“Denizler tükenmez bir servet ve kuvvet kaynağıdır. Osmanlı milletinin tabiatında ise denizcilik olmayabilir. Ancak öyle bir memlekette oturmaktadır ki o memleket stratejik, politik ve ekonomik durumu itibarıyla denizlere hâkim bir milletle var olmak ihtiyacındadır. Osmanlı Asya’sı kendisine böyle bir sahip buluncaya kadar keşmekeşten kurtulamayacaktır. İnsanlar tabiatın kanunlarına uymazlarsa yaşayamazlar. Osmanlı Türkleri ya denizci olmaya veya eski vatanlarının kızgın çöllerinde çobanlık etmeye mahkûmdur.”

Okuduğunuz, Deniz Subayı ve Tarihçi Ali Haydar Emir Alpagut’un Balkan savaşının hemen sonrasında 1913 yılında Deniz Mecmuasına yazmış olduğu “Donanma İstemezük” başlıklı müstesna yazısının son paragrafıydı. Ardından gelen Birinci Dünya Savaşı, Mütareke ve Kurtuluş Savaşı sonrası yepyeni bir Cumhuriyet kurduk.

“Batı Türkünün, diğer Türk kavimlerinden daha fazla yenilik taraftarı olması, kara ve kör bir muhafazakârlık içinde inat ve ısrar etmemesi, kendisini birçok gelişmiş ve aydın milletlerle temasa getiren, Akdeniz sahilleriyle ve Batı temasıyla ilişkilidir... Diyebiliriz ki, Türk milletinin siyasi istikrarı, Akdeniz sahillerine vardıktan sonra meydana gelmiştir. Bir dağ başından akan nehirler gibi, muhtelif istikametlerde yürüyen Türk kolları en esaslı, en canlı ve en kuvvetli topluluklarını, denizlerin ortasında, büyük bir ada gibi duran Anadolu’da yapmıştır...’’

Yukarıdaki alıntı, CHP İstanbul Milletvekili, bakan, yazar ve öğretmen Hamdullah Suphi Tanrıöver’in bir yaşındaki genç Cumhuriyet’in Meclisi’nde 14 Aralık 1924 tarihinde Bahriye Vekaleti’nin kurulmasına yönelik görüşmelerdeki konuşmasının bir bölümüdür.

TÜRKİYE DENİZCİLEŞMELİDİR

2015 yılında yayınladığım Mavi Uygarlık isimli kitabımda (Kırmızı Kedi Yayınevi) şunları yazmıştım: “Şüphesiz 21’inci yüzyıl, tüm dünya için deniz yüzyılı olacaktır. İnsanlık, tarihte önceden yaşanmadığı kadar denizlere gerek ulaştırma gerekse enerji ve gıda ortamı olarak tam bağımlı olacaktır. Türkiye, geçmişte denizcileşememiştir. Cumhuriyet döneminde sadece donanması bu ideali yakalamıştır. Ancak, gerek coğrafyası gerekse milleti ile denizcileşmeyi başaracak potansiyele sahiptir. Bunu başarmalıdır. Mavi uygarlığın sahibi denizci bir Türkiye, erişilmesi zor bir ülkü değildir. Bu ülkü için coğrafya binlerce yıldır hazırdır. Denizcileşmek için gereken sosyo genetik miras da hazırdır. Bu coğrafyada ortaya çıkmış tüm denizci uluslar ve uygarlıkları bugün biz temsil ediyoruz. Atatürk’ün ‘Türkiye Cumhuriyetini kuran Anadolu halkına Türk denir’ veciz ifadesinde anlamını bulan Anadolu halkının genlerinde hazır olan binlerce yıllık potansiyel denizcilik birikiminin, kinetik enerjiye dönüşmesi, ‘ne zaman?’ sorusunun değil, ‘nasıl?’ sorusunun bir fonksiyonudur. Halkın hazır olması ise, devletin hazır olmasına bağlıdır. Unutulmamalıdır ki uluslar denizci doğmaz, denizci olurlar. Onları denizci yapan ise devlettir.”

