Osmanlı’da vatanı beklemek ve savunmak yoksulların, onun nimetlerinden yararlanmak zenginlerin işiydi. Kurtuluş savaşında en büyük pay köylülerindi. 1 Mart 1922’de Mustafa Kemal Paşa, “Köylü milletin efendisidir” sözünü tam da bunun için, bir minnet ifadesi olarak söylemiştir.

Bedelli askerlik o zaman da vardı. Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan kısa bir süre sonra 1920 yazında bir kısım mebuslar buna isyan ettiler. 2 Eylül 1920’de, Yunanlıların Batı Anadolu’da işgallerini genişlettikleri, Meclis’e karşı patlak veren ayaklanmalardan biri bastırılmadan diğerinin baş gösterdiği, Güneydoğu kentlerimizde işgalcilere karşı şehir halkının canını dişine takarak direndiği günlerde, Meclis’te bir kanın tasarısı görüşülmeye başlandı. Tasarıya göre yaşıtları silâhaltında olan gayrimüslimler gibi İslamlardan da seferberlik süresince ilk altı ay içinde 200 lira, bir tüfek ve 100 fişek verenler askerlik yapmayacaklardı. Daha sonraki altı ay içinde 200 lira daha alınacaktı,

Milletvekili maaşları 100 liraydı. Bunun 30 lirası da cephe için kesiliyordu. Eğer alabiliyorsa bir memurun ortalama aylığı 15–30 lira arasında değişiyordu.

“ZENGİNLER YAŞASIN, FAKİRLER GEBERSİN!”

Hükümetin yarı resmî yayın organı olan ve baş yazılarını Mustafa Kemal Paşa’nın yazdığı bilinen gazete Hâkimiyeti Milliye’nin baş yazısında, bedelli askerlik için 27 Ekim 1920 tarihli sayısında şöyle yazdı:

“Paralı bedel kanunu çıkarmak, zenginler yaşasın, fakirler gebersin demektir. Herkesin görevi cepheye gitmektir.”

Tasarıya karşı olan mebuslar, 1 Kasım 1920 günü konunun kaldığı yerden görüşülmeye devam edilmesini, maddelere geçilmesini engellediler. Tasarıya ret ve kabul oyu verenlerin sayısı birbirine yakındı. 63 mebus bedelliyi uygun görüyor, 51’i reddediyordu. Halk Zümresi’ne mensup bazı mebuslar, sonuca kızıp Meclis genel kurulunu terk ettiler. Sonra görüşmelerin devam etmesini engellemek için içeriye girip sıra kapaklarını vurmaya ve gürültü yapmaya başladılar.