Lozan tutanaklarında siyasal İslamcı İngiltere 'Türk laikliğine' karşı

Lozan tutanaklarında siyasal İslamcı İngiltere 'Türk laikliğine' karşı

Home 25 Temmuz 2020

Türk basınında Lozan Barış Antlaşması'na karşı propaganda 1945'te çok partili düzene geçilmesiyle başladı. İlk kez Cevat Rıfat Atilhan, Ağustos 1949'da yayımlanan "İslamı Saran Tehlike ve Siyonizm" adlı kitabında, İngiltere Başdelegesi Lord Curzon'un İstanbul Başhahamı Hayim Naum aracılığıyla, Lozan'daki Türk delegelerine; Türkiye'nin bağımsızlığı ancak Türklerin Müslümanlıktan vazgeçmesi koşuluyla tanınacaktır, diye haber gönderdiğini, Türk delegelerinin, Lozan'da bağımsızlığı, Lord Curzon'un önerisi doğrultusunda Müslümanlıktan vazgeçmek karşılığında elde ettiklerini ileri sürmüştür.[1] Bu yalan, Necip Fazıl Kısakürek'in "Büyük Doğu" dergisinin 21 ve 28 Ekim 1949 ve 6 Ekim 1950 günlü sayılarında genişletilerek yayılmış; buradan 11 Kasım 1950'de Said Nursi'nin "Emirdağ Lahikası" kitabına aktarılmış; 22 Mayıs 1952'de gazeteye dönüşen "Büyük Doğu"da "Hayasız Mütlif" başlıklı yazıda yinelenmiş; Rauf Orbay'ın 1964'te ölümünden sonra, 1965'te Feridun Kandemir tarafından uydurulan hatıratına[2] sokulmuş; Ekim 1965'te Kadir Mısıroğlu'nun "Lozan Zafer mi Hezimet mi?" kitabının ilk cildinde yer almıştır. Müslümanları Lozan Barış Antlaşması'na düşman etmeyi amaçlayan bu yalan, günümüze dek 68 yıl boyunca pek çok gazete, dergi, kitap, radyo, televizyon vs. yayınları aracılığıyla milyonlarca yurttaşımıza gerçek diye benimsetilmiştir.


Lozan Barış Konferansı'nı izleyen karikatürist Derso'nun çizgileriyle başta İsmet İnönü olmak üzere tüm ülke temsilcileri konferansa giderken

Oysa Lozan Konferansında İngiltere Türkiye'nin dinden vazgeçmesini önermediği gibi, tersine Aşağıda özetle aktardığımız Lozan Barış Konferansı tutanakları, İngiltere'nin laik hukuka geçmeye hazırlanan Türkiye'ye, Osmanlı din düzenini sürdürmeyi önerdiğini göstermektedir: 

Lozan'da İngiltere Başdelegesi Lord Curzon, Fatih Sultan Mehmet'in 1453'te İstanbul'u aldığında İslam hukukunun gereği olarak gayrimüslimlere tanıdığı adli ayrıcalıkların, kapitülasyonların, Osmanlı tarihi boyunca olduğu gibi, yeni Türkiye tarafından da aynen tanınmasını istemiş;[3] Türkiye'deki gayrimüslimlerin İslam hukuku gereği "vergi (bedel) karşılığı askerlik hizmetinden bağışık tutulmalarını" [4] "vergi ödemeye razı olmak koşuluyla, Küçük Asya'da Hıristiyan azınlıkların tüm olarak askerlik hizmetinin dışında bırakılmaları"nı istemiştir.[5]

Lord Curzon'un Osmanlı'daki İslam hukukunun yeni Türkiye'de aynen uygulanmasını isteyen sözleri, Lozan Barış Konferansı tutanaklarında şöyle yer almaktadır:


Lord Curzon, Lozan'da

"Lord Curzon, İslam hukukunda da, Osmanlı İmparatorluğundaki Müslümanolmayan toplulukların yararına, din ve öğretime ilişkin bir takım çok özel ayrıcalıkların bulunduğunu, Türk temsilci heyetine hatırlatmak istemektedir. Bu ayrıcalıkların kaldırılmaması ya da onların yerine daha önce yapılmış azınlık andlaşmaları hükümlerinde kabul edilmiş genel hakların konulmaması çok istenir bir şeydir. Lord Curzon, düşüncesini bir örnekle açıklamak için, Sultan Abdül Mecid'in 1839'da ilan ettiği ve Türkiye'de din topluluklarına daha önceleri tanınmış olan ayrıcalıkları yeniden doğrulayan ünlü Gülhane Hattı Hümayunu'nu belirtti. 1856 Paris Andlaşmasından sonra, Berlin Andlaşmasının 67'nci maddesiyle yeniden belirtilen bu ayrıcalıkları garanti altına alan yeni bir Hattı Hümayun ilan edilmiştir. Son olarak, azınlıkların yararlandıkları ayrıcalıkları garanti altına alan 1876 Anayasası vardır. (...) Lord Curzon, azınlıklara verilecek garantiler bütünü içine alınmak amacıyla, İslam hukukunun bu hükümlerine altkomisyonun dikkatini özel olarak çekmek istemektedir." [6]

Lozan tutanaklarında Yunan Temsilci Heyeti de "Rumlara verilmiş hakların tanınması, fethedenle fethedilmiş ulus arasındaki din ayrılığından doğmaktaydı. Türk devletinde, aile hukuku yalnız şeriatla din hukukuyla yönetildiğinden, İslam hukukunu Hıristiyanlara uygulamak mümkün değildir." [7]  diyor ve yeni Türkiye'nin de tıpkı Osmanlı devleti gibi İslam şeriatıyla yönetilmesi nedeniyle, gayrimüslimlere İslam şeriatının gereği olarak verilmiş olan ayrıcalıkların sürdürülmesini istiyordu.

Türk Temsilci Heyetinden Münir Bey; "Türkiye hükümeti yakında çağdaş yasalar hazırlamak niyetindedir. (...) Türkiye hükümeti, bu eski kurallar yerine, ayırım yapmaksızın, hem Müslümanlara hem de Müslüman olmayanlara uygulanacak kurallar koymağı düşünmektedir." [8] diyerek, gayrimüslimlere devlet içinde devlet demek olan hukuk vs. ayrıcalıkların verilmeyeceğini duyurmuştu. 

Fransız Temsilci Heyetinden uzman hukukçu Henri Fromageot; "Evlenme yaşı konusunda Hıristiyan gelenekleri 16 yaşında olmayı öngörürken, Türk kanununda 10 yaşında olma öngörülmektedir.  Örneğin böyle bir sorunun (Müslüman'a ve Hıristiyan'a tek kanun konulduğunda) nasıl aydınlatılabileceğini anlayamıyorum"[9] diyordu.

İngiliz Temsilci Heyetinden Sir Andrew Ryan; "Türk Temsilci Heyeti'nin (...) tümüyle laik çağdaş ilkelere dayanan yeni yasalar, din ayırımı yapmaksızın herkese uygulanacaktır" açıklamasına şiddetle karşı çıkarak; "Ayırım yapılmaksızın hem Müslümanlara hem de Hıristiyanlara uygulanabilecek herhangi bir ilke bilmediğini; Türk Temsilci Heyetinin, başka hiç bir devlette bulunmayan bir durum yaratmağa çalıştığını; sömürgelerinde Müslüman uyrukları olan İngiliz İmparatorluğu, Fransa ve İtalya gibi Avrupa devletlerinin bu uyruklarını, kendi dinlerine özgü kanunların uygulanmasından yoksun bırakma yoluna hiç bir zaman gitmediklerini"[10] söylemiş; Türk hükümetinin hangi dinden olursa olsun her yurttaşa uygulanacak tek laik yasa hazırlamasına karşı çıkmıştı.


İsmet İnönü, Rıza Nur ve beraberindekiler Lozan'da

Türk Temsilci Heyeti'nden Rıza Nur Bey; "(Türkiye Büyük Millet Meclisi) Hükümetinin salt dünya işleri niteliğinde bir temele dayanan yeni yasalar çıkarma niyetinde olduğunu"[11] vurgulayınca, İngiliz Temsilci Sir Andrew Ryan; "Hem Müslümanlara hem de Müslüman olmayanlara aynı kanunun uygulanmasında bir yarar görmediğini söyledi. Böyle bir tedbir, Müslümanlar kadar Hıristiyanları da, kendi özel göreneklerinin uygulanmasından yoksun bırakma sonucunu doğuracaktır. Bu ise, azınlıkların göreneklerine saygı gösterilmesini isteyen andlaşmaların özüne aykırıdır. Hindistan'da uygulanan İngiliz politikası bu ilkenin bir örneğidir."[12] dedi.