MAVİ VATAN DENİZCİLEŞMENİN LOKOMOTİFİDİR

Türkiye, devlet olarak Doğu Akdeniz kaynaklı deniz yetki alanları paylaşım mücadelesi üzerinden 21. Yüzyılda denizcileşme ivmesini yakalamıştır. Bu ivme, jeopolitik bir deniz çıkar kavgasının zamanın ruhuna sunduğu bir ortamda, sosyal medya başta olmak üzere bilginin çok hızla yayılmasının oluşturduğu koşullarda ortaya çıkmıştır. Bu başarıdan faydalanmak gerekmektedir. 1920’lerde yenilmiş ve işgale uğramış bir imparatorluk kalıntısı üzerinde anavatanını koruma ve Sevr’i yırtıp atma güdüsü ile kısa süre içinde kurtuluş ve kuruluşu başaran Türk ulusu, 21. yüzyılda Doğu Akdeniz’deki mavi vatan işgal teşebbüsünü def edip, denizcileşme sürecini başarabilir. Son tahlilde, devlet denizcileştiği ve denizcileşmeyi askeri, ekonomik, siyasi, teknolojik, sosyokültürel ve çevre boyutlarında ulusal stratejik hedef haline dönüştürebildiği takdirde, halkımız da kısa sürede denizcileşebilir. Anadolu insanının çok hızlı öğrenme ve yeniliklere uyum sağlama yeteneği ile doğaya yakın karakteri bu süreçte kuvvet çarpanı rolündedir. Türk devleti ve halkı denize dönmek için daha fazla beklememelidir. Deniz hepimizin geleceğidir. Zira deniz aynı zamanda “Mavi Uygarlık”tır.

MAVİ VATAN VE MAVİ UYGARLIK BULUŞMALIDIR

Diğer yandan karşımızda jeopolitik bir gerçeklik vardır. Bu süreçte öncelikle jeopolitik farkındalığın sağlanması esastır. Deniz yetki alanlarımızın oluşturduğu kabaca 462 bin kilometrekarelik bir alan bize sadece ekonomik zenginlik potansiyeli sunmuyor, aynı zamanda savunmasının denizden başladığı yarımada devletimize derinliğine savunma ve jeopolitik manevra alanı sağlıyor. O nedenle maviyi vatan bellemek, “Mavi Vatan” ile “Mavi Uygarlığı” buluşturmak gerekiyor. Mavi Vatan, tam anlamıyla, 2645 Doğu boylamları ve 3642 Kuzey enlemleri arasındaki ana vatan üzerindeki stratejik egemenliğimizin denizlerdeki uzantısıdır. Mavi Vatan, 2545 Doğu boylamları ve 3343 Kuzey enlemleri arasında kalan tuzlu su kitlesi üzerindeki yetki ve ilgi alanlarımızın adıdır.

MAVİ VATAN DENİZDEKİ MİSAKI MİLLİDİR

Unutulmamalıdır ki, Mavi Vatan kavramı, karadaki Misakı Millînin denizdeki karşılığıdır. Mavi Vatan, Atatürk’ün 1 Eylül 1922 sabahı ordularına verdiği “İlk Hedefiniz Akdeniz’dir” direktifinin ikinci cephesidir. 21. yüzyılda denizcileşmesi kaçınılmaz olan Türkiye’nin vatan kavramını yeniden tarifidir. Bu kavram zamanla doktrine dönüşmüştür. Böylece kendine özgü özellikler taşıyan,denize ve denizciliğe ait ilke ve düşünceler bir bütünlük içinde yol gösterici öğretiye dönüşme aşamasına yani doktrinleşme aşamasına girmiştir.

MAVİ VATAN DOKTRİNİ VE FIRSATLAR

Bu doktrin,geleceğimizi jeopolitik etki alanları ve savunma eksenleri perspektifinden de tarif ediyor. Tek kutuplu dünya düzeninden çok kutuplu düzene; Atlantik çağından Asya çağına geçiş döneminin yaşandığı geri dönülmez bugünkü küresel süreç içinde, Doğu Akdeniz, Ege, Karadeniz ve Boğazlar üzerinde Türkiye’nin jeopolitik kontrolünü güçlendiren yeni fırsatlar sunuyor. Türkiye’nin küresel, kıtasal ve bölgesel ilişkiler manzumesinde yepyeni fırsat ve değişim pencereleri açıyor. Bu doktrin, Türkiye’nin uluslararası hukuktan meşruiyetini alan deniz yetki alanlarına hakimiyet ile bu alanları jeopolitik, siyasi, diplomatik, askeri ve ekonomik boyutlarda etkileyecek karadaki oluşumları tetikleyecek yetenek ve irade sahipliğini gerekli kılar. Bu yazıyı 1976 yılında kaybettiğim, deniz şairi annem Rahime Gürdeniz’in 1972 yılında yazdığı Anadolu’yu kastettiği Toprak Gemi şiirinin son mısraları ile bitirelim.

Haydi, çocuklar haydi!/ Toprağına gümüş katın/ “Toprak gemi” yürüsün, mucizeler yaratın/ Onu sizler parlatın/ Pırıl pırıl ışıklı aydınlık bayrağımız/ Gönüllü tayfaların size olan aşkıdır/ Sancak direğinde o süzüm süzüm süzülsün/ Yedi deniz üstünde saçlarını sürüsün/ Bayraklar çoğaldıkça/ SEN ÇALIŞKAN VE HÜRSÜN.


Aydınlık