Kocaeli Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. İrfan Kaya Ülger, Anadolu Ajansı için Meis Adası krizini, sorunun kimler tarafından ne açıdan görüldüğünü analiz eden bir yazı yazdı.

Prof. Dr. İrfan Kaya Ülger'in yazısı şöyle:

Türkiye ile Yunanistan arasında kadim anlaşmazlık konularından biri de Ege denizindeki adaların uluslararası hukuka göre statüleridir. Taraflar sorunun tanımlanması ve ne şekilde çözüme kavuşturulması gerektiği konularında farklı görüşleri savunuyor.

Türkiye, Ege denizindeki adaların karasuları hakkını kabul etmekle birlikte adaların kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge (MEB) bağlamında deniz yetki alanı doğurmadığını, bu konudaki hükümlerin spesifik durumlarda uygulanacağını öne sürüyor. Devletin tüm ülkesinin adalardan oluşması durumunda adaların deniz yetki alanlarına sahip olacağı, bir kıta ülkesi olması durumunda ise adaların değil, kıta ülkesinin esas alınması görüşünü savunuyor. Türkiye’ye göre Ege denizindeki ihtilaflar kıta sahanlığı ile sınırlı değil. Karasuları, FIR hattı (Uçuş Bilgi Bölgesi), hava sahası, MEB, yerleşimi olmayan adacık ve kayalıkların statüsü ve son olarak da adaların silahsızlandırılmış statüsüne aykırı uygulamaları da dikkate almak gerekiyor. Ege denizindeki ihtilaflar, TürkiyeYunanistan dengesi gözetilerek hakça ilkelere göre çözüme kavuşturulmalı.

Meis Adası'nın ne münhasır ekonomik bölge ne de kıta sahanlığı sınırlandırılmasında deniz yetki alanı hakkı doğurması mümkün.

Yunanistan ise Ege denizindeki adalar konusundaki tüm ihtilaflarda 1982 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne gönderme yapıyor. Yunanistan bir yandan sözleşme hükümlerinin Ege denizindeki adalardan kaynaklanan ihtilaflarda uygulanması talebinde olduğunu iddia ediyor, öte yandan da benzeri anlaşmazlıklar için yol gösterici karakter taşıyan Uluslararası Adalet Divanı (UAD) kararlarını ve içtihatlarını dikkate almıyor.

Geçen hafta Türkiye bir “navtex” (denizcilere duyuru) yayınlayarak Oruç Reis gemisinin Meis Adası’na mücavir bölgede bilimsel araştırma yapacağı uyarısında bulundu. Yunanistan’ın mukabil bir navtex ile aynı bölgede hak iddia etmesi üzerine, Türkiye’nin resmi görüşünü Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy yaptığı açıklama ile ortaya koydu: “Anadolu’ya 3 km, Yunanistan ana karasına 580 km uzaklıkta olan bir adanın 40 bin km genişliğinde kıta sahanlığı alanı yaratması rasyonel değildir, uluslararası hukuk hükümleri ile uyumlu değildir.”

Türkiye’nin kıta sahanlığı konusundaki görüşleri, sınırlandırmanın anlaşma ile yapılması ve doğal uzantının esas alınması şeklindedir.

Türkiye ile Yunanistan arasında Meis Adası özelinde yaşanan ihtilaf, esas olarak Ege adalarının yetki alanları ve BM Deniz Hukukuna göre statüleri konusundaki görüş ayrılığından kaynaklanıyor. Yunanistan, Meis Adası da dahil olmak üzere Ege denizindeki adaların karasuları, münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı hakkına sahip olduğu görüşünü savunuyor. Türkiye’ye karşı benzer görüşleri sıklıkla dile getiren Yunanistan aynı iddiaları bir başka ülkeye karşı ise ileri sürebilmiş değil. Örnek vermek gerekirse; Yunanistan, 9 Haziran 2020 tarihinde İtalya ile yapılan İyon Denizi Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşmasında adaların yetki alanlarından bahsetmedi. İtalya ile yapılan sınırlandırma anlaşmasında Yunanistan iki ülke arasında bulunan ve egemenliği Yunanistan’a ait olan adaların münhasır ekonomik bölge hakları olduğunu ileri sürmedi. Sınırlandırma anlaşması taraflar arasında ana karalar esas alınmak suretiyle akdedildi.

