Kitabın bir bölümünde “Atatürk’ün sarhoş olduğunu gören yoktur” demesine rağmen; “alkol kullanmayı”, bir “çağdaşlık alameti” olarak değerlendiren Özdil, sürekli sofra üzerinden “Alkolik Atatürk” algısı yaratmaktadır. Kitap, Atatürk’ün doğumu ile başlayıp, ölümü ile bitmesine rağmen, aradaki akış sanki kitabın birden fazla şahıs tarafından yazılmış olduğu algısı doğuruyor. Atatürk’ün özel yaşamında okuyucuların ilgisini çekebilecek ne bulunduysa rastgele kitaba aktarılmış.

EMEK SÖMÜREN SÖZDE DEVRİMCİ 2

İnsan Atatürk” kavramı, bizim çalışmalarımızda ortaya koyduğumuz ve yıllar önce “Sarı Paşa İnsan Atatürk” olarak kitaplaştırdığımız bir konudur. Bu çalışmamız, yine bu kesimin yarattığı ve Atatürk’ü tarihi bir kişilik olarak anlamamızı zorlaştıran “insanüstü bir varlık olarak Atatürk, heyula gibi Atatürk” anlatımına bir tepki idi. Elbette Atatürk de hepimiz gibi bir insandır. Üzülen, sevinen, duygulanan, kızan, mücadele eden vs. Öncelikle onun bu insani yönünü ortaya koyarak, üzerine komutanlığı, devlet ve düşünce adamlığını, yaptığı işleri anlatmak gerekiyordu. Bir “deha” olarak Atatürk ancak o zaman sağlıklı bir şekilde anlaşılabilecekti. Vasat insanlardan onu ayıran özellikleri de o zaman daha iyi kavranabilecekti. Çünkü milletin değerleri ile kavga eden değil, barışık bir Atatürk vardı. Biz bu nedenle önce onun insan olarak tanınması gerektiğini düşünerek o çalışmaları yapmıştık. Bu tarihi kişilik ve kurucu kahraman olarak Atatürk’ü anlatma stratejisinin bir parçası idi. Başarılı da oldu. Doğru yaptığımız toplumun önemli bir kesimlerinde “Atam, sen kalk ben yatam!” edebiyatının artık dağılmış olmasından anlaşılmaktadır. Y. Özdil’in ne yapmaya çalıştığını ve kitabı okuyan insanların kafasında nasıl bir algı oluşturduğuna bakalım:

Yaklaşık 30 yılını Atatürk’ün soyu, ailesi, özel yaşamı üzerinde çalışarak geçiren bir tarihçi akademisyen olarak yıkmaya çalıştığımız, adeta “putlaştırılmış”, bir “tapınma aracı” haline getirilmiş, Berktay’ın deyimi ile “Atatürk fetişizmi” bu eserle yeniden hortlatılmış bulunuyor. Kitabın ilgili bölümünde “Atatürk’ün sarhoş olduğunu gören yoktur” demesine rağmen; “alkol kullanmayı”, “içki içmeyi” bir “çağdaşlık alameti” olarak değerlendirdiği anlaşılan Özdil, dönüp dönüp, “Atatürk ve alkol” konusunu gündeme getirmekte ve sofra üzerinden “Alkolik Atatürk” algısı yaratmaktadır. Yukarıda bahsettiğimiz 2. kesimin değirmenine su taşımaktadır. Alkol üzerinden Atatürk’ü toplumsal kutuplaşmayı arttırmanın bir aracı olarak kullanmaya çalışmaktadır. İçi boşaltılmış, sıradanlaştırılmış bir Atatürk algısı yaratılmaktadır. Kitap, Atatürk’ün doğumu ile başlayıp, ölümü ile bitmesine rağmen, aradaki akış sanki kitabın birden fazla şahıs tarafından yazılmış olduğu algısı doğurmaktadır. Akışta ne kronoloji, ne de konu bütünlüğü vardır. Anlatım damdan, kapıdan, bacadan ilerlemektedir. Atatürk’ün özel yaşamı konusunda ilginç olan veya okuyucuların ilgisini çekebilecek ne bulunduysa rastgele kitaba aktarılmıştır. Elbette bir ideolojik süzgeçten geçirildikten sonra. H. C. Armstrong’un “Bozkurt” kitabı ve Rıza Nur’un “Hayat ve Hatıralarım” ı güya eleştirilmekte, lakin onların görüşleri, iddiaları aynen aktarılmaktadır. Psikolojik olarak insanların aklında daha çok “olumsuz” şeylerin kaldığı, yer ettiği düşünülürse ne yapılmaya çalışıldığı daha iyi anlaşılır.

