Türkiye, etrafındaki hemen her devletle dostluk ilişkileri kurmayı ve tahkim talebini gerçekleştirme konusunda başta Sovyetler Birliği olmak üzere önemli destekçiler edinmeyi başarmıştı. Boğazlar meselesiyle ilgili resmî süreci başlatmak için tüm şartlar uygun gibi görünüyordu

DOÇ. DR. MURAT BURGAÇ / ANADOLU ÜNİVERSİTESİ TARİH BÖLÜMÜ ÖĞRETİM ÜYESİ

Türk Boğazlarının bugünkü hukukî statüsü ve geçiş rejimi Türkiye'nin talebi doğrultusunda 1936 yılında Montrö'de toplanan uluslararası bir konferansla saptanmıştır. Montrö Boğazlar Konferansı olarak bilinen bu konferansa Türkiye'nin yanı sıra Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin sekiz imzacı devleti (İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği, Japonya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya) katılmıştır. 20 Temmuz 1936'da imzalanan ve sonradan İtalya'nın da katıldığı Montrö Boğazlar Sözleşmesi, taraf devletlerden hiçbiri bugüne kadar feshini talep etmediği için hâlâ geçerliliğini sürdürmektedir.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye'nin Boğazlar konusunda Lozan'da kabul etmek zorunda kaldığı tüm kısıtlayıcı hükümleri ortadan kaldırması ve Boğazlarda yeniden egemen devlet olmasını sağlaması bakımından Cumhuriyet tarihimizde son derece müstesna bir yere sahiptir. Zaten bu özelliğinden ötürü de üzerinde çokça kalem oynatılmış, pek çok çalışmaya konu olmuştur. Fakat unutulmamalıdır ki sözleşme bir sonuçtur ve her başarılı sonuçta olduğu gibi bu sonuca ulaşılmasının arkasında da uzun soluklu bir mücadele yatmaktadır. Bu mücadelenin son durağıysa Montrö Konferansı'dır. Buna rağmen bugüne kadar yapılmış olan çalışmalarda konferansın toplanabilmesini ve konferanstan zaferle çıkılabilmesini sağlayan bu mücadeleye yeteri kadar yer verilmemiştir. Hal böyle olunca Montrö Sözleşmesi'nin imzalanmasıyla ilgili sanki "olması gereken olmuş", "kaçınılmaz olan gerçekleşmiş" gibi bir algı oluşmuştur. Konunun "Türkiye Boğazlar konusunda Lozan'da elde edemediği birtakım haklara Montrö Sözleşmesi'yle kavuşmuştur" şeklinde, temelde doğru, fakat olayın büyüklüğünü kavramaya engel bir yüzeysellikle geçiştirilmesi yukarıda bahsettiğimiz algıyı pekiştiren bir durum yaratmıştır.

Oysaki büyük devletler arasında tarih kadar eski, başat bir çatışmanın merkezinde yer alan, uğruna savaşlar yapılan, kanlar dökülen bir bölge üzerinde mutlak egemenlik hakkını elde edebilmek ve geçiş rejimini kendi çıkarlarına uygun bir biçimde belirleyebilmek, kelimenin tam anlamıyla bir diplomasi savaşı vermeyi gerektirmiştir. Tam da bu sebeple Türk basını son derece yerinde bir tanımlamayla konferansı "Montrö Meydan Muharebesi" olarak nitelendirmiştir.(1) Gerçekten de Montrö Konferansı bir meydan muharebesi görünümündedir; tek farkla ki bu muharebede askerler değil, diplomatlar savaşmıştır. Her ne kadar Türklerin "masa başı" savaşlarını genellikle kaybettiğine dair yaygın bir kanı mevcutsa da genç Türkiye Cumhuriyeti bu kanıyı Lozan'dan sonra bir kez daha yıkmayı ve Montrö'deki savaştan zaferle çıkmayı başarmıştır. Montrö Sözleşmesi bu zaferin deyim yerindeyse "ganimetidir" ve okuyacağınız yazı dizisinin öncelikli hedefi de bu ganimete ulaşılmasını sağlayan savaşın hikâyesini mümkün olduğunca eksiksiz bir biçimde anlatabilmektir. Bu nedenle de projektörümüz sözleşmeden ziyade konferansa dönük olacaktır.