Yunanistan, İyon denizindeki adaları için ileri sürmediği argümanları Ege denizindeki adalar söz konusu olduğunda Türkiye’ye karşı güçlü biçimde savunuyor. Yunanistan’ın resmî görüşüne göre, “Adalar da aynen ana karalar gibidir. Ne kadar küçük olursa olsun adaların da deniz yetki alanları, kıta sahanlığı, karasuları ve münhasır ekonomik bölge hakları bulunmaktadır. Dolayısıyla bu haklar, Rodos için de Meis için de geçerlilik taşımaktadır.” Yunanistan kendisinin savunduğu bu görüşün evrensel ölçekte geçerli olduğu iddiasında. Buna dayanak olarak da Sevilla haritası adı verilen belgeye gönderme yapıyor ve bunun Akdeniz’de deniz yetki alanları bakımından tek geçerli belge olduğu görüşünü savunuyor.

Yunan iddiaları karşısında Türkiye bir yandan uluslararası hukuka göre görüşlerini ortaya koymuş, öte yandan gereken adımları atmaktan kaçınmamıştır. Türkiye’nin 27 Kasım 2019’da Libya ile yaptığı Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması ile Türkiye’nin Akdeniz’deki münhasır ekonomik bölge alanı 189 bin kilometrekareye yükseldi. Türkiye’nin BM Deniz Hukuku hükümleri ve Uluslararası Adalet Divanı kararları ile teyit edilen kararlı tutumu, Yunanistan ve Batı’nın, Doğu Akdeniz’e ilişkin tüm hesaplarını geçersiz kıldı. 

Meis Adası özelinde tırmandırılan gerginlik ise esasen beyhude bir çabadan ibaret. Zira yukarıda izah edildiği üzere, 9 Haziran 2020’de İyon Denizinde İtalya ile imzalanan anlaşma, Yunanistan’ın adaların münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı hakları bulunmadığını tescil etmesinden başka bir anlama gelmiyor.

KITA SAHANLIĞI VE MÜNHASIR EKONOMİK BÖLGE
Türkiye ile Yunanistan arasındaki Ege denizinde yetki alanları anlaşmazlığının kökeni, kıta sahanlığının kapsam ve sınırı konusundaki görüş ayrılığına dayanıyor. İlk kez 1945 yılında ABD Başkanı Harry Truman tarafından yayınlanan bir bildiride gündeme gelen kıta sahanlığı kavramı, kıyı devleti ülkesinin denizin altındaki uzantısı anlamına geliyor. 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 77’nci maddesinde kıta sahanlığının iç sınırı karasularının bittiği noktanın izdüşümü, dış sınırının ise 200 deniz mili olduğu kayıt altına alınmıştır. 200 deniz mili mesafede Okyanus tabanına ulaşılamaması halinde ise dış sınırın maksimum 350 deniz miline uzanabileceği belirtilmiştir. Öte yandan kıta sahanlığının, kıyı devleti ülkesi bakımından ilan etmeye gerek kalmadan var olduğu (ipso facto) ve bu hakkın en başından beri (ab initio) söz konusu olduğu, 1969 tarihli Uluslararası Adalet Divanı kararı ile açıklığa kavuşmuştur.

Yunanistan’a göre hem kara ülkesinin hem de bütün adaların kıta sahanlığı var. Adalar, kıta sahanlığı bakımından kıta ülkeleriyle eşit statüye sahip. Türkiye ile Yunanistan arasında kıta sahanlığı sınırlandırılması eşit uzaklık (equidistance) ilkesine göre yapılmalı ve başlangıç noktası olarak da Türkiye ile adaların en doğuda kalan bölümleri esas alınmalı. Yunanistan ayrıca, kıta ülkesi ve adaların siyasal ve ülkesel bütünlük oluşturduğu görüşünü öne sürüyor. Türkiye’nin kıta sahanlığı konusundaki görüşleri, sınırlandırmanın anlaşma ile yapılması ve doğal uzantının esas alınması şeklinde. Uluslararası Adalet Divanı’nın 1969 tarihli kararına gönderme yapan Türkiye, Ege denizindeki adaların Anadolu yarımadasının doğal uzantısı içinde yer aldıkları için kıta sahanlığına sahip olamayacakları görüşünü savunuyor. Türkiye’ye göre, Ege denizinde kıta sahanlığı sınırlandırması ana karalar esas alınarak hakça ilkelere göre yapılmalı.

