Nihat Genç bugünkü köşe yazısında 'Trabzon tartışmasının altında hain bir plan var' başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Yazısına 'Tarih okumalarımda Trabzon her yerde önüme çıkar ve hüzünlenir ağlarım.' sözleriyle başlayan Genç, Trabzon ismiyle Pontus ismininin özdeşleştirmek istendiğinden bahsetti.
İşte Genç'in o yazısı;
Kut’ül Amare Savaşı, Laz çavuş şehit olmuş ve ölürken akan kanıyla düşman hattını çizip arkadaşlarına bilgi veriyor.
Çanakkale Savaşı, tarihin en büyük savaş gemileri gelmiş, akşam namazı kılıp horon oynuyorlar. Komutan gelip azarlıyor, karşınızda dünyanın en büyük orduları siz burada horon tepiyorsunuz. Laz çavuş, komutanım, evet düşman çok büyük ama korkmayın bizim yanımızda daha büyük Allah var.
Balkan Savaşı'nda dört ülkeye karşı savaşıyoruz ve ordumuz dağıldı ve düşman Büyükçekmece'ye kadar geldi. Trabzon'dan ihtiyat birliği yetişiyor, İstanbul'u korumaya alıyor. Kafkas cephesine askerler Trabzon Maçka'dan geçiyor, bugün hüzünlü türküsü hala dillerdedir: Oy Sarıkamış Dağları Yedin Maçkalıları.
Bugün Tirebolu 42 adında çay markası.
Binbaşı Hüseyin Avni'nin kurduğu 42. Alay, Sakarya Savaşı'na yetişiyor ve Hüseyin Avni en önde şehit oluyor. Ve İzmir'in kurtuluşu belgeselinde hükümet konağından Yunan bayrağını indirip Türk bayrağını asan komutan: Yüzbaşı Şerafettin, annesi Trabzon Maçkalı, bizim köylü. Ve hiç de tesadüf değil, FETÖ işgalinde Balyoz davasında içeri tıkılan komutanların nerdeyse üçte biri Trabzon doğumlu.
HAİNLERİN BU ALGI OYUNUNA GELENLER BU ZAVALLILARIN BU TOPRAKLARDA ÖMÜRLERİ KISADIR
Bir de çok kalıp tarihi bilgiler yanıltıyor, 1461'de Fatih 'sahile' kapanmış Pontus krallığını fethediyor, ama daha 1200'li yıllardan itibaren Selçuklular ve Karadeniz'in, Ordusu Perşembesi Giresun'u Rize'ye kadar dağları yaylaları Danişmend komutanlarıyla alınıyor, bu komutanların en ünlüsü Genç Ağa'dır, adı hala Karadeniz dağlarında aile ve sülale soy kütüklerindedir.
Fatih Trabzon'u aldığında şehir merkezinde bir yüzyıl 'rumca' konuşulduğu kesindir, ancak yüz yıl sonra Türkçe konuşulmaya başlanmıştır. Ticaret ve siyaset için şehrin merkezinde Rumca konuşulması doğaldır. Bir yüz yıl öncesine kadar hala Rumca konuşulan köyler olmasının sebebi işte büyük yanlış bilgi burada Rum varlığına değil fethin ilk yüzyılı Türkler'in dahi Rumca öğrenmesidir.
Ayrıca tarihi çalışmalar önümüze yepyeni gerçekler koymaktadır, mesela Pontus Rum deyip geçtiğimiz bu coğrafyanın kökeninde İskitler var. Öyle ki Malazgirt'ten sonra bu topraklara gelen Türk boyları çok önceden burayı yurt tutup siyasi benliğini kaybetmiş İskitler'in adetleri yemekleri gelenekleriyle tanışıp çok hızlı bir şekilde kaynaştılar. Ve tarihin ilk günlerinden beri Trabzon İpek Yolu kapısı olduğu için yüzlerce kavim gelip geçmiş yerleşmiş ve bu zengin harita izlerini hala tutuyor ve bu haritaya rengini tarih öncesinden beri göçlerle gelen Türk boyları vermiştir.
Yüzyıl önce Rus işgalinde Ermeni ve Rum çetelere gün doğdu, Trabzonlular şehirli köylüsüyle Samsun'a ve Sivas'a doğru muhacirliğe çıktı, Ermeni ve Rum çeteler Rus güçlerine güvenip köy köy katliamlara başladılar. Ermeni baskınıyla öldürülenler arasında dedem de vardır. Ayrıca Ruslar Trabzon'un tarihi eserlerini ve arkeolojisini yağmaladılar, kaldıkları kısa süre içinde maden ve hazinelerin peşine düştüler.
Of Çaykara, bir çok yerde Rus güçlerine karşı Çanakkale'den dönen asker takviyeleriyle çok sert direniş muharebeleri yaşandı. Yüzlerce yıl Müslüman Türk ahaliyle aynı köy içinde birlikte yaşayan Rum ve Ermeniler Ruslar'a güvenip büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar. Çünkü Rusya'da ihtilal olunca Ruslar çekildi ve Ermeni ve Rum çeteleri babasız kaldı. Ve bu topraklar Mustafa Kemal'in 1919'da Samsun'a çıkışıyla tarihlerin görmediği büyük bir kurtuluş savaşı yaşadı. Ermeni ve Rum çeteler Rus ve İngilizler'e güvenip ihanet etmelerinin cezasını ağır ödedi, binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan kaçmak zorunda kaldılar.