Yazı dizisi boyunca kullanılacak bilgi ve belgelerin tamamı, Kaynak Yayınlarından çıkan ve "Montrö Meydan Muharebesi: Bir Diplomasi Savaşı" ismini taşıyan kitabımızdan derlenmiştir.(2)

ŞARTLAR UYGUNDU ADIM ATILDI

Türk diplomasisi ve onların arkasındaki idareciler Atatürk ve İnönü dünya siyasetinde meydana gelen değişimlerin yarattığı uygun şartları, Boğazları tahkim talebi için fırsata çevirmeyi bilmiş ve 1933 yılında ilk defa gündeme getirilen tahkim talebi, 1936'ya kadar geçen süreç içinde artık neredeyse geriye dönülemez bir yola girmişti. Bunda elbette ki Türkiye'nin, Cumhuriyetin ilanından bu yana sürdürdüğü modernleşme hamlesi sayesinde, deyim yerindeyse, kabuk değiştirmiş ve bölgesinde etkili bir devlet haline gelmiş olmasının da etkisi büyüktü. Üstelik Türkiye, izlediği barışçı dış politika sayesinde etrafındaki hemen her devletle dostluk ilişkileri kurmayı ve tahkim talebini gerçekleştirme konusunda başta Sovyetler Birliği olmak üzere önemli destekçiler edinmeyi de başarmıştı. Özetle Boğazlar meselesiyle ilgili resmî süreci başlatmak için tüm şartlar uygun gibi görünüyordu.(3)

Türk Dışişleri, 10 Nisan 1936'da, Lozan Boğazlar Sözleşmesi'ni imzalayan devletlere Boğazlar meselesini görüşmek istediğine dair bir nota göndererek resmî süreci başlattı.(4)

CBA, Ebis No: 1013314, Ek No: 14, Tarih: 24 Haziran 1936

TÜRK NOTASINA VERİLEN CEVAPLAR

Türk notasının ilgili devletlere resmen tebliğ edilmesi sonrası gergin bir bekleyiş süreci başladı. Bu bekleyiş, İngilizlerin 16 Nisan 1936'da Türkiye'nin Londra Büyükelçisi Fethi Okyar'a verdikleri cevabî notaya kadar da devam etti. Cevabî notada, İngiliz Hükümeti'nin Türkiye'nin Boğazlar meselesini görüşme talebini haklı bulduğu ve sorunu bütün ilgililerin katılacağı şekilde, uygun bir tarihte görüşmeye hazır olduğu açıklanıyordu. Ancak toplanacak olan konferansta yapılacak olan görüşmelerin yalnızca Boğazların tahkimi meselesiyle ilgili olması gerektiğinin altı da özenle çizilmişti.(5) Böylece İngiltere, savaş gemilerinin geçiş rejimi ve Boğazlar Komisyonu meselelerinin gündeme getirilmesine karşı olduğunu daha en baştan deklare ediyordu. İngiliz notası alındıktan yalnızca birkaç saat sonra, Sovyetler Birliği'nin Türk notasına resmî cevabı da Türkiye'nin Moskova Büyükelçisi Zekai Apaydın'a tebliğ edildi. Ruslar elbette ki tam da beklendiği gibi yeni bir konferans toplanması fikrini hararetle destekliyorlardı. Bu iki büyük devletin cevabını diğerleri izledi. Böylece Boğazlar meselesini görüşmek üzere yeni bir konferans toplanmasının önünde hiçbir engel kalmadı.