ATAHAN ÜNAL İSMİNDE BİR TARİH ÖĞRENCİSİ

Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü öğrencisi Atahan Ünal, tamamen iyi niyetle ve saygılı ifadelerle 17 Ekim 2018’de Yılmaz Özdil’e bir mesaj yazıyor: “Saygıdeğer Özdil veya Sevgili Ağabeyim, Ben Hacettepe Üniversitesi’nde tarih okuyan Ankaralı bir genç okurunuzum. Son kitabınız Mustafa Kemal çıktığı gün büyük bir istekle aldım. Gönül verdiğim bir lideri, gönül verdiğim bir kalemden okumak ne kadar heyecanlı, keşke size anlatabilsem. Yalnızca bir maruzatım var. Mustafa Kemal’in annesi ve kız kardeşinin Selanik’ten İstanbul’a gelişini kaleme aldığınız bölümdeki hadiseler tarihsel açıdan doğru değil. Kendilerinin İstanbul’a gelişi perişan muhacir konumunda olmadı. Mustafa Kemal Paşa’nın bilgisi ve kontrolü dahilinde gerçekleşti. Elimizde bu konuyu ele alan belgeler var. (Aynı konu okulumda öğretim üyesi olan Dr. Ali Güler beyefendinin Habertürk’te Cansu Canan’ın konuğu olduğu programda gündeme geldi). Genç bir kardeşiniz olarak sizleri bu durumdan haberdar etmeyi Mustafa Kemal’e gönül vermiş bir Türk genci olarak üzerime vazife bildim. Haddimi aşmak istemedim. Lütfen beni yanlış anlamayın. Pazar günü Ankara’da görüşmek dileğiyle. Bizim için güneş toplamaya devam edin. Saygılar ve sevgiler. Atahan Ünal Çankaya/Ankara” Ne beklersiniz? Türk’ün bütün yüksek insani değerlerini şahsında toplamış bir tarih öğrencisi olduğu yazdığı mesajdan anlaşılan Atahan, nasıl bir cevap aldı dersiniz? İşte, kazandığı paralardan olsa gerek ego patlaması yaşayan Y. Özdil’in yakalanmışlık ve suçluluk duygusuyla Atahan Ünal’a cevabı:

“Hem ‘doğru değil’ diyorsun, hem imza almaya geleceğini söylüyorsun, tuhaf değil mi Atahan? Bence sen benim kitabımı imzalatma. Habertürk izle. Yılmaz Özdil.”

2.500 liralık hatıra kitabı gündeme gelince (20 Ocak ve sonrası) bu yazışmalar sosyal medyada süratle yayıldı. Bir balon patladı. Atahan kardeşimiz “kral çıplak” demiş ve ona “Dr. Ali Güler’i hatırlatmıştı.” Bütün suçu buydu. Sözde Atatürkçü ve adına “JetFadılYılmazÖzdil” şeklinde popüler etiketler (Hashtag) açılan Yılmaz Özdil’in ise gerçek yüzü ortalığa saçılmıştı.

Evet, Atahan haklıydı. Çünkü tarih disiplini içinde yetişiyordu, “meslekten tarihçi” olacaktı. Bilindiği üzere Selanik, Balkan Savaşları sonrasında 8 Kasım 1912’de elimizden çıktı. Özdil’in yazdığı dramatik göçmen hikayesi Selanik’in tesliminden hemen sonra İstanbul’a gelen göçmenlerle ilgili idi. Halbuki Zübeyde Hanım ve kızı Makbule’nin birlikte İstanbul’a gelişi, bundan yaklaşık 2.5 sene sonra Mart 1915’te idi. Ve o sırada Kurmay Yarbay rütbesi ile Çanakkale’de Tümen Komutanlığı’nda bulunan Mustafa Kemal, annesi ve kız kardeşinin yolculuklarını Sofya Büyükelçiliği vasıtasıyla gün gün takip etmişti. Annesini ve kardeşini İstanbul’a geldiklerinde önce küçük bir eve sonra da Akaretlerde 76 numaralı eve yerleştirmişti. Bütün bunları belgeleriyle “Benim Ailem” kitabımda 2015’te yayımlamıştık.

YILMAZ ÖZDİL NELERİ ALMIŞ?

498 sayfalık kitapta bizim eser ve makalelerimizden alınan ve ismimizden bahsedilmeyen, atıf yapılmayan, kaynakçada gösterilmeyen o kadar çok bilgi ve belge var ki, şüphesiz bunların tamamını burada ortaya koymamız mümkün değildir. Sadece çok temel ve bariz olan “aşırmaları” sizlerle paylaşmak istiyorum. Gerisi hukuk ve adaletin işi olacaktır.

