Toplum, savaş, siyaset, bayram, kültür, vs. uygarlığın bütün büyük kurumları ateşin ve yazının icadından değil ‘oyun’dan çıktı. Düşünün ‘alet’ yapmayı öğrenmeden önce insanoğlu oyunu keşfetti.
Düşünün bir, yavru köpekler oynamayı ne kadar seviyor, bebekler dahi oyun ister.
İnsanlarla hayvanların ortak yanı ‘oyun’.
Oyunun rasyonel temeli yok, insan, oynamak istiyor, bu kadar, oyun, en ilkel güdülerimizle genetiğimizin en arkaik kodlarıyla ilgili.
Özgürlüğün yaşandığı yer, varoluş maceramızın, hayata dünyaya cevaplar vermeye başladığımız dünyayı dünyaları kurduğumuz ilk yer: oyun.
Çocuklar oyunda mesela anne olurken miş gibi, yapar, yani gerçek bir anne olmadıklarını bilirler. Ve miş gibiyi dahi kahramanca bir ciddiyetle yaparlar.
Oyun oynayan çocuk eşyaya dünyaya isimler takar roller verir ve eşyayla ve dünyayla boy ölçüşmeye meydan okumaya eğlenmeye rekabete kalkışır ve oyunu kutsal bir törene çevirir. Ve büyük soru, ‘oyun’u neden hayatın merkezine koyuveririz.
Kuralı ihlal eden oyunbozan ‘oyun’dan dışlanır.
İnsan olmanın ön koşulu, silahsız kavgasız şarkı söyleyip dans edebiliyor musunuz?
Siyaset yapabilmenin ön koşulu önce bir ‘oyun alanınız’ olacak! Başroller kimin olacak? Kim yarışacak? Kim caka satacak? Zafer kimin olacak! Kim milletini onurlandıracak! Kimin iradesi baskın çıkacak! Kimin bilgeliği zekası galip gelecek!
Hangi eşyaya hangi ismi takacak kimlere hangi rol verecek kimlerle dans edecek neleri değiştirecek neleri alaya alacak nelere meydan okuyacak kimlerle yarışacak kimlere karşı kendinizi övecek kendinize güveni tazeleyeceksiniz.
Kendi mahalle sahanız, halı sahanız, sahneniz, kortunuz, kulübünüz, partiniz, stadyumunuz, vs. yoksa, başkalarının oyununda seyircisiniz.
İnsan ve hayvanın en temel güdüsü ‘oyun’un orgazm yanı, sadece ‘goool’ sevincini düşünün ve oyuna ‘dalıp’ giden gündelik meşgaleyi ‘unutmanızı’ düşünün.
Oyun oynayan çocuk, yaratıldığı dünyada, bu sefer kendisi bir şeyler ‘yaratır’, bir yastığa anne der bir kavanozu baba yerine koyar, eşyaların düzenini kendi iradesiyle düzenler!
Oyun için önce ‘tecrit’ edilmiş bir ‘alan’a ihtiyacımız var, satranç için oyun tahtasına, top oynamak için futbol sahasına.
Ve ‘oyun’ neden bir ‘bayram’ havasında ve neden kazanılmış bir oyun zafer’dir, çünkü tehlikeli güçleri bastırmış kovmuş kendi gücünüzü iradenizi herkese kabul ettirip gurur ve onurunuzu dört bir yana ilan etmişsiniz, demektir, kültürlerin ve milletlerin varoluş tarihidir, bu.
Ve bir çocuk biriktirdiği kağıt kartları ya da gazoz kapaklarını neden altınları hazineleri gibi görüp ‘caka’ satar, sahip olmak, başarmak ve kendimizle övünmek, hem cesaret hem bilgelik ister.
Arkadaşlarınızla bir oyun’da parlak bir zafer hem kendinize hem ait olduğunuz topluma neden en büyük armağandır? Sizi arkadaşlarınızla toplumunuzla aynı heyecanlar duygular aynı simgeler ve törenler içinde kutsallaştırıp kaynaştırır.
Uygarlığımıza yapılan en köklü eleştiri, insanlığın bütün oyun alanlarına (uluslararası) şirketler saldırmaya başladı.
Şirketler bütün oyun alanlarımızı ele geçirdi, medyayı, siyaseti, futbolu, sanatı.
Kuralları kendileri koyuyor. Markalarıyla övünüyorlar ve kendi oyunları için hile göz boyama kandırma kumpas ve komplo hatta cinayet ve iç savaştan ve doğayı katletmekten hiç çekinmiyorlar.
