Dünyaca ünlü diğer şovmenimiz ise namı diğer cemaatin prensiyle evli romancı Elif Şafak’tır.
Cemaatin prensi kocası Eyüp Can hakkında gözaltı kararı alındı.
Malumunuz üstün zekası ve deha gazeteciliği gerekçe gösterilerek solculuğuyla övünen Radikal Gazetesi’ne genel yayın yönetmeni olmuştu.
Ancak Elif Şafak hanımefendi kocasının aranmakta olduğuyla hiç ilgilenmiyor, birçok gözaltına alınan yazar hakkında özgürlük twitleri atıyor ama kocası hakkında tek satır yazdığı yok.
Bence bir insan önce kocasına sahip çıkmalı.
Üstelik kocası ‘Hrant Dink’i öldürten bir cemaatin üyesi olmaktan aranıyor!
Birileri bu gerçeği İngilizce mektupla lütfen The Guardian gazetesine yazsın, ünlü yazarınızın kocası Hrant’ı öldüren cemaat üyesi diye aranıyor, ‘Ey The Guardian, tek lafın olmayacak mı?’ diye.
Ah nasıl bir ‘acı’ yaşadığı halde kocasının derdiyle değil tutuklanan diğer gazeteciler için çırpınıyor, fedakarlık ben buna derim.
Ah kan kusup kızılcık şerbeti içmek ben buna derim, kocasına sahip çıkmayıp insanlık aşkına diğer gazetecilere kol kanat germek ben özgürlükçülük buna derim.
Üstelik günde en az yirmi kez son kitabı ‘Havva’nın reklam spotlarını atıyor, ben edebiyata kendini hasretmek buna derim.
Günde yirmi kez kitabının reklamını yapıyorsun ama kocanı bir memleket ordusu emniyetiyle arıyor, sesini çıkartmıyorsun. Şu edebiyat aşkına bakın, kocasıyla ilgilendiği yok ama her gün kitabını öven cümleler övgüler bitmiyor.
Ne kadar ayıp şey, bir yazar, kendisine servet ve şöhret ve satış getirtmiş kocasının savunmasını niçin yapmaz, niçin kocasına arka çıkmaz? Kitabın batsın, kitabının reklamını daha sonra da yaparsın, kocan aranıyor hanımefendi kocan, üstelik Hrant’ı öldüren Fetö kanlı örgütünden.
Ayıptır be kadın yoksa aranan bu Fetö zanlısının kocan olduğunu twitter takipçilerine hatırlatmak istemiyor musun?
Bence bir insanın en yakını, karısı kocasıdır. Böyle bir felaket karşısında da her insan, karalar bağlar, feryat eder, ağıtlar yakar.
Ve dünyaca ünlü bir edebiyatçımızın kocası tutuklanacak buna bir yazar olarak bizler de sessiz mi kalacağız?
Dünyaca ünlü yazarımıza her şeyden önce bizlerin sahip çıkması lazım.
Kocasının acılarını bir takım siyasi sebeplerden dolayı söyleyemiyor olabilir.
İçine düştüğü rezil durumdan utanıyor olabilir, ama bizler eşek değiliz, dünyaca ünlü yazarımızın eli, ayağı, sesi, ağıdı, feryadı olabilmeliyiz.
Bu kara günde Elif Şafak’ın duygularına tercüman olabilmeliyiz.
KOCANIZA BİZ SAHİP ÇIKARIZ
Bir edebiyatçı olarak elimden gelen dayanışmayı gösterip, Elif Şafak adına Elif Şafak’ın karalar bağladığı feryatlarını onun yerine ben dillendirip kitapları Marsçaya, Venüsçeye, iki yüz dile çevrilen bu deha yazarımıza sahip çıkmalıyım…
Elif Şafak hanım, siz yorulmayın, bizler bugünler için varız, sizin adınıza kocanıza biz sahip çıkarız:
‘Getti canım cananım, getti…
‘Getti yakışılıklığıyla ağzımı açık bırakan.
‘Şimdi ben The Guardıan’a ne diyececeğim, kocası cemaatçi Fetöcü, oy oy Londraların batsın.
‘Zıplayıp koşup İngilterelerden gelseydim, dizimin dibinden ayırmasaydım.
‘Ah kafamı hangi taşlara vursam, Ah Londra müzesinde fosiller dinozorlar seyretmesi batsın.
‘Ah benim özgürlük küpüm.
‘Ah benim demokratik gelişmiş balım.
‘Dedim sana, sen bu cahil ırkçı geri kalmış piç ülkeye layık değildin.
‘Ah, Büyükada’da üç katlı evimizde kış geceleri periler ve gulyabani öyküleri okuduğumuz günler, ah…
‘Alaaddin lambasını almıştın bana hatırla, hatırla, tek gözlü bir devle Marmara’da guruba bakıp, Arap Baharını kutlamıştık, hatırla.