Buna karşılık "çeşitli ulusal topluluklarla çeşitli dinlerin bir arada yaşadıkları Avrupa ülkelerinde, yurttaşlar kanununun [medeni kanunun] çeşitli dinsel yasalara uygun düşme kaygısında olmadığını" belirten Münir Bey; "bütün Avrupa ülkelerinde Museviler vardır; fakat bu ülkelerden hiç birinin kanunları, Musevilik yasalarına uyma kaygısında değildir. (...) böyle (her cemaate ayrı hukuk ayrıcalığı tanımak) özellikle, Türk Hükümetinin çağdaş hukukun ilkelerine dayalı (laik) bir kanun çıkartmaya hazırlandığı bir sırada mümkün değildir."[13] diyecekti.

İtalya Temsilciler Heyeti'nden Giulio Cesare Montagna da İngiltere ve Yunan temsilcileri gibi, yeni Türkiye'nin Osmanlı din düzenini bırakıp laik hukuka geçmesine karşı çıkıyordu. Hıristiyan Müslüman Musevi vs. din ayrımı "yapmaksızın bütün Türk uyruklarına uygulanabilecek genel bir kanun çıkartmanın mümkün olmadığını düşünmekteydi. Batı ülkeleri örneği (Türkiye'de) geçerli değildir" diyordu; "gerçekten bu (Avrupa) ülkeleri ulusal özellik bakımından olduğu kadar, dil, soy ve din bakımından da türdeştirler. Azınlıkların büyük kütleler halinde bulunduğu Türkiye'nin durumu böyle değildir. Herkese aynı ilkeleri uygulamak istemekle, Türk hükümeti, ayırım göstermeksizin herkesi gücendirmek ve herkese haksızlık yapmak tehlikesiyle karşılaşır. Üstelik, Müslümanlar arasında yürürlükte olan görenekler, Hıristiyanlar arasında yürürlükte olan göreneklerden özü bakımından farklıdırlar; çünkü, bunlar, herşeyi ile, hatta bir takım fizyolojik başkalıklarla bile ayrı olan halkların, yüzyıllardır süre giden alışkanlıklarının ürünüdürler. Gerçekten Batı yurttaşlar hukukunun [medeni hukukunun] ilkelerine uygun davranmış olmak üzere, 10 yaşında evlenebilen bir Müslüman kadının, meşru bir evlenme yapabilmesi için 18 yaşına kadar bekletilmesi, mantığa aykırı görünmektedir." [14] sözleriyle, Türk delegelerin laik hukuka geçiş açıklamalarına karşı çıkıyordu.

Rıza Nur Bey; "Türk Hükümetinin hazırlamak istediği laik yasalardan"[15] söz edince, Yunan Temsilci Heyeti'nden Demetrios Caclamanos buna karşı çıkarak, yeni Türkiye'nin İslam yasalarıyla yönetilmesini ve bunun bir gereği olarak da Türkiye'deki gayrimüslim Rumlara tıpkı Osmanlı din düzeninde olduğu gibi devlet içinde devlet niteliğinde hukuk ayrıcalıkları tanınmasını savunacaktı. Caclamanos"Türk Hükümetine dilediği gibi kanun koyma hakkı tanınırsa, azınlıkların göreneklerine saygı gösterme ilkesinin özü bakımından sarsılmış olacağını düşünmektedir. (...) (Osmanlı devletinin 25 Ekim 1917 tarihli Hukukı Aile Kararnamesi) 9 yaşını dolduran kadınların evlenmelerine izin vermektedir. Bu konularda Müslüman görenekleriyle Hıristiyan görenekleri arasında ayrılıklar öylesine derindir ki, kendisi, ayırım yapmaksızın herkesin isteğini yerine getirebilecek yasalar düşünmenin imkansız olduğu görüşündedir."[16]

Münir Bey; "Caclamanos'un belirttiği hükümler (Osmanlı devletinin 25 Ekim 1917 tarihli Hukukı Aile Kararnamesi) dinsel bir niteliktedir. Fakat (...) bu yasalar yerine, tümüyle çağdaş yasalar konulacaktır. Türk Temsilci Heyeti, (hangi dinden olursa olsun) herkese uygulanabilir bir kanun hazırlamanın imkansız olmadığını düşünmekten vazgeçmemektedir."[17]

