Wikileaks’in 2010 yılında açıkladığı bir CIA raporu, feminizmin emperyalizm tarafından nasıl araçsallaştırılması gerektiğini belirtmiş. Bu raporda, Avrupa kamuoyunda Afganistan işgaline karşı oluşabilecek şüpheleri ortadan kaldırmak için feminizmin desteklenmesi gerektiği belirtiliyor ve “Afgan kadınlar, ISAF’ın Taliban’la savaşını insanileştirecek ideal elçiler olarak hizmet edebilir” deniliyor.(1) Aslında bilmediğimiz bir gerçek değil bu. Liberal feminizmin emperyalizm tarafından araçsallaştırılması Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra işçi sınıfını bölmek, Üçüncü Dünya’daki antiemperyalist direnişleri dağıtmak ve milli devletleri zayıflatmak amacıyla ortaya atılan “sivil toplumcu” ideoloji ile başladı. Böylece emperyalizm çağında ezen ve ezilen milletler arasındaki var olan temel çelişkiyi örtmek için kimlik hareketleri kullanışlı araçlar haline geldi. Bu kimlik hareketlerinin ezici bir çoğunluğu bugün emperyalizme hizmet ediyor.
Hint kadın yazar Arundhati Roy, “Kapitalizm: Bir Hayalet Hikayesi” adlı kitabında ABD’nin Batılı feminist grupları nasıl kullandığını şöyle açıklıyor: “Bir kadının ne yapmak istediğini seçebileceği bir durum yaratmak yerine, kadınları burkadan çıkmaya zorlamak için bir girişimde bulunmak onu özgürleştirmekle ilgili değil onu soymakla ilgilidir. Bu bir aşağılama eylemi ve kültür emperyalizmi haline gelmektedir. Bir kadını burkasını çıkarmaya zorlamak onu burka giymeye zorlamak kadar kötüdür. Toplumsal cinsiyeti bu şekilde toplumsal, siyasi ve ekonomik bağlamından yoksun bir şekilde görmek bunu bir kimlik sorunu, sahne eşyası ve giysilerin bir mücadelesi haline getirir. ABD hükümetinin 2001’de Afganistan’ı istila ettiğinde Batılı feminist grupları ahlaki bir kılıf olarak kullanmasına izin veren şey buydu” (Arundhati Roy, Capitalism: A Ghost Story, s. 36).
Roy, Afganistan savaşını eleştirdiği bir söyleşisinde ABD’li oyuncu John Cusack’a, “2001'de bize Afganistan'daki savaşın feminist bir görev olduğu söylendi. Deniz piyadeleri Afgan kadınlarını Taliban’dan kurtarıyordu. Feminizmle gerçekten bir ülkeyi bombalayabilir misin?” demişti (Arundhati Roy and John Cusack, Things that Can and Cannot be Said: Essays and Conversations, s. 22). Çoğu liberal feministin sormaya cesaret edemediği Roy’un sorusu gerçekten çok etkileyici. Gökten yağan bombalar bir ülkeye feminizm getirebilir mi? Afganistan’a feminizm ihraç edebilmek için Afgan kadınların kaç yıl daha bombalanması ve tecavüze uğraması gerekiyor?
George Soros tarafından fonlanan “Open Democracy” internet sitesinde yazan Nandini Archer bir feminist olarak “Afganistan’ı tekrar bombalamak için kızları gerekçe olarak kullanmayın” başlıklı yazısında “savaş çığırtkanları ve emperyalistler kadın haklarını önemsediklerini iddia ettiklerinde, onlara inanmayın” diyor.(2) Archer, 70 bin sivilin öldüğü Afganistan savaşından ölenlerin çoğunun kadın olduğunu söylüyor. Yunan ekonomist ve siyasetçi Yanis Varufakis, Archer’a Twitter hesabında destek veriyor. Batımerkezci liberal kadınlar bile artık Afganistan’da olan bitene tahammül edemiyor ve emperyalist savaşlara karşı tavır alıyor. İbretlik bir tablo!
CKD'NİN CESUR TAVRI
Tüm dünyada dengeler ve bakış açıları değişirken Türkiye’deki sözde kadın hakları savunucuları Afganistan tartışmalarında son derece “gerici” bir konumda yer alıyor. Cumhuriyet değerlerini savunan Cumhuriyet Kadınları Derneği (CKD) gibi kadın örgütleri buna bir istisna oluşturuyor. CKD Başkanı Prof. Tülin Oygür, Afganistan hakkında yapmış olduğu açıklamada “Bağımsızlık, gerçek uygarlığa kavuşmanın ön şartıdır. Afganistan’da olan budur” dedi ve “Bağımsız Afganistan’ı Tanıyoruz” dedi.
