Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın daışmanlık anlaşması yaptığı McKinsey'in, danışmanlık yaptığı ülkelerdeki sicilinde dikkat çeken örnekleri, Cumhuriyet yazarı Deniz Yıldırım, köşe yazısında kaleme aldı.
McKinsey, birkaç ay önce Lübnan hükümetine 'Ekonomiyi canlandırmak için tıbbi marihuana üretimini serbest bırak' demiş. Suudi yönetimiyle çalışırken Enerji Bakanı’nın iki çocuğu dahil üst düzey 8 hanedan üyesinin çocuğunu, akrabasını işe almış.
Deniz Yıldırım'ın köşe yazısı:
Gün geçmiyor ki 'Yerli ve milli' dönüşüm hamlesiyle ilgili yeni bir icraat haberi almayalım. Yeni haber New York’ta açıklama yapan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’tan.
Önce kısa hatırlatma: Albayrak 20 Eylül’deki yeni ekonomi programı sunumunda bakanlık bünyesinde bir Maliyet ve Dönüşüm Ofisi kurulacağını ilan etmişti. Bu ofiste tüm bakanlıkların temsilcileri yer alacak ve kemer sıkma programı buradan yürütülecekmiş. Ayrıca buradaki ekip 'Kamudaki işleyişten farklı' çalışacakmış. Özeti bu.
Kamu adına görev yapan, 'Anayasal' devlet düzeni içinde işleyecek bir kurul nasıl farklı çalışır ki? 'E, hani devlette çift başlılık olmayacaktı!” Bu soruyu soruyorsanız, Türkiye’nin 16 Nisan anayasa referandumuyla ve ardından 24 Haziran seçimleriyle içine sürüklendiği yeni, denetimsiz Saray Rejimi’nden de habersizsiniz demektir. Artık her şey mümkün. Bir kararnameye, tek imzaya bakar.
İşte bu 'Kamudaki işleyişten fark'ı tanımlayan yeni haberi verdi Bakan Albayrak. Bu ofisin kamudaki kesintilerle ilgili çalışmalarını denetlemek için Amerikan danışmanlık şirketi McKinsey ile anlaşma yapılmış. Bu şirket, içinde tüm bakanlıkların temsilcilerinin yer alacağı Maliyet ve Dönüşüm Ofisi’nin işlerini her çeyrekte denetleyecek ve rapor sunacak. 'Şu çok harcamış, buradan az kısmışsınız' diyecek yani. Çünkü ekonomi tıkırında, işler yolunda! IMF yerine McKinsey verelim. Şakası bir yana, Osmanlı’nın son döneminden hangi kurumu andırdığını çok iyi biliyorsunuz.
Tek tek McKinsey şirketinin farklı ülkelerdeki sicilinden de örnekler sunabiliriz elbette. Mesela bu şirketin birkaç ay önce Lübnan hükümetine 'Ekonomiyi canlandırmak için tıbbi marihuana üretimini serbest bırak' dediğini ya da Suudi yönetimiyle çalışırken Enerji Bakanı'nın iki çocuğu dahil üst düzey 8 hanedan üyesinin çocuğunu, akrabasını işe aldığını belirtebiliriz.
Fakat ana sorunumuz bu şirket değil. 'A şirketi değil de B şirketi olsun' demiyoruz.
Nedir sorun? Açalım.
Birincisi; 'Madem Amerika ile ekonomik savaştayız; öyleyse Amerikan yapımı hediye uçağı iade edin' derken baktık ki ekonominin denetimiyle ilgili yetkiler bir Amerikan şirketine devredilmiş. Eğer 'Amerika ile ekonomik savaş'tayken bu karar alındıysa; yenilgi bayrağının çekildiğine işarettir. Eğer 'Amerika ile ekonomik savaşta' değilsek, iç siyasette halkımıza ekonomik kötü gidişin sorumlusunun başkaları olduğu masalı satılmıştır. Hangisi doğru? Baktığınız yere göre ikisi de.
İkinci soruna gelelim. Ulusal egemenliğe dair bir yetki, uluslararası bir şirkete aktarılıyor. Oysa Türkiye’de kamunun harcamalarını, gelir ve giderlerini anayasanın 160. maddesine göre kim denetlemeli? Sayıştay. Peki ne oldu Sayıştay’a? Yetkileri budandı, etkisizleştirildi. Raporları kamuoyundan ve Meclis’ten adım adım kaçırıldı.
Sonraki adıma bakalım. 16 Nisan 2017’de bir anayasa değişikliği yapıldı. Meclis’in yürütmeyi denetleme yetkileri elinden alındı; Bakanlar Kurulu kaldırıldı; devlet Saray etrafında yeniden yapılandırıldı, ülkenin kararnamelerle tek kişi tarafından yönetilmesinin önü açıldı. Değişiklikle Anayasa 87. maddede TBMM görev ve yetkileri arasında sayılan 'Bakanlar Kurulu’nu ve bakanları denetlemek' ibaresi de çıkarıldı.
İşte kamunun ekonomik açıdan denetiminin ABD'li bir şirkete verilmesi de bu rejimdönüşümünün üçüncü adımıdır. Önce kuvvetler ayrılığı budandı; ardından Meclis yetkileri Saray’a taşındı ve şimdi bu yetkiler, uluslararası güçlerle paylaşılıyor. Bu bir egemenlik devri işaretidir. Ve çok açıkça gösteriyor ki Türkiye demokrasiye, halk egemenliğine yaklaştıkça bağımsızlaşır; bunlardan uzaklaştıkça bağımlılaşır. Yeniden yaşıyoruz.
Gelelim son soruna. 'Fena mı işte, şirket gibi dışarıdan bir gözle harcamaları denetlesinler, kamuda tasarruf yapılsın” diyenler olacaktır. Birincisi, şirketin parası bizim cebimizden çıkacak. İkincisi, kamuda tasarruf dendiğinde uluslararası tekellerin aklına ilk gelen şey, kamu hizmetlerinden kesinti ve faturanın çalışan çoğunluğa kesilmesi oluyor. Ne diyecekler? 'Saray'ın ısınma, aydınlatma masraflarını, örtülü ödeneğini kısın; makam araçlarını, uçaklarını satın' mı? Hayır. 'Daha fazla özelleştirme yapın' diyecekler. Bir yandan özelleştirmeler, diğer yandan kamu hizmetlerinden kesintiler ve son olarak da tasarrufu desteklemek adı altında gelir artırıcı, yani yeni vergi öneren tedbirler kapıda. Ne demişti Albayrak 20 Eylül toplantısında? 'Vergiyi tabana yayacağız.' Yani yükü artacak olan yine kıt kanaat geçinen, ücretli çalışan çoğunluk. Halkçı, kamucu ve bağımsızlıkta ısrar eden bir iktidar alternatifinin zorunlu olduğunun yeni bir kanıtıdır sadece McKinsey kararı.'