Deniz hukuku literatürüne 1982 sözleşmesiyle giren “münhasır ekonomik bölge” kavramı ise, karasuları esas çizgisinden başlayarak 200 deniz mili mesafede su tabakası, deniz yatağı ve toprak altında kalan alanlarda kıyı devletine münhasır ekonomik haklar tanıyan deniz yetki alanı anlamına geliyor. Kıyı devleti, münhasır ekonomik bölgede canlı doğal kaynaklar, madenler ve öteki kaynaklar üzerinde haklara sahiptir. Egemenlik hakkının doğal bir uzantısı olarak kıyı devleti münhasır ekonomik bölgeye her türlü araç gereç yerleştirme ve orada bilimsel araştırma yapma hakkına sahiptir. Sözleşme ayrıca kıyı devletine ekolojik denge ve çevreyi koruma yükümlülüğü getirmiştir.

MEİS ADASI COĞRAFİ GENİŞLİĞİNİN 4 BİN KATI DENİZ ALANI YARATAMAZ!
Yunanistan, Meis Adası’nın kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge hakkı bulunduğunu iddia ediyor. Yunan tezleri esas alındığında Meis Adası kendisinden 4 bin kat büyük deniz alanı yaratıyor. Peki bu durum uluslararası hukuk bakımından meşru mudur? Her ne kadar 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nden adaların kıta sahanlığını hakkı bulunduğu sonucu çıkıyor ise de bu durum her koşulda geçerliliği olan evrensel bir kural değil. Uluslararası Adalet Divanı çeşitli kararlarıyla adaların deniz yetki alanları hususunda yol gösterici karakter taşıyan yorumlar yapmıştır. Öte yandan BM Deniz Hukuku Sözleşmesi, devletin tüm ülkesinin adalardan oluşması durumunda takımada rejimi çerçevesinde adaların deniz yetki alanı oluşturma hakkı bulunduğunu kabul etmiştir. Dolayısıyla aynı zamanda kara ülkesi olan bir devletin adalarının deniz yetki alanlarına sahip olması, her koşulda uygulanabilecek bir kural değil. Uluslararası Adalet Divanı’nın birçok kararında ortaya çıktığı üzere, kıta ülkesinin doğal uzantısında bulunan adaların kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge hakları bulunmamakta. Üstelik bu hususu Yunanistan hükümeti de kabul etmiş, İtalya ile yaptığı Deniz Yetki Alanları Sınırlandırma Anlaşmasında İyon denizinde egemenliği Yunanistan’a ait adalar için bu yönde bir talep ortaya koymamıştır.

Uluslararası Adalet Divanı bugüne kadar Meis Adası’na benzer kategorideki ihtilaflarda Türkiye’nin görüşlerini destekleyen yorumlar yapmıştır. Bu kategorideki kararlar arasında ilk akla gelenler 1977 yılında İngiltereFransa davası, 1984 tarihli Malta–Libya davası, 2012 tarihli Nikaragua–Kolombiya davalarıdır. Dolayısıyla Meis Adası’nın ne münhasır ekonomik bölge ne de kıta sahanlığı sınırlandırılmasında deniz yetki alanı hakkı doğurması mümkün. Benzer özelliklere sahip coğrafyalarda ilgili devletler arasındaki anlaşmalar ve ayrıca uluslararası mahkeme ve tahkim kararları, Türkiye’nin görüşlerini destekler nitelikte.

Netice olarak hakkaniyete uygun bir mutabakat sağlanması iki şekilde mümkün olabilir: Ya Meis Adası’nın deniz yetki alanı doğurmadığı kabul edilecek yahut da bu alandaki hakları çok dar biçimde ifade edilecek, bir başka ifadeyle sınırlandırılacaktır. Bu noktada Sevilla haritası Türkiye’ye yapılan bir dayatmadır. Nitekim Türkiye de bu hukuksuzluğu görmüş, Libya ile yaptığı Deniz Yetki Alanları Sınırlandırma Anlaşması ile hak ve menfaatlerini koruma çabası içinde olacağını efkârı umumiyeye göstermiştir.