İnsanlığın oyun alanlarına vahşi saldırısı kapitalizmle Borsa’da başladı, özeti, parayı veren düdüğü çaldı.
Öyle bir saldırı ki tek bir şairiniz kalmadı, tek bir kendine güven duyan sanatçınız, tek bir ben oyun arkadaşlarıma (ülkeme) güveniyorum diyen siyasetçiniz kalmadı, sahilleriniz yaylalarınız madenleriniz tarlalarınız kalmadı.
Genç sinemacı ve genç müzisyen ve genç şair arkadaşlar ve genç siyasetçilerle yaşadığımız kahrolası gençlik yıllarını hatırlıyorum, festival jürileriyle neler çektiklerini, partilerden nasıl dışlandıklarını?
Bir türlü ‘oyun’a giremeyen kovulan elenen bir neslin hayal kırıklıkları!
Oyun yoksa insan yoktur, çünkü oyun, varoluşun, birlikteliğin, başkalarıyla yaşamanın, yarışmanın, başarmanın, ortaklaşmanın vs. insanlığın ortak neşesi. Oyun, ruhumuzu ve dünyamızı ve sokaklarımızı havalandırır.
Şirketlere bakın futbolu sanatı siyaseti artık kendi başlarına onlar oynuyor. Bizler sadece ‘seyirciyiz’, özne değil, nesneleriyiz. Yani köleleriyiz. Çünkü oyun’a dahil değiliz. Çünkü, bizi sevmiyorlar bizi önemsemiyorlar. Bizi adam yerine insan yerine halk ülke toplum ve toplamı iradesi kişiliği olan bir millet yerine hiç koymuyorlar.
Şirketlerin kurduğu oyunu birlikte kardeşçe oynamıyoruz, onlar oyun’u kurar, biz sadece ağzımızın suyu akarak yutkunarak seyrederiz.
İşte mesela, Habertürk TV (şirketlerin) ekranı, oyuncuları Nagehan Alçı, Didem Arslan, Babacan, Davutoğlu, İmamoğlu, bir yeni oyun daha kuruyorlar!
Eskisinin aynısı bir oyun! Borsa’da kurulmuş bir oyun. Yeni oyuncular pey sürmeye başladılar, Babacan, İmamoğlu, vs. hepsi ülkeye sıcak parayı kendilerinin getireceğini, AB’ye girebileceklerini söylüyorlar.
Bize de bir daha yine şans oyunları kalıyor, at yarışı, piyango. Şans oyunlarının zihne ve bedene ve iradenize hiçbir katkısı yoktur, çünkü yazı da gelse hayatınızda değişen bir şey olmayacak tura da gelse.
Şirketlerin ekranları, eski zaman paşaları aristokratları şövalyeleri gibi, şan ve şeref hep onlarda, payitaht krallık taç saray hep onların özel mülkü. Ya da oyun’u hep aynı ‘soydan’ (sıcak paradan) gelenler kuruyor.
Ve yeniden kurulan bu eskisinin aynısı oyun’la üçdört seneye kalmaz yepyeni bir iktidar değişiminin güya yine arifesindeyiz.
Kırılmış gururumuzun intikamını ülkemizin halkımızın bunca yıl ağır kayıplarını hepimiz adına ya Babacan ya İmamoğlu alacak!
Ve bunca direnişin bunca eziyetin bunca kahra cehalete katlanışımızın emekleri bir daha yine mi çarçur edilecek!
Devran eskisi gibi dönecek, değirmen eşeği yine biz olacağız!
Aynı değirmen etrafında bir onbeş yıl daha boşuna döneceğiz.
Anarşist bir slogan: Hep aynı politikacılar geliyorsa oy vermenin anlamı ne?
Şüphesiz insanları zorlayarak baskılayarak özgür yapamazsınız. Ancak, oyun’a renk cümbüş göz boyama anlaşmalı kavga itişme bağırma çağırma ağdalı takdim tanıtım vs. katarak seyircileri taraf tutmaya, ekran ve iletişim otoritesinin marifetleriyle oyun’a dahil edebilirsiniz!
Bu yoğun propaganda sonucu, ekran başında kafanızın tam almadığı kişiliklerini geçmişlerini tam bilmediğiniz şaibeli adamların bir süre sonra ‘adam’ı, yani ya destekleyeni ya karşı çıkanı olursunuz.
