Domino etkisi yaratabilir
TGB Frankfurt Başkanı Gökhan Dağtekin yazdı...

Bugün Almanya medyasının birinci gündem maddesi, en hararetli tartışma konusu Mesut Özil'in “zehir zemberek” bir açıklamayla Alman milli takımıyla yollarını ayırması.
Almanya ile 2014'te dünya şampiyonu olan ve Alman milli takımının başarılarının baş aktörlerinden olan Mesut aylardır eleştiri bombardımanına tutulmuştu. Olay Mesut'un Londra'da İngiltere'de top koşturan İlkay ve Cenk Tosun ile birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir davetine katılmasıyla patlak vermişti. Türk futbolcular Erdoğan'a oynadıkları takımların formalarını armağan edip birlikte poz vermişlerdi. Üç futbolcu da Türk'tü, ama Mesut ve İlkay Alman vatandaşı olmuşlardı ve Alman milli takımında oynuyorlardı. Bu görüntüler üzerine Mesut ve İlkay, Alman medyasında hedef tahtasına oturtuldu. İki futbolcu “özür dilemeliydi”, “geri adım atmalıydı", "yaptıklarının çok büyük bir hata olduğunu dünyaya ilan etmeliydiler". Alman kamuoyundan, Almanya'ya yaptıkları “ihanet” için af dilemeliydiler. İlkay bir süre sonra iyi kötü bir açıklama yaptı. Bu açıklama kamuoyu tarafından “yetersiz” de bulunsa eleştiriler hiçbir pişmanlık gösterisinde bulunmayan Mesut üzerinde yoğunlaştı. Almanya Teknik direktörü Jogi Löw ve menajer Oliver Bierhoff Mesut ve İlkay'dan vazgeçmedikleri için sürekli eleştirildi. Takımın dünya kupasında sergilediği kötü futbolun sebebi de Almanya'da çabucak bulunuverdi: Mesut!
Mayıs'tan beri süren medya kampanyası karşısında Mesut nihayet dün uzun bir açıklama ile suskunluğunu bozdu ve Alman milli takımından geri çekildiğini ilan etti. Açıklamanın en çarpıcı noktaları Mesut'un Alman kamuoyunu ırkçılıkla suçlaması, “Başarılı olunca Alman olarak kabul ediliyorum, başarısız olunca yabancı oluyorum” ifadesi ve “Pişman değilim, o pozu bugün olsa gene verirdim” demesi olarak sıralayabiliriz.
TARTIŞMAYI DOĞRU ZEMİNE OTURTMAK
Peki Mesut'un tepki toplaması anlaşılabilir bir şey değil mi? Ne de olsa “yabancı bir ülkenin” Cumhurbaşkanı'yla bir araya gelmişti. Siyasi destek mesajı olarak değerlendirilebilecek bir “vukuat” işlememiş miydi? Alman milli takımında oynayan bir futbolcudan “geçmişini unutup” Almanya'ya “dört dörtlük” sadakat beklemek Alman kamuoyunun hakkı değil miydi? Nitekim birçok Türk (Genelde AKP'ye muhalif kesim) bu “skandal"da Mesut'u eliştirip Almanlara hak veriyor.
O vakit bu soruyu karşıt sorularla irdeleyelim. Farzımuhal Alman milli takımında Fransız kökenli bir futbolcu Londra'da Makron ile poz verseydi bu şekil bir kampanyaya maruz kalır mıydı? Kurgumuza bir tutam “ırkçılık” katalım: Fransız asıllı sporcunun zenci olduğunu varsayalım. Makron veya Batı'nın mübah saydığı herhangibir devlet adamı ile poz vermenin benzer bir faturası olur muydu? Asla!
Peki diyelim ki Mesut NATO tatbikatlarında ortadan kaldırılması gereken düşman hedef olarak gösterilen Tayip Erdoğan'la değil de bir HDP Eşbaşkanı ile samimi poz verseydi? Edirne cezaevine “selfi” ve selam yollasaydı? Bu da Alman kamuoyu nezdinde “yabancı bir devletin temsilcileriyle bir araya gelmek” olarak değerlendirilecek miydi? Mesut Almanya'ya gene “ihanet” etmiş olacak mıydı?
Mesut mesela Can Dündar'la buluşup ona forma armağan edip ondan imzalı kitap hediye alsaydı? O zaman Mesut “siyaset yapmış” olacak mıydı? Mesut'a karşı bu durumlarda linç kampanyası yürütülecek miydi? Hayali bile komik, değil mi? Hepimiz çok iyi biliyoruz ki bu durumda Mesut Almanya'da alkış toplardı, barış, özgürlük ve demokrasi elçisi ilan edilirdi.
