Teşbihte hata olmazmış. Bataklığı kurutmadan üzerindeki çamuru almaya çalışmak bize ne sağlar? Daha önemlisi bataklığı kurutma fırsatı varken “çamur toplama” siyasetinin propagandasını yapmak ve kitleleri peşinden sürüklemeye kalkmanın faydası nedir?
Son dönemde Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ aracılığıyla yürüyen bir mülteci milliyetçiliği(!) kampanyasına şahit oluyoruz. Türkiye’de yaşayan insanları birbirlerine karşı kışkırtıp ABD’nin Rand Corporation raporunda ve Biden’ın kendi ağzıyla defalarca ilan ettiği “Türkiye’yi kaosa sürme” planına hizmet ediyor bu kampanya. Mülteci sorununun ana sorunun sonucu olduğunu değil, mültecilerin kendisinin asıl sorun olduğuna dair kitlelere yön vermeye çalışıyor.
Türkçülüğün fikir babalarından olan ve Türk Tarih Kurumu’nun ilk başkanı Yusuf Akçura milliyetçiliği, yani Türkçülüğü ikiye ayırıyor: “Demokratik Türkçüler” ve “Emperyalist Türkçüler.” Şöyle açıklar ikisi arasındaki farkı:
“Demokratik milliyetçilik hakka dayalı ve sırf savunma amaçlıdır; gasp edilen hakkı almaya, gasp edilmek istenilen hakkı müdafaaya çalışır. Emperyalist amaçlı milliyetçilik ise saldırı amaçlıdır, diğerlerinin hukukuna tecavüzü bile caiz görerek kendi milliyetini takviyeye çalışır. Saldırı amaçlı milliyetçilik dünyada henüz bitmiş değildir.”
Hitler de Atatürk de kendisini milliyetçi olarak tanımlar, peki ikisinin milliyetçiliği aynı mıdır? Devleti ortadan kaldırmak, milleti etnik gruplara bölmek isteyen neoliberal Atlantik’e göre ikisinin milliyetçiliği aynıdır ve milliyetçilik kötüdür.
Halbuki Hitler’in milliyetçiliği bütün bir Alman milletini Yahudilerin topyekün kötü olduğuna inandırmış ve Almanya’nın yaşadığı sorunları Yahudilerin varlığına bağlamıştır. Sonucunda bütün insanlığın gözü önünde milyonlarca insan yakılmıştır.
Atatürk’ün milliyetçiliği ise mazlum milletlerin tarihteki ilk Kurtuluş Savaşı’nı vermiş ve bütün Doğu’yu ayağa kaldırmıştır.
Milliyetçiliğin, milletin önüne konan hedeflerden bağımsız olmadığını söylüyorsak bugün Türk milletinin önündeki hedefi doğru tespit etmek durumundayız. Türk milletinin geleceğinde görünen iki ihtimal vardır:
1 Atlantik sistemine bağlı kalarak Türkiye’yi böldürmek ve borç batağında sürüklenmek.
2 Yükselen Avrasya’nın ön cephesinde yeni kurulan uygarlığın başına geçmek.
Bu seçeneklerden ilki Türk milletinin ölümü, ikincisi ise istiklalidir. Yani Türkiye bugün de “Ya İstiklal Ya Ölüm” şartlarındadır. Büyük Türk milleti ölmeyi seçmeyeceğine ve tarih boyunca da seçmediğine göre önümüzdeki mümkün olan tek seçenek ikincisidir. Dolayısıyla Türkiye’deki ve hatta dünyadaki bütün cepheleşmeleri Türkiye’nin Avrasya’nın öncü kuvveti olmasına engel olan ve destekleyenler olarak ele almalıyız. O halde soralım: Aşağıdaki haritadan bakmayan bir milliyetçilik olur mu?
Sorumuzun cevabını yukarıda verdik. Ekteki haritadan bakmayan bir milliyetçilik tabii ki olur ve bu emperyalist milliyetçiliktir. Yanlış anlaşılmasın, sadece Türklerin emperyalist olmasını savunan bir milliyetçilik değil, Türklerin emperyalizme kukla olmasını savunan bir milliyetçilik. Çünkü emperyalizm yapısı gereği tekelleşmecidir ve bugün hegemonyacılık halini almıştır. Dolayısıyla bugün emperyalizmin her türlüsü ABD ile bütünleşmektedir ve Türkiye’nin Atlantik’te boğulmasına hizmet eder.
Atatürk milliyetçileri ise Türkiye’nin gerçek sorunlarını görebilir ve çözüme kavuşturabilir. Türkiye’nin, Suriye’nin, Irak’ın, İran’ın, Rusya’nın ve Azerbaycan’ın ABD tarafından kuşatılmaya çalışıldığını, bu ülkelerin asıl düşmanlarının aynı olduğunu ve dolayısıyla mücadele zeminlerinin de ortak olduğunu kavrayabilir. Bu haritaya ABD tarafından bakanlar ise asıl sorunun “ABD sorunu” olduğunu değil, “mülteci sorunu” olduğunu söyleyecektir sizlere.
Ümit Özdağ’ın başını çektiği gruba sorsanız “Mültecilerin her biri keyfi olarak Türkiye’ye gelmiştir ve hepsi sapıktır, kadınlarımızı taciz etmektedir. Bundan kurtulmanın tek yolu ise derhal bu insanları toplayıp ülkelerine göndermektir.” Peki bu insanları, ABD’yi bu topraklardan göndermeden topyekün bir şekilde ülkelerine göndermek ABD kucağına itmek değil de nedir?
Mülteciler (adı üzerinde) bir gün evlerine döneceklerdir ve bu en kısa sürede olacaktır. Evlerine dönmelerinin yolu ise bölgedeki ABD’yi def etmektir. Türkiye’nin bu noktada yapması gereken derhal Suriye Devlet Başkanı sayın Beşar Esad’la masaya oturarak ABD’ye karşı işbirliği kararı alması ve ABD’ye karşı ortak mücadeleye girişmesidir. ABD propagandalarıyla kendi devletine küstürülmüş olan mülteci kardeşlerimiz de bu bağlamda ABD’ye karşı mücadelenin ön saflarında yer alacaklardır. Meseleyi bu yönüyle ele alan ve ABD’nin kaos planlarına alet olmadan bu sorunu halledebilecek tek parti ise Vatan Partisi’dir.
Biz Türkler tarih boyunca imparatorluklar kurmuş ve çok sayıda halkı, milleti bir arada yaşatmayı başarabilmişiz. Bu sebeple bizim topraklarımız ırkçılığın beslenip büyüyebileceği topraklar değildir. Ayrıca binlerce yıllık devlet geleneğinin bir diğer olumlu katkısı da milletimizin sorunlara karşı birleşebilme yeteneğidir. Bu sebeple çok kısa sürelerde Irak, Suriye, Libya halklarını birbirine kırdırarak iç savaş çıkartan ABD ve piyonları bizim topraklarımızda yenilmektedir ve hapishanelerdedir.
Kendi elemanları hapishanelerde olan ABD, kendisine yeni yöntemler aramaktadır ve milletimizi yapay gündemlerle birbirine düşürmeye çalışmaktadır. Zafer Partisi ve Ümit Özdağ’ın mülteci karşıtlığı tam burada kendisine zemin bulmaktadır ve ABD’nin aparatı konumundadır.