Hınçları ve siyasi hesapları budur, Pontus isimli hain çalışmalar derneklerin amacı da budur, Trabzon ismiyle Pontus ismini özdeşleştirmek. Ki, bugün birçok siyasetçi dahi bu hain algı oyununun kurbanı oluyor. Hainlerin bu algı oyununa gelenler bu zavallıların bu topraklarda ömürleri kısadır. Mahvolmaları yakındır. Çünkü Karadeniz ve Trabzon bu toprağın her sanayisinde her kurumunda her taşında capcanlı yaşayan çimentosu ruhu ateşten fırtınasıdır. Oyunları boşunadır. çünkü Karadeniz'in ateşli ruhunu dindirmek mümkün değildir. Abdülhamit'in o meşhur burnu neden büyüktür, çünkü dedesinin dedesi Kanuni Trabzon'da doğmuştur. Trabzonlular'ın burnu niye büyüktür, çünkü, beyinlerindeki harareti dindirmek için vantilatörün hızlı çalışması biyolojimiz üzerine bugün bir bilimsel bilgidir.
Sakın ola bu çok elektrikli yakan çakan şimşekli beynin neşesiyle oynamayın. Çünkü bu ateşli beyin çok yüksek gerilimlidir, aman ha! Bir Karadenizli'nin en büyük biyolojik derdi enerji fazlasıyla sıradan günlük hayata uyum sağlamakta güçlük çekmesidir. Akıllı olun, bu enerji fazlasına spor siyaset ve sanatta önünü açın, ödüllendirin. Çünkü bu büyük güç, Anadolu savunmasında her dönem en büyük siyasi ve askeri hazinemiz olmuştur. Üstümüzden hala atamadığımız bu mükemmel güç Allah'ın bu coğrafyaya lütfu nimetidir. Gelip geçici siyasetlere bakmayın, bu muazzam güç, Osmanlı'nın olduğu gibi Cumhuriyet'in de ordusu bekçisidir.
Bu yüksek enerji hattıyla oynayanlar alt üst olur, bu ateşle oynayanlar bir daha kendine gelemez. Bak yine düştük kor ateş sıla duyguları içine.
Ey, coşkusu cezalandırılan benim sevgili memleketim!
Evlatlarını elinde tutamayıp en uzak ülkelere fırlatan kendini durduramayan taşkın ölçüsüz ateşli insanların toprağı!
İçine kapalı tek bir çocuğu yoktur, her köyünden damarları patlarcasına koşa koşa gelir, bar bar bağırarak konuşur, delirmiş gibi horon oynar, tepelerden kopa kopa inen dereleri, tavada cızlayan hamsi, mıhlamada köpük köpük kabaran tereyağ, fındığım ladinim kara denizim bulutlarım dalgalarım, ağaçları kökünden söken dinmeyen fırtınaları, sabaha kadar söylenip bitmek bilmez türküleri, sislere boğulmuş dağlarını deprem gibi sallayan horoncular, sisli yamaçlarında koklisi, kayalarında midyesi, yaz kış dökmeyen karayemişi, kayalara dikilmiş ladin ormanları, kimsenin etkileyemediği sert kişilikli insanları, tarihler boyu Anadolu'nun kalesi, askeri, ateş içinde yanan delikanlıları, büyük gururum Trabzon!
Doğanın bol kese coştuğu bu toprakta ne rüzgar yeter onlara ne yağmur,ne deniz, gittikleri her yerde ateş fırtına olur ve ladinler gibi gittikleri yerin en tepesine bayrak gibi dikilir, gittikleri uzak denizleri kendileri gibi coşturur kudurturlar.
Ne yedirdin bilmem bir an için gözlerim kararıp dizlerimin bağı çözülmedi, hangi türküleri dinlettin bilmem kılıcı bir an elden bırakmadım, ne söyledin bilmem, kimse beni ezemedi yüzüme karşı yalan söyleyecek gücü kendinde bulamadı, hangi ninnileri söyledin bilmem coğrafyaların en güzeli manzaran gözlerimin önünden hiç gitmedi, terkibimi neyle kardın bilmem öfkeli iradem bedenimi hiç terk etmedi, neyle büyüttün bilmem taşkınlığım savaşların en cesuru ve hep silah altında.
Bu sabırsız çocuğu sana borçluyum bu bir türlü yatmayan dik dik kara saçları, bu başına hep bela çok sert kendine güveni, saksısına hayallerine hala rüyalarına sığmayan gençlik anıları, deliler gibi koş koş yetmiyor bacaklarıma yurdum, bu kor saçan kalemi sana borçluyum!
Yağmurların örste demir gibi döve döve büyüttü.
Ey memleketim, yenilmedik yıkılmadık, yine elde yok ayakta yok, ama, işte iki gün kaldı 1919'un yüzüncü yılına, ey cumhuriyet, ben seni sevdiğimi dünyalara bildirdim, artık sen de eğilmeyen gururunu kimseden saklama!'