* 1. Yıllar önce kitap ve makale çalışmalarımızda (1999 ve sonrası) Mustafa Kemal’in gün, ay ve yıl olarak doğum tarihini mevcut bilgi ve belgelere göre “4 Ocak 1881 Salı” olarak belirlemiştik. Y. Özdil bizim yorumlarımızı, değerlendirmelerimizi ve tespit ettiğimiz tarihi aynen almış ve aktarmıştır (s. 9).

* 2. Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin mezarının “Horatacı Sultan Camii”nin haziresinde (bahçesinde) bulunduğu bilgisi sadece “Zabit ve Kumandan İle Hasbihal” kitabında bulunmaktaydı. Mustafa Kemal kendisi anlatıyordu. İlk olarak Genelkurmay ATASE Daire Başkanlığı Arşivi’nde bulunan orijinalinden (yayımlananlarından o bölüm maalesef çıkartılmıştı) kamuoyunun dikkatine getirdiğimiz bu bilgi aynen aktarılmış (s. 16.).

* 3. Atatürk’ün özel yaşamını çalışan bir akademisyen olarak, Atatürk’ün yakınında bulunan, sofra şefi, aşçısı, aşçı yardımcısı, kütüphanecisi, gömlekçisi, ayakkabıcısı, berberi, şoförü, güvenlik görevlisi, gibi insanlar ile markaları ve imzalarını yapanlar konusunda bir basın taraması çalışması yapmıştım. 2002 yılında başlayıp yaklaşık 5 yıl süren bir çalışma ile Atatürk’ün ölümünden sonraki her yıl 10 Kasım, 29 Ekim gibi özel günlerde yayımlanan gazeteleri taradım. Bu özel günlerde gazetelerde Atatürk’ün yakınında bulunan bu tür çalışanların anıları yayımlanmış ve gazete köşelerinde kalmış idi. Sonraki yıllarda bunlardan bazılarının anıları kitap olarak da yayımlandı. Bu anıları diğer belge ve bilgilerle “Sarı Paşa İnsan Atatürk” (TürkAr Yayınları, 2005, ve Berikan Yayınları, 2010) ve “Sarı Mustafam” (Turuva Yayınları, 2010) kitaplarımda yayımladım.

Maiyet Memuru Enver Kezer, Aşçıbaşı Mehmet Yücel, Aşçı Yardımcısı Hasan Aydın, Aşçı Yardımcısı Hayri Doğanay, Kütüphanecisi Nuri Ulusu, Terzileri Jan Plüris ve kardeşi, aynı zamanda makasdarı olan Aleko Plüris, Gömlekçisi Petro Martino, Ayakkabıcısı Altın Çizmenin sahibi Onufri Karkilidis (Altuns), Atın Çizme Onufri Karkilidis’in çırağı Tanaş Elefteriadis, markalarını çizen İsmail Hakkı Antınbezer’in gazete köşelerinde kalmış olan ve Atatürk’ü anlamamız bakımından çok büyük önem arz eden anıları tarafımızdan kamuoyu ile buluşturulmuştur. Bu insanların anılarını o tarihlerde (19391963) gazeteciler M. Baydar (Cumhuriyet), H. Durukal (Cumhuriyet), Cemalettin Bildik (Akşam) M. Sertoğlu (Hürriyet) yayımlamışlardır. Biz eserlerimizde, dönemin önemli tanıkları Afet İnan, Süreyya Yiğit, Ercüment Ekrem Talu, Faruk Nafiz Çamlıbel ve Atatürk’ün beslenme kültürü konusunu inceleyen Prof. Dr. Mahmut Tezcan’ın çalışmaları ile de bu anıları desteklemiştik. Yılmaz Özdil’in eserinde adımızdan bahsetmeden aşırdığı bu bilgiler için 329332, 365367, 370 371, 375381 sayfalara bakınız.

* 4. Atatürk’ün özel yaşamı çalışmalarımız kapsamında özellikle üzerinde durduğumuz ve belgelere dayalı olarak kamuoyuna mal ettiğimiz (2005) önemli bir konu da Atatürk’ün ölümü, cenazesine yapılan işlemler (yıkanması, el ve yüz maskının alınması, tahnit işlemi vb), cenaze namazı, cenaze törenleri (1938 İstanbul, Ankara1953 Ankara) Anıtkabir’in inşası, defin işlemleri gibi konulardı. Yeni bilgi ve belgelerle ilerleyen bu konudaki çalışmalarımız nihayet, “Atatürk’ün Son Sözü: Aleykümesselam” (2013) ve “Milletin Sinesinde: Atatürk ve Anıtkabir” (2017) isimli kitaplarımızla kamuoyuna mal oldu. Bu kitaplarımızda birçok belge gibi, ilk defa yayımlanan bir belge vardı. Dönemin (1953) Anıtkabir Bölük Komutanı Üsteğmen Halit Yener’in anıları. Anılardan, Mezar Odası’nda yapılan işlemleri anlattıktan sonra bu anılar hakkında kitaplarımızda şunları söylemişiz:

“Mezar Odası’ndaki bu defin işlemlerinin ayrıntılı anlatımı; o dönemde Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alay Komutanlığı’na bağlı olarak görev yapan Anıtkabir Bölük Komutanı Piyade Yüzbaşı Halit Yener’in anılarına dayanmaktadır. “Atatürk’ümüzün Anıtkabir’e Gömülüşüne Ait Müşahadeler” başlığı ile kaleme alınan bu anılar, A.4 ebadında beyaz kâğıda tek ara daktilo ile yazılmıştır ve toplam iki sayfadır. Belgede tarih olmamasına rağmen anlatımdan Halit Yener’in anıları sıcağı sıcağına kaleme aldığı anlaşılmaktadır. Anılar kaleme alınırken, defin işleminde görevli üç arkadaşı Halit Yener’e yardım etmişler ve onlar da belgeyi imzalamışlardır. Bu durum belgenin sonunda kayıt altına alınmıştır. “Bu yazının kaleme alınmasında yardımlarını esirgemeyen aşağıda isimleri yazılı arkadaşlarıma teşekkürler ederim. Üsteğmen Mustafa Eser, Üsteğmen Cemal Tezgörücü, Başçavuş Rıza Niğdelioğlu.” İki sayfalık bu belge, 19541960 yılları arasında Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alay Komutanlığı’nda görev yapmış olan (E) Kurmay Albay Kadir Atamert’in eşi ve Atatürk döneminde Onun Muhafız Komutanlığı (Koruma Müdürü) görevinde bulunmuş olan Daniş Karabelen Paşa’nın kızı Sayın Özcan Atamert tarafından muhafaza edilmiş ve bir sureti Anıtkabir Komutanlığı’nda görev yaptığımız sırada, 9. 11. 2003 tarihinde şahsımıza verilmiştir. Belge, tarafımızdan Anıtkabir Belgeliği’ne de konulmuştur.” Şimdi, Yılmaz Özdil, sadece bizim yayımladığımız bu bilgileri, kitabının 496. sayfasında kendisi bulmuş gibi yazmaktadır. Nereden bulduğunu bize de söylerse memnun olacağız! DEVAM EDECEK…

Bilimde intihal aşırma nedir?

TÜRKÇE Sözlük’te, “aşırma” anlamına gelen “intihal” bir internet sitesinde şu şekilde tanımlanmış: “Başka bir kimseye ait olan bilgi, fikir ve görüşlerin, gerekli hiçbir atıf yapılmadan sanki kendisi tarafından ortaya çıkarıldığı ve yazıldığı intibaını vermek, fikir ve bilgi aşırılması başka bir deyişle intihal anlamına gelir. Örneğin, atıf vermeden fikir, görüş ve bilgilerin aynen alınarak yazılması, internet veya başka kaynaklardan kopyalanarak tıpkıbasım (internet download) yapılması fikir ve bilgi aşırılması ve intihali kapsamındadır.” (https://tezyazimerkezi.com/intihalnedir/). Aynı sitede, “intihal nasıl yapılır?” sorusuna şu cevaplar verilmektedir:

* “ Başka birinin tez, makale veya proje vb. çalışmasından aşırma,
* Başkalarının yazdığı kitap, makale vb. gibi yazılardan bir kısmını veya herhangi bir bölümünü alıp kendisi yazmış gibi gösterme,
* Başka birinin yazmış olduğu yazıyı değiştirerek kendisininmiş gibi yazma,
* Herhangi bir tez veya projeden konu ve biçimini almak,
* Bir başkasının eserinden alınan yazıyı kaynak göstermeden kullanmak,
* Başkasının çalışmasını alıp kendisinin yeni hazırladığı göstermek (hırsızlık, çalma),
* Mevcut bulunan bir ürünü fikri çalışmayı yeniymiş gibi göstermek.

Özetle intihal herhangi bir şekilde birinin eserinden hile yoluyla (çalmak dolandırmak), veya sahtekârlık eylemleri ile yazıların yazılması veya ürünlerin yapılması durumunu ifade etmektedir.” İntihal elbette üniversitede, hukukta, etik ve bilim dünyasında önemli bir suçtur. Her şeyden önce bilgi hırsızlığı ve emek sömürüsüdür