‘Ah benim Ada sahillerinde yunusları seyrettiğim bilimsel haylaz mutluluğum…
‘Tayyipler cadılar çok gördü peri masalını bize.
‘Hani sen prenstin Radikal’de, hani kurbağaya dönüşüyordun.
‘Ah açsam o Radikal sayfalarını şimdi hangi başyazılarını okusam, ağlasam! Ah örselenmiş hoyrat radikalım, oy oyy…
‘Hatırlar mısın, röportaj için herkes kapıdaydı, Hani Hrant’ın cenazesinde katiller diye özgürlük saflarında dünyaya bağırıyorduk, ben koşup Hrant’ın Katilleri diye The Guardianlar’da yazılar yazıyordum, ah, kara gözlüm, katil sen olamazsın, volkanlar, depremler bulaşıcı hastalıklar, katil sen olamazsın, bızzığım benim.
‘Ah midye gözlüm, benim kitaplarım yüz baskı yapıyor katillerin örgütünden olamazsın, ah, ben dünya edebiyat jürilerine üyeyim, sen katillerin prensi olamazsın.
‘Ah sevgilim, balkabağına dönüşen kupalı at arabası hangi masaldaydı?
‘Brüksel lahanası enginar ve lakarda yediğimiz o balık lokantası, söyle Silivri’ye çok mu uzakta?
‘Ah ne güzeldi diyalog hoşgörü masallarımız, ne güzeldi kartları açmak, ben dünya yazarı sen cemaat prensi, ah ben çok güzeldim, bu ülke hak etmiyor uzun ince bacaklı güzel romancıları!
‘Ah terlesem klimayı açan sevgili, ah iki kişilik şehirler kurduğum sevgili, ah sevişirken daha az enerji harcayan ahlak için tutumlu sevgilim…
‘Ah şöhret olmak varken öpüşmek müsrifliktir diyen ahlak kamçım, ah benim bir dolarlık aslanım…
‘Ah mesleklerin en maliyetlisi edebiyat, nankörlük ettin, yaktın beni, ben sana güzelliğimi gençliğimi verdim.
‘Ah Fetö ah Fetö teneşirlere gelesin, dilin ağzın kurusun, neden İsa Mesih olmak istedin? keşke ‘büyük İskender’ olsaydın, keşke Nuh Tuhafı olup Silivri’yi sel gibi bassaydın.
‘Ah akılsız başım, keşke Fetö’ye dostum mektupları yazmasaydım, ah keşke Fenerbahçe’yi tutsam Aziz Yıldırım’a dostum mektupları yazı pullarını yalasaydım.
‘Ah Fetö ocağıma incir ağacı diktin, kocam kadar başına taş düşsün.
‘Üzülme özgürlükçü pehlivanım, Silivri’ye bir don bir gömlek bir de kırışıklık merhemlerini çantaya koydum er meydanı Silivri’ye getiriyorum.
‘Ah bir gecede korkudan albino olan sevgilim…
‘Ah sevgilim zekamızı çekemediler, kabahat bizde, bu zeka bizdeyken, bilimsel bir icad yapmalı Jüpiter’e kendi gayretimizle uçsaydık, nerden düştük bu Fetö’nün eline?
‘Ne güzeldi paracıklarımızı sayıp sayıp kış geceleri seninle oynaşmak. Ben sırtüstü yatıp sen dolarları tavandan Mozart eşliğinde dökerdin. Ne güzeldi perdeleri dolardan tablolarla yaptırmak. Ne güzel fikirdi her kitabımın bir örneğini altın sayfalarla kaplatmak.
‘Ne güzeldi, sen yokken, Fetö’nün alçılı eli gibi, duvara çakılı otomatik incecik yağmurdan küçük ellerinle her sabah okşanmak.
‘Ah taş bebek gibi kızdım, bana cemaat demeyin, ağzınızı yırtarım.
‘Ah, 16 Temmuz sabahı, ellerimizde güller, Fetö dostumu karşılayacaktık hani, düşün o uçaktan iniyor, ben kameralar eşliğinde slow slow uçağa doğru koşuyorum, koşuyorum, eteklerim uçuşuyor, eteklerim uçuyor, uçuyorum.
‘Ah şemsi tebrizim, dostum uçağın merdivenlerinden iniyor, sen üşenmemiş asansör getirmişsin, düşün onun indiği piste, aynalar döşemişiz.
‘Ah piste serili aynalar, göklerden iniyormuş gibi yansıtıyor dostum Fetö’yü.
‘Sen sevgilim, uçan halılar getiriyorsun, dostum, sen ve ben, uçan halıyla Ankara’da Külliye’nin bahçesine iniyoruz.
‘Ah ben romanını yazıyorum ‘binbirgece darbesinin’.