Oyun’un sizin oyununuz olmadığını, sizin ekmeğinizi çocuklarınızı ülkenizi bir daha soymak için yeni bir dümen olduğunu anlayana kadar, bakmışsınız oyun bitmiş. Sandıklar açılır, ejder suyu sevenler gider kaz partisi sevenler gelir. Ve yeni dümenintezgahın kahramanları başınızın ülkenizin ‘tac’ı oluverir.
Ancak kendi ‘oyun’unu kendileri kuran insanlar hayal güçlerinin önlerini açarak kendileri benzeri insanlarla konuşarak yarışarak tanışarak ortaya bir irade koyarak başka tür bir ‘iklim’ yaratabilir!
Şimdi, bugün itibariyle, yeni bir dümen (oyun) yola çıkmışken, muhalefetin (hadi ihanet demeyelim) en büyük gafleti, daha oyun başlamadan ‘oyun’ alanlarını yabancı şirketlere (güçlere) kaptırmış olması.
Aydınlık Gazetesi bile kendi oyun kuramayıp oyun’u saraya yanaşarak kurmaya başladı, peki, Sözcü, Halk TV, Cumhuriyet, ODA TV, oyun’u kimlerle oynamaya başladı?
Özgür ya da aydınlık dediğimiz kafalar oyun’u çoktandır AB’ye girelim ya da İngiliz finans çevrelerinin adamlarıyla kurmaya başladı. Ve pek zahmetle inşa ettikleri oyun alanlarını batılı şirketlerin kahramanlarına tahsis etmeye başladılar.
O yüksek düşünceli pek çalımlı aydınlar başkalarının kurduğu oyunların kahramanlarına çoktan kavuşup, dünya borsasının liberal piyasasının oyuncağı adamlarla nurlanıp rahata kavuştular, artık, bu yüzden sorgulamayı bıraktılar.
Muhalefetin ilk kaybı oyun alanlarını kaybetmesi, ikinci büyük ihaneti, oyun’u, kişileştirdi. Şöyle, kurduğu oyun, Ekmeleddin, Kılıçdaroğlu, İnce, İmamoğlu, vs. gibi isimler üzerinden oynuyor.
Kişileştirmekle yetinmedi, kişileri mitleştirdi (yüceltti, kutsadı, destanlaştırdı). Oysa bir kişiyi mitleştirmek için büyük yayın organlarına ihtiyacınız vardır. Büyük şirketlerin büyük ekranları, iktidarla aynı oyunu oynamayanları ekranlarına çıkartmaz. İşte İmamoğlu ve Babacan, ayrı ayrı partideler ama aynı şeyleri aynı ekranlardan müjdeliyorlar?
Yani, yabancı yatırımcıyı biz getiririz, AB’ye biz gireriz, vs. diyorlar, Özal da aynı şeyleri söylüyordu, AKP de bu sloganlarla iktidara gelmişti.
Oysa kurulu bu tezgah oyun’a itirazı olanlar, biz şu şu sektörlerde şu programla geliyoruz diyebilmeli, şu kooperatifler, şu teşvikler, şu vergi indirimleri, şu sağlık politikası, bu eğitim anlayışıyla yola çıkıyoruz, diye kendi ‘oyun’unu ilan edebilmeli.
KAZ HİKAYESİNİN ANLATTIKLARI
Kılıçdaroğlu’na kadar CHP’nin hep bir programı hep bir kendi oyun’u vardı. Kılıçdaroğlu partiye sadece ‘sağcılar’ı çekmedi, partinin geleceğini ‘kişilere’ bağlayarak partiyi düpedüz sağcılaştırdı, artık o gün bugün muhalefet kişilerden (kahramanlardan) medet umuyor.
İtalya’da Almanya’da haberlerden duyuyorsunuz, koalisyon görüşmeleri bazen iki ay bazen bir yıl sürüyor, neden, koalisyona katılan partiler ‘programlarını’ dayatıyor!
CHP tarihinde ilk defa kişiler Kılıçdaroğlu sayesinde programın önüne geçti, artık programları değil kahramanların kitaplarını yazıyor konuşuyoruz.
İktidarın da CHP’nin de tek bir programı var, sıcak parayı çekmek, AB’ye girmek, NATO’yla bir şekilde anlaşmak.
Tek programları IMF programında hepsi bir şekilde anlaşıyor, olsun, seçim günü bir cümbüş havası estirilir, demokrasi barış sloganları göklere yükselir, sanki bir şey değişecekmiş gibi. Seçimler yani sandıklar bu oyun alanına dahildir. Uluslararası finans merkezleri hokkabazlıkla yeni kuklalarıyla sandıkları yani oylarınızı elinizden almayı yine başarır. Anadolu’nun ünlü deyimiyle, ha Hasan kel, ha Kel Hasan, sandıktan zaferle çıkar. Bu oyun’u Sözcü Gazetesi yazarı Deniz Zeyrek ne güzel ifşa edip özetliyor: Biz bu kazı geçen sene Binali Yıldırım’la yedik şimdi İmamoğlu’yla yiyoruz.