CBA, Ebis No: 1013314, Ek No: 43, Tarih: 4/5 Temmuz 1936

TÜRK TASARISININ HAZIRLANMASI

Türkiye'nin, Boğazlar meselesini, egemenlik haklarını bütünüyle elde edebilecek ve ülkesel güvenliğini mutlak şekilde sağlayabilecek bir şekilde çözebilmesi, ancak Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin neredeyse tamamen değiştirilmesiyle mümkün olabilirdi. Hal böyle olunca Türk Dışişleri, konferansın toplanması kesinleşir kesinleşmez, yeni bir sözleşme tasarısı hazırlama çalışmalarını başlattı(6) ve Haziran ayı başlarında tasarıya son şeklini verdi.(7)

Türk tasarısı(8) bir giriş paragrafı ve bunun ardından gelen beş kısım altında toplanmış 13 maddeden oluşan kısa bir metindi. Fakat bu kısa metin, Lozan Boğazlar Sözleşmesi'ni temelden değiştirmekte, Boğazların hukukî statüsünü ve geçiş rejimini Türkiye'nin egemenlik haklarını ve güvenlik ihtiyacını önceleyen bir biçimde yeniden düzenlemekteydi.

Tasarının en önemli ve üzerinde en çok fırtınalar kopacak olan kısmıysa "Savaş Gemileri ve Yardımcı Gemiler" başlığını taşıyan ve bu gemilerin Boğazlardan geçişini "barış zamanı", "savaş zamanı Türkiye tarafsızsa", "savaş zamanı Türkiye muharipse" ve "Türkiye kendini yakın bir savaş tehdidi altında sayarsa" şeklinde dört ayrı duruma göre düzenleyen "ikinci kısım"dı…

Türkiye'nin seçme şansı olsaydı elbette ki Boğazları tüm savaş gemilerine kapalı tutmayı yeğlerdi. Ancak böyle bir seçeneği ne İngiltere'ye ne de Sovyetler Birliği'ne kabul ettiremeyeceği aşikârdı. Öyleyse geçişi mümkün olduğunca sınırlandırmak yönünde çabalaması gerekmekteydi ki ilgili maddeler tam olarak bu şekilde hareket edildiğini açıkça ortaya koyuyordu. Nitekim tasarının savaş gemilerinin barış zamanında Boğazlardan geçişini düzenleyen altıncı maddesinden itibaren, bahsi geçen sınırlandırmalar kendini göstermeye başlamakta ve Lozan'da kabul edilen geçiş rejiminden son derece farklı hükümler getirilmekteydi.

Türk tasarısı söyledikleri kadar söylemedikleri açısından da önem arz etmekteydi. Bu cümleden olmak üzere tasarıdaki en dikkat çekici noktalardan biri, tasarıda Boğazları tahkim hakkıyla ilgili tek cümle dahi edilmemiş olmasıydı. Oysaki bu konu Türkiye'nin ilgili devletlere gönderdiği notada temel istek olarak öne sürülmüştü. İlk bakışta çelişki gibi görünmekle birlikte aslında bu söz edilmeyiş son derece stratejik bir hamleydi. Türkiye, kendisi açısından en hayatî olan konuyu tasarıya koymayarak, görüşmelerin dışında tutmayı ve böylece Boğazların tahkim hakkının, diğer taleplerine yönelik bir pazarlık unsuru olarak kullanılmasının önüne geçmeyi hedefliyordu.

CBA, Ebis No: 1013314, Ek No: 43, Tarih: 4/5 Temmuz 1936

KONFERANSIN AÇILMASI

Boğazlar meselesinin 13 yıl aradan sonra yeninden masaya yatırılacağı konferans 22 Haziran 1936 günü İsviçre’nin Montreux (Montrö) şehrinde açıldı. Montrö Konferansı, daha önce kararlaştırılmış olduğu üzere, görüşmelerini iki devre şeklinde yürütecekti. Zira 26 Haziran'da Milletler Cemiyeti Konferansı vardı ve Montrö'ye katılan neredeyse tüm heyetler aynı zamanda bu konferansa katılmak zorundaydı. Hal böyle olunca konferansın ilk görüşme devresi 2225 Haziran tarihleri arasında yapılacak, ikinci devresiyse Milletler Cemiyeti Konferansı sonrasında, 6 Temmuz'da toplanacaktı. Dolayısıyla konferansın birinci devresi sadece dört gün sürecekti. Özetle, konferansın bu ilk devresi, sonuca varmaktan ziyade, temel çatışma konularının açıklığa kavuştuğu bir devre olacak ve bu yönüyle de asıl görüşmelere, 6 Temmuz'da açılacak olan ikinci devreye zemin hazırlayacaktı.