Mesut'un AKP'ye sempati duyduğu Türk kamuoyunun zaten malumuydu. Mesele bu değil. Mesele AKP'nin geçmişte Türkiye'ye verdiği ve hâlâ vermekte olduğu zararlar da değil. Mesele Almanya'daki Türklere gitgide ağırlaşarak uygulanan asimilasyon politikasıdır.
Mesut'a yapılan muamele ülkesine bağlılık hisseden Avrupa'daki tüm Türklere yapılan muameledir. Mesut ile Türk gençliğine verilen gözdağıdır. Bu muamele hepimize, her gün yapılmaktadır. Bunun ırkla, kökenle bir ilgisi yok. Emperyalizmle barışık olduğunuz ölçüde sistem sizi kabul ediyor, emperyalist parametrelerin dışına çıktınız ölçüde tepki görüyorsunuz.
YANLIŞ BİLİNÇ ÜRETEN PARADİGMA: IRKÇILIK KARŞITLIĞI
Emperyalist ülkelerde yaşayan Türkler (ve diğer yabancılar) iki nesnel çelişki ile karşı karşıya kalmaktadır. Birincisi sınıf çelişkisidir. Ezici çoğunluğu emekçi sınıfından olan gurbetçi Türkler (ve yabancılar) her kapitalist toplumda olduğu gibi alt sınıfların üst sınıfların boyunduruğu altında olmasının olumsuzluklarını gündelik hayatlarında yaşıyorlar. Diğer çelişki ise emperyalist ülkeler ile emperyalist hegemonyaya maruz kalan ülkeler arasındadır. Siz eğer emperyalist hegemonyaya maruz bir milletin ferdi olarak bir batı ülkesinde emperyalist sisteme aykırı söylem veya eylemlerde bulunursanız anında o sistem sizi pasifleştirmek üzere devreye girer. Susturur, ötekileştirir, teslim almaya çalışır, tehdit eder, öcüleştirir. Türlü yollarla sizi etkisiz kılmaya çalışır. Sınıf çelişkisi Almanya'daki Türklerin nesnel konumu açısından mühimdir. Fakat belirleyici olan çelişki emperyalizm çelişkisidir. Buradaki Türklerin en keskin olarak yaşadığı çelişki emperyalizmin yarattığı çelişkidir.
Nesnel çelişkiler maddidir, gerçektir, kavrasak da kavramasak da bu çelişkiler vardır ve tarihe yön verirler. Nesnel çelişkiler belirleyicidir, öznel çelişkilerin ise maddi bir gerçekliği yoktur, zihinlerde kurgu olarak oluşturulan sahte çelişkilerdir.
Nesnel çelişkilerin ezilen sınıf ve milletler tarafından kavranmaması emperyalizm açısından yaşamsaldır, çünkü ezenlerin egemenlikleri ezilenlerin pasifleştirilmesiyle doğrudan ilişkilidir. Sistem bu sebeple bolca nesnel çelişkileri sulandıran ideolojik fikirler pompalar insanlara. Irkçılık paradigması günümüzde yanlış bilinç üreten paradigmaların en başında gelmektedir. “Irkçılık” bahanesiyle kitlelere liberalizm pompalanır.
Nesnel çelişkilerin yerinin zihinlerde sahte çelişkiler ile ikame edilmesini sağlar sistem. Böylece örneğin emperyalist ülkede yaşayan bir Türkün karşılaştığı olumsuzlukları ırk, köken, din, kültür gibi sebeplere bağlaması ve aleyhine işleyen nesnel çelişkileri asla görememesi sağlanmak istenmektedir. Yani nesnel çelişkilerle sahte çelişkiler çelişmektedir.
DIŞARIDA ABD'DEN KOPUŞ, İÇERİDE ASİMİLASYON
Dış politikada ABD ile tarihsel kopuş ve kırılmalar yaşayan, PKK ve Barzani'ye direkt destek politikasından vazgeçen ve FETÖ'ye tavır almaya başlayan Almanya içeride asimilasyon politikasına yönelmekte. Babalarımızın kuşağında Alman devleti buradaki Türklerin dünya görüşü ve kendilerini tanımlamaları ile pek ilgilenmezdi. Emek sömürüsü sistem açısından ön plandaydı, yabancıların siyasi tutumları Alman egemen sınıfları için çok da mühim değildi. Fakat bunun değişmekte olduğunu tespit etmeliyiz.