İngiliz Temsilci Heyetinden Sir Harold Rumbold"İngiliz Hükümetinin, ayırım yapmaksızın, Hindistan'da yaşayan herkese uygulanabilecek bir kanun çıkartmanın imkansız olduğunu belirtti."[18]

Münir Bey; "Bu kanıtın geçerli olduğunu sanmam; çünkü Hindistan bir sömürgeden başka bir şey değildir; Hindistan'ın durumu Türkiye'nin durumuyla karşılaştırılamaz." dedi.

* * *

Yukarıda özetle aktardığımız Lozan Barış Konferansı tutanaklarında görüleceği üzere: İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan delegeleri, yeni Türkiye'ye, gayrimüslimlere devlet içinde devlet konumu sağlayan Osmanlı/İslam hukuk düzenini aynen sürdürmeyi önermişlerdir.

Türkiye ise bu önerileri reddetmiş, gayrimüslimlere ayrı hukukla devlet içinde devlet ayrıcalığı tanıyan Osmanlı din anlayışını bırakıp, hangi dinden olursa olsun ayırımsız bütün yurttaşlara uygulanacak çağcıl bir laik hukuk düzeni kuracağını açıklamıştır.

Lozan Barış Konferansı tutanakları, 68 yıldır milyonlarca yurttaşımıza gerçek diye belletilen "Laiklik Türkiye'ye Lozan'da İngilizlerce dayatılmıştır; hilafet Lozan'da İngilizlerin isteğiyle kaldırılmıştır" gibi sözlerin tümüyle uydurma olduğunu kanıtlamaktadır. 

 

[1] Cevat Rıfat Atilhan," İslamı Saran Tehlike ve Siyonizm", Cemal Azmi matbaası, İstanbul, s.175, 176.

[2] Feridun Kandemir, 'Hatıraları ve Söyleyemedikleriyle Rauf Orbay" Sinan Matbaası, İstanbul 1965.

[3] "Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar Belgeler", Çeviren: Seha L. Meray, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1970. 31.12.1922 Çarşamba Oturumu, Takım 1, Cilt 1, Kitap 1, s.213.

[4] a.g.e. 31.12.1922, Çarşamba Oturumu, Takım 1, Cilt 1, Kitap 1, s.217.

[5] a.g.e. 14.12.1922, Perşembe Oturumu, Takım 1, Cilt 1, Kitap 1, s.224.

[6] a.g.e. 14.12.1922, Perşembe Oturumu, Takım 1, Cilt 1, Kitap 1, s.224.

[7] a.g.e. 26.12.1922, Salı Oturumu, Takım 1, Cilt 1, Kitap 1, s.338.

[8] a.g.e. 30.12.1922, Cumartesi Oturumu, Takım 1, Cilt 1, Kitap 2. s.229.

[9]  a.g.e. 30.12.1922, Cumartesi Oturumu, Takım 1, Cilt 1, Kitap 2, s.228

[10] a.g.e. 30.12.1922, Cumartesi Oturumu, Takım 1, Cilt 1, Kitap 2, s.230

[11] a.g.e. 30.12.1922, Cumartesi Oturumu, Takım 1, Cilt 1, Kitap 2, s.231

[12] a.g.e. 30.12.1922, Cumartesi Oturumu, Takım 1, Cilt 1, Kitap 2, s.231

[13] a.g.e. 30.12.1922, Cumartesi Oturumu, Takım 1, Cilt 1, Kitap 2, s.231

[14] a.g.e. 30.12.1922, Cumartesi Oturumu, Takım 1, Cilt 1, Kitap 2, s.231232

[15] a.g.e. 30.12.1922, Cumartesi Oturumu, Takım 1, Cilt 1, Kitap 2, s.232

[16] a.g.e. 30.12.1922, Cumartesi Oturumu, Takım 1, Cilt 1, Kitap 2, s.232

[17] a.g.e. 30.12.1922, Cumartesi Oturumu, Takım 1, Cilt 1, Kitap 2, s.232

[18] a.g.e. 30.12.1922, Cumartesi Oturumu, Takım 1, Cilt 1, Kitap 2, s.232