Türk ordusunu PKK’ya karşı kimyasal silah kullanmakla suçlayan Şebnem Korur Fincancı’ya destek veren kurumların listesini görmüşsünüzdür. Üniversitelerin lgbt kulüpleri başı çekiyor. Geri kalanların tamamı HDP’ye yakınlığıyla bilinen kuruluşlar. Hiç kimse “cinsel kimlikleri baskı altında olanlar” diyerek saptırma yapmasın. Nasıl oluyor da cinsel kimliklerinden dolayı baskı ve nefrete maruz kalanlar ağız birliği etmiş gibi bütün milli değerlere düşman oluyorlar?

Cinsel baskıların kaynağının toplumun “eril” örgütlenmesi olduğunu; devlet, ordu, savaş, sömürü vb. kavramların, dolayısıyla eşcinsellere yönelik nefretin de hep erkek egemen örgütlenmenin sonuçları olduğunu söyleyenler olacaktır. Oyuncu Burak Haktanır, bir ödül töreni sırasında Fincancı’nın sadece “barış” istediği için hapse atıldığı yalanını gözümüze baka baka söyleyecek kadar ar damarı çatlamış yönetmene hak ettiği cevabı verince, “eril” bir dille konuştuğunu söyleyenler oldu. Bu erillik nitelemesi ikiyüzlülüğü saklamaya yarayan, pisliği halının altına süpürmeyi sağlayan hoş bir kavram… Çünkü ilginç bir biçimde eşcinsellerin hak ve hukuklarını savunmak için üretilmiş “erillik” çerçevesi, PKK’ya kalkan olmaya engel olamıyor. Erillik, lgbt örgütlerinin aklına kendi devletlerine düşmanlık sözkonusu olduğunda geliyor ama sıra yabancı devletlerden para almaya gelince unutuyorlar. Eril olan milli devlet çünkü! AB Büyükelçilikleri son derece cinsiyetsiz! Uyuşturucu kullanımını ve ticaretini meşrulaştırmaya, çocuk sömürüsüne sessiz kalmaya gelince cambaza bakmamız isteniyor.

poster
   

Türk ordusunun kimyasal silah kullandığı türünden savaş suçu iftiraların iki amacı var: PKK’nın Türk ordusunun elinden kurtarılması ve Türkiye’ye yönelik uluslararası askeri müdahale! Her tünelin de ucu hıyanete çıkıyor. Günümüzde lgbt olayı, vatansız, köksüz, kozmopolitleşmiş, yabancılaşmış zavallılar inşa etme projesinden başka bir şey değil. Demek ki bireylerin cinsiyet köklerinden kopartılması için yapılan iradi örgütsel çabalar, alınan dış parasal yardımlar, cinsiyetsizliğin ideolojik bir bütünlüğe kavuşturulması için kurulan toplumsal modeller gelip bütün köklerden kopma sonucuna dayanıyormuş!

Oysa özgür bir toplum, bireyler arasındaki bağların çözülmesi, bireyin topluma karşı sorumluluklarının ortadan kalkması ve toplumsal olanın bireysel olana feda edilmesi ile gerçekleşmez. Aksine buradan medeniyet kaybı çıkar. Çağımızda vatanına bağlılık, milli örgütlenmenin parçası olmak, yaşadığımız toplumu bireylerin kendilerini gerçekleştirebilecekleri bir ortam haline getirmek için mücadele etmek, onun tasasının ve kıvancının bir parçası olarak yaşamak özgürleşmenin nesnel zeminini oluşturur.

Meselenin eşcinsellerin baskıdan kurtulması, yurttaşlık haklarından tam ve eksiksiz yararlanması meselesi olmadığı tartışma gerektirmeyecek kadar açık. Zaten lgbt örgütlenmesinin böyle bir talebi de yok. Mağduriyet ve özgürlük söylemi, küreselleşmenin milli devlete karşı açtığı savaşın kültür ayağını idrak edemeyen budala demokrat kamuoyunu avlamak için kullanılıyor. Bu nedenle milli devlete yönelik küresel saldırının toplum ve kültür cephesini sıkı tutmak gerekiyor. Yarın İzmir’de Büyük Aile Platformu öncülüğünde yapılacak olan yürüyüş bu bilincin giderek yayıldığını gösteren önemli bir halka. Orada olacağız. Bireylerden değil ama bir ideolojik tavır olarak emperyalizmden, terörden, başka devletlere uşaklıktan nefret ediyoruz. Ülkemizi ve milletimizi seviyoruz. Eşcinsel yurttaşlar da kendilerini dışarıda görmesinler. Ellerine Türk bayraklarını alıp küresel emperyalizmin kültürel saldırısına karşı dirensinler. Bu eylemler yabancılaşmış, atomize bireyler kalabalığı modeline karşı toplumsal olanı savunma eylemleridir. Çözülen Batı toplumlarından dünyaya yayılan ifrazata engel olmak medeniyeti savunmaktır. Medeniyet ise birlikte yaşamanın yegâne yolu…

Atakan Hatipoğlu

Aydınlık