Çıkarlarını işgalcilerin siyasi amaçlarıyla birleştirmiş çevreler bu “bağımsızlık” açıklamasından son derece rahatsız oldu. Onlara göre gerçek uygarlığa kavuşmanın yolu sonu gelmeyen yabancı işgaller olmalı. CKD, “Afgan kadınlarıyla dayanışma içinde olacağız” diyerek Afgan kadınlarına el uzatırken, sözde kadın hakları savunucuları ise Afgan kadınlarına feminizmin mor bombalarını vaadediyor. Ya bağımsızlıktan yanasınız ya mor bombalardan! Üçüncü bir yol yok.
Emperyalizm ve feminizm arasındaki ilişkiyi Afganistan bağlamından tam olarak anlayabilmek için uluslarararası ilişkilerde feminist teoriye göz atmakta fayda var. Mehmet Evren Eken, “Feminizm, Maskülinite ve Uluslararası İlişkiler Teorisi: Uluslararası Siyasetin Toplumsal Cinsiyeti” adlı makalesinde savaşların ve askeri müdahalelerin toplumsal cinsiyet üzerinden nasıl pazarlandığını ve haklı gösterilmeye çalışıldığını çok iyi açıklamaktadır. Buna göre, toplumsal cinsiyet dış politikada, özellikle ABD’nin 2001’de başlattığı “Teröre Karşı Savaş” politikaları açısından kötüye kullanılan bir araca dönüşmüştür. Eken bu araçsallaşmayı şöyle açıklıyor:
“Bu duruma örnek olarak ABD’nin 2001 sonrasında Afganistan ve Irak halkını ‘özgürleştirici’ rolüne soyunarak, uluslararası hukuku hiçe sayan bir ‘bağımsızlık’la, ve dolayısıyla çoğunlukla tek taraflı hareket etmesi verilebilir. Bu tavrını meşrûlaştırmak içinse toplumsal cinsiyet üzerinden kendini maskülen ve özgürleştirici rollerle; Afganistan ve Irak halkını ve en çok da kadın ve çocuklarını, ezilmekte, kurtarılmaya muhtaç, kapatılmış, bastırılmış rollerle inşa eder. Bu durumda, sözgelimi Irak halkı, kurtarılmalı, özgürleştirilmeli ve normalleştirilmelidir. Bunu tesis edecek olan aktif aracı aktör de ABD önderliğindeki askerî güçtür. Dolayısıyla Irak yalnızca askerî açıdan değil, düşünsel açıdan da pasifize ve feminize edilmekte ve savaş bu sûistimâl üzerinden uluslararası topluma pazarlanmaktadır” (Ramazan Gözen, Uluslararası İlişkiler Teorileri, s. 472473).
KORUYUP KOLLAMAK İÇİN ÖLDÜRMEK!
Görüldüğü gibi ABD Üçüncü Dünya’ya açtığı savaşları feminizm sosuyla dünyaya pazarlayan bir güçtür. Bu kadının kurtuluşu sorununa Batı’nın gözüyle bakan çoğu kadının anlayamadığı veya anlamak istemediği en önemli noktalardan biri. Eken devam ediyor: “Young ve Shepherd’ın da ifade ettikleri gibi ABD, baskıcı Taliban rejimine karşı, örtünmeye zorlanan kadınlar üzerinden kendi istilâsını ‘kadın taraftarı’ olarak göstererek kısmen daha mümkün kılmıştır. Böylelikle Amerikan’ın teröre karşı savaşı, koruyucu ve özgürleştirici bir maskülinite mantığı üzerinden cisimleşir. Bir başka ifadeyle, şerre karşı, ehveni şer bir olanak olarak kendini müşfik bir savaşkan olarak inşa eden Amerika, koruyup kollamak için öldürmeyi toplumsal cinsiyet üzerinden meşrûlaştırarak pazarlar. Böylelikle aynı zamanda uluslararası bağımsız maskülen bir aktöre de dönüşür. Oysa gerçekte olan, ikili karşıtlıklar kurarak, ABD’nin kendi realist ve savaşkan sistem mantığını, yine kendi çıkarları için yeniden üretebilecek bir teorik ve toplumsal oydaşma ortamı oluşturmasıdır”.