Uluslararası şirketlerin bir kurmacası bu oyun ülkemize kurulan bitmeyen hikaye gibi bitmeyen tuzak’tır.
Bu oyun içinde hiç kimse kendini gerçekleştiremez. Hayatın hiçbir sorusuna cevap veremez. İradesini cesaretini imkanlarını sınama şansı bulamaz. Bu kurmaca oyun, çok basittir, ekmeğinizi iradenizi yaylalarınızı ruhunuzu kimliğinizi, uluslararası finans ve AB ve NATO elinizden alıverir.
Ve yine karamsarlık umutsuzluk ruhunuzun denizinde bok gibi üste çıkar, pis kokular burnunuzun dibine dayanır.
Üzülmekte haklısınız ve ama hayatınıza ve siyasete büyük derin parçalayıcı sorular neden sormuyorsunuz, Cumhuriyet, ODA TV, Halk TV, Sözcü, oyun’u neden uluslararası finansın köpekleriyle kuranların yanında içinde yer alıyor?
Şundan, kendi oyun kuracak güçleri yok, yani, aydın iradeleri çürüyüp ezilip yok oldu ve kahraman siyasetine topluca beyaz bayrak kaldırıp teslim oldular.
Yani muhalefetin bir tarihi seçim arifesinde yine oyun alanı daraldı.
Milli yerli dediğimiz yazar ve siyasetçiler büyük uluslararası oyun kurucuların oyunlarına üstelik kahraman pozlarıyla koştular, henüz yirmi yaşımdayken bir yılda ikiyüz daire sattım diyen adama teslim oldular, kendi milli direniş ve programları, devrimcilikleri, tuzla buz oldu.
Oysa bize düşen, ayağımızı basacak çürük olmayan bir tahta, dereyi geçerken üstü yosun tutmamış bir taş bulup, gücümüz irademiz neyse, kendi oyun’umuzu kurabilmek. Yani kardeşlerim uzun bir iktidar karşısında paniğe kapılmayı iradelerini satmak için fırsat bilip sıraya girmiş bu aydın güruhunu iyi tanıyalım.
Bakın, AKP’nin açılım yıllarına, halkımız açılım’a karşı büyük bir karşı irade gösterdi ve AKP açılım’ı yarıda bırakıp geri döndü. Aynı şekilde yolumuza karınca kararınca taviz vermeden devam etmeliyiz, ülkeyi uçurumun kıyısına götürmekle kararlı sıra yeni açılımcılara geldiğinde, yine açılım’ın ve ihanet projelerinin karşısında durabilecek aman vermeyen uyanık bir kitlemiz olabilmesi için bu sütunlarda daha çok kendi dairemiz içinde top sektirebilmeliyiz. Büyük ve değişmez programımız cumhuriyet’ten asla zırnık geri adım atmamalıyız.
Kardeşlerim, daireden öndeki daireye tek ayak zıplayarak tek ayak üstü oynanan bu seksek (taş kaydırtma) oyunu gittikçe zorlaşıyor.
Bazıları dengede duramıyor. Bazılarının hevesi kırılıp iki ayak üstü basıp oyundan çıkıyor. Bazıları cıvızlık (oyunbozan) yapıp oyuncuyu düşmesi için itiyor. Bazıları hala her şey güzel olacak diye göz boyuyor cinlik yapıyor.
Bu umutsuzluk içinde bize düşen tek görev, kendi çizdiğimiz daire içinde, önümüze koyduğumuz kendi kaydırak taşımızla seke seke bağımsız dairemizden herkesin hukuk önünde eşit olduğu cumhuriyet dairesine emin adımlarla yürüyebilmek.
Uluslararası finans şirketlerini borsaları uluslararası şirketlerin ekranlarını adamlarını takmadan dinlemeden, kendi oyunumuzu oynayabilmek.
Kendi kaydırak taşımızı, sektire sektire, irademizi cesaretimizi güzelliğimizi arkadaşlığımızı vatanseverliğimizi ülkemizin bölünmez bütünlüğünü herkesin hukuk önünde eşitliğini başkalarının oyunlarına inanmadan aldanmadan tuzaklarına düşmeden, bir ileri daireye yeni neslin önüne sürerek, hep birlikte neşemizi bozmadan oynayabilmek.
