürk, böylesine bir kültür ortamında yetişti. İmparatorluk dağılıyordu ve en önemlisi de imparatorluğu oluşturan tebaanın Türk olmayan unsurları, merkezi devlete karşı bir bağımsızlık arayışına girmişlerdi. Yaygın ihtilaller, başkaldırmalar oluyor, başkente karşı bir zamanlar Osmanlı’nın tebaası olan kesimler bağımsızlık savaşları başlatıyorlardı. 19. yüzyıl neredeyse bütünüyle bu tür kalkışmaların, isyan hareketlerinin ve merkezi otoriteyi zayıf düşürecek hareketlerin yaygın olarak yer aldığı bir yüzyıl oldu. Bu yapı içinde Türkler, kendi ulusal bilinçlerine en geç ulaşan toplum kesimi oldular. Bunun acısını gördü Atatürk’ün kuşağı.

Ve biliyorsunuz o dönemde aydınlar Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük gibi siyasi akımlar başlatmışlardı. Türk aydınları bu üç düşünce biçimine, siyaset anlayışına birbirini izleyen süreçler içinde bir umut olarak sarıldılar. İmparatorlukları kayıp gidiyordu ellerinden, bunun verdiği acı ile önce hanedan fikrini savundular. Güya hanedanın etrafında bütün farklı yapılar kenetlenebilecekti. Ama tutmadı bu. Devlet daha da küçülünce ve devletin içinde Müslüman olan topluluklar ezici bir çoğunluğu oluşturmaya başladıklarında bu kez İslamcılık düşüncesi ortaya çıktı. Bu da çözüm olmadı. En sonunda Türkçülük düşüncesi ve bu düşün neye göre biçimlendirilmiş siyaset kalmıştı ellerinde… Buna sarıldılar son umut olarak…

YA İSTİKLAL YA ÖLÜM ŞİARI

Atatürk de bütün bu süreçleri görmüş, incelemiş, bunlar üzerine okumalar yapmıştı. Ancak Türkçülük de; bu nasıl bir şey? Sınırlarının ne olduğu bilinmeyen bir Turan fikri mi bu? Olası mı? Bunu gerçekleştirme olasılığı var mı? Bir şeyi yürekten çok istersiniz, ama her istediğiniz olmaz ki? Atatürk de böyle; evet, Turan düşüncesi çok cezbedici, çekici, insanı etkileyici, eski imparatorluk duygularını da anımsatan etkileri olan bir şey. Ama bunun olanaksızlığını acı deneyimlerle gördü Türk ulusu.

GURUR DUYULAN TARİH

İşte bence burada Atatürk’ü bağımsızlık düşüncesine iten en önemli etkenlerden birisini görüyoruz: O da Türk tarihine sapasağlam bağlılık duygusu… Yani şöyle düşünmek gerekiyor: Neye güveneceksin var olmak için? Ayakta kalabilmek, başkaları yanında gururla durabilmek için elinde ne kalmıştır ki? Hanedanlık, İslamcılık; hepsi çökmüş; o zaman koşullar sizi kendi soyunuza, kültünüze, geçmiş tarihinize, ulusal benliğinize yöneltiyor. Biraz Batı’da ulusçu düşüncelerin gelişmesi, biraz bu düşüncelerin etkisiyle Türk tarihinin araştırılması yönünde gelişmeler ve sonunda da gurur duyulacak bir tarihin varlığını gören bir aydın olarak Mustafa Kemal Atatürk de bu etkiye kendini kaptırmıştır. Çok belirgindir bu.

Ona göre Türkler, tarihlerinin hiçbir döneminde esaret altında yaşamamışlardır. Soylu, gurur duyulacak bir tarihleri vardır. Hatta bir yerde ne diyor? Türk tarihini anımsayın, yeleleri kabarmış bir aslana benzetiyor; kendisini ve bütün millet efradını da bu aslanın yelelerinin tüyleri arasına gizlenmiş küçük varlıklar olarak görüyor. Türk Milleti gibi soylu bir varlığın basit bir ferdi olmakla iftihar ederim diyor. Tarihte bağımlı yaşamamış, hep bağımsız devletini kurma ülküsüyle hareket etmiş; bunun için uğraşıp çabalamış Türk Milleti’nin basit bir ferdi olarak o da, tarihten almış olduğu güçle; ulusunun belki de tarihin en zor sınavıyla karşı karşıya olduğu bir zamanda; “Ya istiklal, ya ölüm!” parolasıyla ortaya çıkmış. Yani ya bağımsız olacaktır Türk ve Türk Milleti ya da ölecektir. Ama o, ulusun ölmeyeceğine, yaşayacağına, tarihten aldığı o büyük güçle bu yeteneği göstereceğine sonsuz biçimde güveniyordu.

DEVAMI YARIN...