Bu bağlamda liberal feministler, Afganistan’da Taliban’ı gerekçe göstererek askeri müdahalelerin yanında konumlanmakla kalmıyor, farkında olmadan ABD’nin maskülen bir role bürünmesini de meşrulaştırıyor. Aslında ABD emperyalizmine kadınları kurtarıcı ve özgürleştirici bir rol atfederek feminizmin temel varsayımlarını bile reddettiklerinin farkında değiller.
Liberal feministler “ama Taliban” diyerek emperyalist askeri müdahaleleri meşrulaştırıcı bir görev üstlendiğinde sadece teorik açıdan çelişkiye düşmüyor, pratikte de çelişkiye düşüyor. ABD emperyalizminin açmış olduğu savaşlarda en büyük yıkımı en başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere siviller yaşamaktadır. ABD yaşanan bu ölümleri “ikincil zarar/sivil zayiat” (collateral damage) olarak adlandırıp savaşların siviller üzerinde yarattığı şiddeti ve hukuksuzluğu insanileştirmeye ve normalleştirmeye çalışmaktadır. Liberal feministler, isteyerek veya istemeyerek askeri müdahaleciliğin yanında yer aldığında daha büyük bir şiddetin ve hukuksuzluğun da sözcüsü haline gelmiş oluyorlar.
ASKERLERİ RAHATLATICI KORELİ KADINLAR!
Savaşlar sırasında kadınlara karşı işlenen suçlar sadece sivil ölümleriyle sınırlı kalmıyor. Emperyalizm işgal ettiği ya da üs kurduğu tüm ülkelerde istisnasız bir şekilde tüm kadınlara tecavüz başta olmak üzere cinsel şiddet uyguluyor, kadınları meta haline getiriyor. Bununla ilgili sayısız örnekler var. Kore Savaşı sırasında Güney Koreli kadınlar ülkede fuhuşun yasak olmasına rağmen ABD ordusunun hizmetine sunuldu. Bu kadınlar Kore’de “"Askerleri Rahatlatıcı Koreli Kadınlar" olarak bilinir. Japon basının ciddi gazetelerinden “The Asahi Shimbun”da geçen yıl çıkan bir haberde, Japonya’nın Okinawa adasında ABD askeri varlığına karşı mücadele veren kadınların mücadelesi anlatılıyor.(3) Okinawalı kadınların yayınladığı “Savaş Sonrası Okinawa'da Kadınlara Karşı ABD Askeri Suçları” başlıklı 28 sayfalık kitapçıkta İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD askerlerinin kadınlara karşı işlediği 350 cinsel suç ortaya çıkarıldı. En genç tecavüz kurbanı ise 9 aylık bir bebek. Japon araştırmacı Harumi Miyagi bunu öğrendiğinde afalladığını söylüyor.
Vietnam Savaşı sırasında ABD’li askerler birçok Vietnamlı kadına tecavüz etti ve birçok kadın cinsel istismara uğradı. Gina Marie Weaver, “Ideologies of Forgetting: Rape in the Vietnam War” adlı kitabında bunları açıklıyor. Vietnam Savaşı sadece Vietnamlı kadınlara zarar vermedi. Savaşla hiçbir alakası olmayan Hong Kong’un, Filipinler’in ve Tayland’ın yoksul kadınları emperyalistlerin cinsel ihtiyaçlarının karşılanması için Vietnam’a gönderildi. Hem de devlet desteğiyle. Vietnamlı akademisyen ThanhDam Truong Güneydoğu Asya kadınlarının emperyalizm tarafından nasıl nesne haline getirildiğini devrimci bir kadının gözüyle “Sex, Money and Morality: Prostitution and Tourism in Southeast Asia” adlı kitabında anlatıyor. Vietnam Savaşı sırasında Tayland’daki ABD üslerinin yakınlarında askerlerin cinsel ihtiyaçlarını karşılayacak mekanlar açıldı. Pattaya bu şehirlerden sadece biridir. Tayland’da şu anda yaygın olan cinsel turizmin temelleri Vietnam Savaşı sırasında atılmıştır ve Tayland 1980’lerden itibaren “Beyaz Adamın Cenneti” haline geldi.