 Konferansın açılmasıyla birlikte başkanlığını Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın yaptığı Türk Temsilci Heyeti, konferans görüşmelerine temel metin olarak alınması talebiyle Türk Tasarısını konferansa sundu. Zaten henüz konferans açılmadan evvel gazetelere yansıyan haberlere göre konferansta görüşmelerin Türk tasarısı üzerinden yürütülmesi noktasında görüş birliğine varılmıştı.(9) Gerçekten de Numan Menemencioğlu’nun yaptığı bir konuşmayla konferansa sunulan Türk Tasarısı, hiçbir itiraza uğramaksızın görüşmelere temel metin olarak kabul edildi. Bu kabul, elbette ki Türkiye açısından son derece önemliydi. Lakin Boğazlar meselesini pek çok cepheden ele alan Türk tasarısının, serbest geçiş rejiminin ateşli savunucusu İngilizlerle derin çatışmalar yaratacağı kesindi.

Türkiye, tasarıya yönelik en şiddetli itirazların İngiliz cenahından geleceğini zaten biliyordu; buna hazırlıklıydı ve bu itirazlara Sovyet desteğini arkasına alarak karşı koyabileceğini hesaplamıştı. Fakat Türk tasarısının Montrö'deki temsil heyetlerine verilmesinden hemen sonra SSCB Dışişleri Bakanlığı'ndan gelen bir telgraf birdenbire tüm bu hesapları altüst etmiş ve son derece kritik bir durumun ortaya çıkmasına neden olmuştu. Konferansın ilk devresinde ortaya çıkan ikinci ve belki de en büyük sorun da işte buydu: TürkRus ihtilafı.

Sovyet Dışişleri'nin Türk tasarısına yönelik temel eleştirisi, tasarıda savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi konusunda Akdeniz ve Karadeniz devletlerinin coğrafî konumlarından kaynaklı özel şartlarının dikkate alınmamış olduğu iddiasıydı. Sovyet görüşüne göre, Akdeniz devletlerinin savaş gemilerinin Boğazlardan geçerek başka hiçbir yere bağlanmayan Karadeniz'e girmesi "nezaket ziyaretleri" gerçekleştirmek gibi keyfî bir nedene bağlıydı. Oysaki Karadeniz devletlerine ait savaş gemilerinin, dünyanın diğer denizlerine açılabilmeleri için Akdeniz'e çıkmaları şarttı ve bunun tek yolu da Boğazlardan geçiyordu. Dolayısıyla bu devletler için bir keyfiyet değil, zorunluluk söz konusuydu. Üstelik diğer Karadeniz devletlerinden farklı olarak Sovyetler Birliği'nin pek çok denizde üsleri, limanları vardı ve buralardaki filolarla irtibat kurabilmesi için de gemilerini hiçbir kısıtlama olmaksızın Boğazlardan geçirebilmesi ayrıca önemliydi.(10)

Aslında, Türk tasarısının altıncı maddesinin "h" fıkrası, Türkiye'den onay alınması şartıyla, Karadeniz'e kıyıdaş devletlerin 14 ila 25 bin ton arasındaki savaş gemilerini Boğazlardan geçirebilmelerine olanak sağlamaktaydı; ancak anlaşılan o ki Ruslar bu pozitif ayrımcılığı yeterli görmemekteydi. Ruslara göre ilgili fıkradaki "Türkiye'den onay alınması" şartı Sovyet donanmasının Karadeniz'den çıkışını engelleyebilecek ve Karadeniz'de "mahpus" kalmasına neden olabilecek bir tehlike barındırıyordu.