Anarşizmin Tarihi kitabının özeti tek cümle, ‘sürekli sorgulayarak ilerleme’. Yani kim gelirse gelsin sorgulayacaksın.
Ne büyük mağlubiyet ne hazin bir sonuç, oyun alanlarını Tayyip’e Babacan’a ya da İmamoğlu’na kaptıranların sorgulama gücü kalmadı.
Kardeşlerim, eskisi ve yenisi beklenen iktidar, zaten ‘sorgulanamaz’ oluşlarıyla birbirinin aynısı. Aynı güçlerin yaylalarınıza sahillerinize tarlalarınıza madenlerinize göz koyanların aynı oyunları.
Ülkemizin bu kader kavgasında binbir emekle ve asırlık çaba ve süreçlerle kazanılmış oyun alanlarımızı güya özgür kafalı aydınlarımız nasıl ve kime kaptırdığını hala sorgulamaya cesaret edemiyor! Niçin teslim oldular ve neden dağıldılar, tek soru soracak güçleriiradeleri yok, çünkü çok zamandır başkalarının oyununa dahil oldular.
Evet İstiklal Savaşı’nda insanüstü gayretler ve çok zorluklar çekildi, ama bir düşünün, devrim yıllarını. Atatürk ve arkadaşları, hilafetin kaldırılması, harf devrimi, vs. her alanda ne kadar özgürdüler!
Bu özgürlükleri nereden geliyordu, çünkü, uluslararası şirketler oyun alanlarını henüz ele geçirmemişti. Ve ‘oyun alanları’ topraklarımız ve derin tarihi kadar engindi.
Çünkü o yılların iktidarı kendi topraklarının öz sahibi ve fatihiydi, devrimden devrime büyük oyunlar kurdular.
Bugün ise kendi topraklarının sahibi değilsin. Ekranların sahibi değilsin. Partilerin sahibi kendi yazdığın gazetenin asıl sahibi sen hiç değilsin. Buğdayı dahi şuraya değil buraya ekeyim dersen, uluslararası kırk tane şirketi karşısında bulursun!
Uluslararası şirketler neyi nereye dikeceğini iyi bilenleri iktidara taşır, ve yardımcılıklarına da sömürge komiserlerini atar.
Ve hepsini bizim dilimizi konuşan hokkabazlarıyla tıpış tıpış yaptırırlar ve daha oyun başlamadan kendi hokkabazlarını kahraman ilan ederler!
Kardeşlerim bu acı fotoğrafla umutsuzluğa kapılmayın. Siyaset bilimi sosyoloji okuduk. Hiç kimse kendinin dahil oynamadığı bir oyun’a saygı duymaz. Hiç bir halk kendini dışarıda bırakan bu tezgah dümen oyunları kabullenmez.
Halkın heyecanlarının kardeşliğinin coşkusunun karışmadığı hiç bir oyun’u hiç bir millet benimseyip kalbine almaz.
Önce kendi toprağınıza kendi bileğinize kendi zekanıza kendi oyununuza inanacaksınız.
Hiç kimse sahip olduğumuz topraklarda halkımızı ve bizi dışlayamaz, bu şirketlerin dümenlerin hiçbiri Türk Milleti’yle boy ölçüşemez.
Milletimizin gücüne inandığımız için haykırıyoruz, senin, benim, bizim, bu dışarıdan kurulan oyun’u oyuncuları dışlayacak gücümüz vardır!
Üstüne basıp üstünde bir daha yükseleceğimiz eşsiz insanlarımız arkadaşlarımız hazinelerimiz deneyimli idealist kardeşlerimiz imkanlarımız tarihimiz kültürümüz vardır!
İktidarın 17 yılında ülkemiz karanlık kumpaslar komplolar içinde kaç defa kayboldu? Kaç defa beyin ölümü gerçekleşti? Test edildik. Ama gördük işte.
Önümüze çıkabilecek yeni fırtınalarda bir daha ülkemizi kaybetmeyecek çok deneyimli bir aydın kadromuz yetişti geldi ve mevzilerini aldılar.
Artık kuru sloganlara kanmayacak başkalarının kahramanlarını palyaço yapacak mutlu yelkenlerimiz, güçlü şairlerimiz, köpüre köpüre konuşan sorgulayan yazarlarımız ve eşsiz bir intikam duygusunu dizginleyemeyen soylu bir gençliğimiz vardır!
veryansıntv