Batımerkezci ideoloji emperyalizmin suçlarını örtmek için hayat kadınlığının Güneydoğu Asya ülkelerinde yaygın olmasını ırkçı oryantalist bir zihniyetle Asya kültürüne ve inançlarına bağlamaya çalışır. Güneydoğu Asya’daki birçok ülkede emperyalizm kadınları cinsel köle haline getirdi, bunun toplumsal ve ekonomik temellerini gözlerden uzak tutmak için “egzotik Asyalı kadınlar” imgesini pazarladı ve pazarlamaya da devam ediyor. Türkiye’deki ABD üslerinin çevresindeki eğlence mekanları da aynı şekilde kadını nesne haline getiren emperyalist zihniyetin bir ürünü olarak ortaya çıktı. Gördüğünüz gibi emperyalizm sadece ekonomik sömürüden, askeri işgallerden ve sivil ölümlerinden ibaret değil.
Kadınların en büyük yanılgısı kadınlara karşı en büyük şiddeti uygulayan emperyalizmin Afganistan’da kadınları özgürleştireceğini düşünmesidir. ABD ordusu kendi içinde bir salgın haline gelen tecavüz olaylarının dahi önüne geçemiyor. Kadınlar, yönetmenliğini Kirby Dick’in yaptığı ve ABD ordusu içindeki cinsel saldırı ve istismarları anlatan “The Invisible War” (Görünmez Savaş) adlı belgeseli izlemeli. Kendi kadınlarını dahi koruyamayan bir ordunun Afgan kadınlarının haklarını koruyacağını düşünmek saçmalığın da ötesinde gülünç bir durum. Birçok Afgan kadının Afganistan’daki yabancı güçlerin cinsel saldırısına ve istismarına maruz kalmış olması bu iddiayı daha da gülünç bir hale getiriyor.
BM İnsani Gelişim Raporu’nun 2020 yılındaki verilerine göre Afganistan cinsiyet eşitsizliğinde, anne ölüm oranında, kız çocuklarının ortalama okul yıllarında, en az orta öğretim eğitimi almış kızların/kadınların ortalamasında dünyanın en kötü ülkeleri arasında yer alıyor.(4) 20 yıllık işgal sonrasında Afganistan daha uygar ve çağdaş bir ülke haline gelmedi. İslami ilkelere göre yönetilen bağımsız İran’da kız çocuklarının ortalama okula gitme süresi 10,3 yıl iken, Afganistan’da bu rakam 1,9 yıl. Bağımsız İran kız çocuklarına Afganistan’dan 5 kat daha fazla eğitim verebiliyor. 100 bin kişi başına anne ölüm oranı İran’da 16 iken Afganistan’da bu oran 638. Demek ki bir ülkenin kız çocuklarına eğitim sağlayabilmesi, gelişebilmesi ve ilerleyebilmesi için ilk koşul “bağımsızlık”.
SONUÇ
Kadın haklarının yanında olduğunu iddia edenler feminizmin emperyalist ülkelerin dış politikasında nasıl bir araç haline getirildiğini görmeli. Kadınlar feminizmin araçsallaştırılmasına alet olmamalı ve tüm mazlum ülkelerin bağımsızlığını ve egemenliğini uluslararası hukuka dayanarak savunmalı. Hukuksuzluk ve emperyalist şiddet kadınları özgürleştirmenin bir aracı olamaz. Hint yazar Roy’un da dediği gibi kadınların “ne yapmak istediğini seçebileceği bir durum yaratmak” zorundayız. Bunun yolu da her ülkenin kendi içinde kendi toplumsal, ekonomik ve kültürel dinamikleri doğrultusunda mücadele vermesinden geçmektedir. Laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti olarak bizim bu mücadeledeki rolümüz Afganistan’ın egemenliğine saygı duymak, Afgan kadınları başta olmak üzerine tüm Afgan halkına el uzatmak ve onlara yardım etmektir.
DİPNOT:
(1) https://wikileaks.org/wiki/CIA_report_into_shoring_up_Afghan_war_support_in_Western_Europe,_11_Mar_2010
(2) https://www.opendemocracy.net/en/dontusegirlsasjustificationforbombingafghanistanagain/
(3) https://www.asahi.com/ajw/articles/13860131?fbclid=IwAR14MXT_Lxe3EfJwR2Kzvd7QocDhl7oFqfUtd7ApYChQLATI_51WHqXOJ4
(4) http://hdr.undp.org/sites/default/files/hdr2020.pdf