Postmodern toplum yapısı hızla erozyona uğrayan Batı Avrupa ülkeleri demografik açıdan yabancılara muhtaç duruma gelmektedir. Yabancıların nüfus payı artıyor, alt sınıfları oluşturan yabancılar artık gitgide orta sınıflaşıyor, doktor, avukat, memur, girişimci, öğretmen, polis olarak “sınıf atlıyor” ve sistemin kenarından sistemin merkezine doğru ilerliyor. Yani yabancıların toplum içersindeki oranı da niteliği de artıyor. Dördüncü kuşak yabancıların basit bir emeksömürü ilişkisinde tutulması sistem açısından sürdürülebilir bir durum değil. Buradaki yabancıların emperyalist sisteme eklemlenmesi egemen sınıflar açısından nesnel bir ihtiyaç halini almaktadır. Bu pek vurgulanmaz, ne Avrupa'daki Türklerin ne de Türkiye'den Avrupa'ya bakanların pek kavradığını da zannetmiyorum, ama bu tespiti üstüne basarak tekrarlamak istiyorum: Yabancıları devşirmek Batı Avrupa ülkeleri açısından sistemsel bir mecburiyet olmuştur, asimilasyonun sebebi ırkçılık değildir. Ve asimilasyon bir Alman devlet politikası halini almaktadır.
SİSTEM TÜRKLERİ DIŞLIYOR MU?
“Mesutgate skandalını” tekil olarak ele aldığımızda “büyük resmi” ıskalamış oluyoruz. Alman medyası ve siyaseti örneğin sürekli olarak Türk diyanet örgütü DİTİB'i baskılamaktadır. Camilerde siyaset yapılıyormuş, AKP propagandası yapılıyormuş. Fakat her ne hikmetse Alman devleti camilerde propaganda yapıldığını 2015'ten sonra fark ediyor. 150 yıldır emperyalizmin güvenlir müttefiki olan islamcılık emperyalizmle mücadele aşamasına gelince bilindik ilişkiler tersdüz oldu. 2014'te TGB Avrupa Oberhausen Arena'da 19 Mayıs şenliği düzenlerken Tayip Erdoğan Köln'de 100 bin kişi ile Almanya'nın orta yerinde gövde gösterisi yaptı. O dönem “yabancı bir devlet adamının Almanya'da siyasi miting yapması” sorun değildi. Kumpaslar çökünce, emperyalizmin taşeronlarıyla vatan savaşı başlayınca tavırlar 180 derece değişti.
Burada olaya AKP odaklı bakarsak şaşı bakarız. Almanya camilerde siyaset yapılmasından rahatsız değil, milliyetçi siyaset yapılmasından rahatsız. Camilerde Afrin'deki Türk askeri için dua edilmesi kabul edilemez skandal oluyor. Şehitlerin “kahramanlaştırılması” skandal oluyor. Mesut'a yapılan baskıların aynısı buradaki islami örgütlenmelerin başındaki kişilere yapılıyor. İmamlardan, hocalardan, cami cemaatlerinden Türkiye'ye karşı açık tavır almaları, Almanya'ya sadakat gösterileri içerisine girmeleri açıkca talep ediliyor. Aksi takdirde çeşitli yaptırımlar uygulanıyor. Aynısını okullarda ve hemen tüm kurumlarda gözlemleyebiliyoruz. Emperyalist bir ülkede Türkiye'ye karşı önyargılar elbette yeni değildir. Fakat artık Almanlar burada yaşayan Türklerden eylemli bir şekilde Türkiye'ye karşı tavır almalarını pervasızca talep ediyor. Eskiden böyle bir iklim yoktu, bu düşünülemezdi. Mesele buradaki yabancıların anayasal düzeni, kamu düzenini tehdit etmemesi, kanun ve yasalara uymasaydı, vergi ödemesiydi. Artık yabancılardan Almanya'ya biat istenmektedir.
Irkçılık paradigması bu yönüyle de ahmaklaştırıcı bir paradigmadır: sistem bizleri dışlamak niyetinde değildir, tam aksine yutma niyetinde! Mesut olayı da ders niteliğindedir. Sorun Mesut'un Türk kökenli olması değil sistem açısından, sorun Mesut'un Türkiye ile ideolojik bağlarını koparmaması. Emperyalist sistem Türkleri değil, Türklüğü ortadan kaldırmaya çalışıyor.
Yabancıları yönlendirmek üzere piyasayaya dört bir yandan esmer tenli emperyalist “kanaat önderleri”, “rol modelleri” sürülüyor. Onlar cilalanıyor, parlatılıyor. Buradaki Türkler, yabancılar aydınsız, öncüsüz, ideolojisiz bırakılmaya çalışılıyor. Her şeye rağmen tarih boşluk kaldırmaz, emperyalizmin zorbalıkla yarattığı o boşluğu TGB'de yoğrulan gençlik dolduruyor.