‘Çıplak halhallı ayaklarımla kucağımda Binbirgece Darbesi kitabım Londra’ya kuş uçumu koşuyorum.
‘Ah Silivri yolları! Uçsuz bucaksız bitmeyen pis toprak kokusu, ah nalet ayçiçeği tarlaları!
‘Ah sevişen eşeğin gözlerine benzeyen cananım, hatırla, bal kasesine dolar bandırıp birlikte himmet yiyip düşman çatlattığımız günleri.
‘Sıcacık dolar dudakların, ah dolar gibi incecik kalçaların, ah dolar gibi parlak büyülü bakışlı kainatın prensi sevgilim, hatırla, dostum Fetö, seni Mars’a vali yapmıştı. Hayır, güneşe biraz uzak kalsın diye, daha romantik olur deyip Satürn’e vali olmanı istemiş, dostum Fetö beni kırmamıştı, hani.
‘Ah sen yokken kitaplarımı sucukçu dükkanlarında camekanlara koyup kim satacak?
‘Hatırlar mısın, son kitabımın piar’ı için, develere yükleyip Londra’ya öyle götürelim demiştin. Develerin üstüne dökmek için yüz kilo altın tozu istif etmişsin. Ah develerin üstünde ben Osmanlı Divanı’ndan parçalar okuyor Belgrad Viyana Budapeşte. Sen, Nedim gibi Sadabahade birlikte yürüyorduk servirevanım.
‘Ah sevgilim, ikimiz, ülkeler aştık, destanlar yazdık, ben dünya yazarı, ama şimdi sen Silivri’de.
‘Ey suskun ey sağır ey cadı Tayyip’in Silivrisi, dolarlarımı ve trajlarımı bana geri ver!
‘Ah ben nere gidem, ah başımın servetimin prensi yusufum Silivri kuyularına düştü.
‘Gönlümün trajı cüzdan bakışlım, hadi cimcikle beni, bu bir kabus değil, deyiver…
‘Hadi ne olur Mehdimiz gökteki odasından yeniden himmet himmet insin.
‘Yeniden diyalog diyalog hoşgörü hoşgörü metinlerarası metinlerarası konferanslar versem.
‘Ah nasıl kuşkulanmadım, şöhretimin hıyar gibi iki günde büyümesinden.
‘Ah sevgilim, insanlık yorgunu kara eriğim.
‘Ah, mahzun erik! İstanbul’a gelirken meyve kamyonlarından kasasından asfalta düşüp, cemaatin gizlice iç cebinde sakladığı kara kavruk ezgin eriğim.
‘Ama bazen adam olup bir işim olup para kazansaydım mı keşke diyorum söyle o zaman bu insanlığa romanları kim yazacaktı, söyle.
‘Hatırla Mevlana romanı için üç ay Mevlana gibi bağdaş kurup oturmuştum.
‘Ah sevgilim, ülkem insanlık demokrasiye açken yoksa bize ne deyip esrar mı çekseydik?
‘Ah dostum Fetö, bilmem nerden aklına düştü bilimkurguya bu merak, Kainat İmamı olmak neyine.
‘Ey dostum Fetö uzayyolu gibi dergiler çıkartmak neyineydi?
‘İnsan birkaç kere de Eski Yunan’a Olimpus’a uğrar, bizim de İngiliz dostlarımızın yüzüne bakacak halimiz olurdu.
‘Şimdi nasıl anlatsam senin mehdi zırvalarını bu Hrant katili örgüte üye kocalı hayatı?
‘Yoksa, diyorum, Mehdi, dünyaya indi de biz mi görmedik, mehdi sakın bir bakteri olmasın, dur bunları yazayım, mehdi o kadar küçük bir virüs ki kimse göremedi. O virüs zamanla büyüyecek ve 15 temmuz’u gerçekleştirecek. Virüs büyüyecek sen Silivri’de büyüyeceksin. Virüs dünyaya sığmayacak sen dünyaya sığmayacaksın.
‘Ah evet, Mehdi geldi görmedik, bunu yazmalıyım, yeni romanım: virüs mehdi…
‘Virüsler, trajlarım, takipçilerim, şöhretim büyüyecek virüsler Tanrı kadar büyüyecek. Hep birlikte ‘nur’ olup Londra’nın başından aşağı ışık ışık akacağız.
‘Ey ay taşı ey meteor tozu sevgilim, ey güneş yalamış kara deliğim, ey şöhretimin servetimin ateş suyu, ilaçlarımı getirmeyi unutma!
‘Ey takipçilerim görün görün işte ben buyum, Havva romanım yüz baskıyı geçti, ben dünyanın en güzel yazarıyım, siz de herkese söyleyin. Havva romanım yüz baskı yaptı, Havva romanı iki yüz baskıya ilerliyor, Havva romanı beş yüz baskı yaptı, Havva romanı Jüpiter’e uçtu…’
Nihat Genç
Odatv.com