Sovyet Dışişleri'nin bu çıkışı son derece ilginçti. Zira tasarının hazırlık aşamasında Tevfik Rüştü Aras ile Lev Karahan arasında sürekli fikir alışverişinde bulunulmuştu. Karahan'ın, Tevfik Rüştü Bey'le yaptığı görüşmeleri Moskova'ya haber vermemiş olması düşünülemeyeceğine göre, Sovyet Dışişleri tasarının içeriğini hem de en ince ayrıntısına kadar biliyor olmalıydı. Öyleyse 14 bin tondan büyük gemilerin geçişiyle ilgili bu ihtilafın da Montrö'den çok önce, henüz tasarının hazırlık safhasında ortaya çıkması gerekirdi. Dolayısıyla Ankara, Sovyetler Birliği'yle uzlaşıya varılmış olduğunu düşünüyordu ve tam da bu nedenle Sovyet Dışişleri'nin tasarıya yönelik bu sert eleştirilerine hiçbir anlam verememişti. Bu konudaki sis perdesi aralanamamakla birlikte ortada kesin olan bir şey vardı ki konferansın açılışı arifesinde patlak veren bu ihtilaf, Türk ve Sovyet delegasyonları arasında tüm konferans süresince devam edecek bir çatışmayı tetiklemişti. Bu çatışma, Türkiye'nin Sovyet desteğini arkasına alma stratejisine zarar vermekle kalmayacak, aynı zamanda konferansın sonuçsuz dağılmasına kadar varabilecek son derece ciddî bir tehlikenin ortaya çıkmasına da davetiye çıkaracaktı.

Özetle Türkiye'nin, savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi noktasında sadece İngilizlerle değil, Ruslarla da çatışma yaşayacağı gün gibi ortadaydı.

CBA, Ebis No: 1013314, Ek No: 45, Tarih: 4/5 Temmuz 1936
DEVAM EDECEK

DİPNOTLAR:

(1) "Montreux'de Bir Meydan Muharebesi Kazanıldı", Akşam, 23 Temmuz 1936, s.5; Muhittin Birgen, "Montrö Meydan Muharebesinin Sonu", Cumhuriyet, 22 Temmuz 1936, s.5.

(2) Murat Burgaç, "Montrö Meydan Muharebesi: Bir Diplomasi Savaşı", Kaynak Yayınları, İstanbul, 2021.

(3) Lozan Boğazlar Sözleşmesi'ne taraf olan sadece iki devletin durumu belirsizdi. Bunlardan biri Balkan Paktı'nda yer almayan Bulgaristan, diğeriyse tehdidin aslî kaynağı olarak görülen İtalya'ydı.

(4) İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Bulgaristan, Yunanistan, Sovyetler Birliği, Romanya ve Yugoslavya'ya verilen notanın bir sureti ayrıca Milletler Cemiyeti Genel Sekreterliği'ne de verilmişti. Bkz. "Notamız Devletlere Tebliğ Edildi", Akşam, 12 Nisan 1936, s.1.

(5) İngiltere Dışişleri Bakanlığı'ndan alınan 16 Nisan 1936 tarihli nota, Kültür Bakanlığı, age, s.289290, Belge No: 51.

(6) "Boğazlara Dair Yeni Projemiz", Akşam, 24 Nisan 1936, s.2.

(7) "Boğazlar Konferansı", Ulus, 3 Haziran 1936, s.3.

(8) Türk Tasarısının tam metni için bkz. CBA, Ebis No: 1013314, Ek No: 7, Tarih: 22 Haziran 1936. Ayrıca bkz. MerayOlcay, age, s.437440.

(9) "Boğazlar Konferansı", Ulus, 3 Haziran 1936, s.3

(10) Telgrafın Fransızca metni için bkz. CBA, Ebis No: 1013314, Ek No: 27 Tarih: 19 Haziran 1936. Ayrıca bkz. Dışişleri Bakanlığı, age, s.4648.