CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, önceki günkü grup konuşmasında televizyoncu diliyle teaser verdi ve “Bu akşam saat 22.00’de Erdoğan ve ailesinin yanlarında 100 kişiyle birlikte nasıl yurt dışına kaçış planı yaptığını, hangi ülkeye gideceklerini BELGELERİYLE birlikte size anlatacağım” dedi. Haksızlık etmeyelim, iletişimi ve psikolojik harekâtı çok iyi biliyorlar ve siz istediğiniz kadar Kemal Kılıçdaroğlu’nun daha önce “BELGELERİYLE AÇIKLAYACAĞIM”  dediği her şeyin yalan çıktığını, üstelik belge filan gösteremediğini bilin ve söyleyin. İşe yaramıyor, çünkü aptal bir kitle var ve onlar yine her zamanki gibi ekran başına kilitlenerek, onun BELGE vaadini asla hatırlayamadan yalanlarını gerçekmiş gibi ezber ediyorlar. Tıpkı 2014 yılında FETÖ kanalına çıkarak “Erdoğan kaçacak ve biz yurt dışından onu getirip yargılayacağız” lafına delicesine inandıkları gibi.

Hiç durmadı Kılıçdaroğlu.

Söylediklerinin ve oku diye eline tutuşturulanların yalan ya da iftira niteliğinde olduğunu bile bile konuştu.

2017 yılında FETÖ’cüleri darbeden aklamak için, ilk olarak FETÖ elebaşının intikam hırsıyla dillendirdiği “Bu bir kontrollü darbedir” lafını dolaşıma soktu devleti suçlayarak. İspat edeceğini ve belgelerini sunacağını söyledi. O kanıt dosyasının içinde, BELGE niyetine, yalnızca benim 2016 yılının şubatnisan ayları arasında yayınladığım FETÖ’nün darbe hazırlığı içinde olduğuna dair üç yazım vardı. Kitlesi buna da inandı. O gece Meclis’te bombaların altında canını zor kurtaran CHP’li Vekil Özgür Özel “Bu kontrollü darbe filan değil, bal gibi alçak FETÖ darbesidir” diye yırtınmasına rağmen.

Aynı yıl gazete yöneticileriyle basın toplantısı yaptı. Yargıtay’ın FETÖ’cü olmanın delili olarak kabul ettiği ByLock’u çürütmek için talimat almıştı besbelli ve hiç duraksamaksızın attı iftirasını:

“AK Partili 180 milletvekili ve 4 bakanda ByLock var. Tüm belgeleri elimde...”

Gazete yöneticileri doğal olarak belgeleri istediler. “Çantamda ama çantamı Ankara’da unutmuşum” dedi. Defalarca sorulduysa da hiç ortaya çıkmadı o belgeler...

Ta başa dönelim. Deniz Baykal’a kaset kumpasını yapan FETÖ’cülerin eline bu kaseti tutuşturduğunu boş bulunup söyleyince “Bana kimin getirdiğini görmedim. CHP’deki makamına maskeli kişiler getirdi, bırakıp gittiler” dedi tüm akıl sınırlarını zorlayarak. Kitlesi buna da inandı.

“MAN adası belgeleri” diyerek Erdoğan ve ailesinin MAN adasına milyonlarca dolar kaçırdığını ileri sürdü. Bu iftirasından sonra yüz binlerce lira tazminat ödedi çünkü kaçırılan değil, Türkiye’ye getirilen para vardı.  

İhalelerin hep beşli çete denilen müteahhit gruplarına verildiğini belgelerle ispat edeceğini söyledi. Sorulduğunda “Belgeler arkadaşlarımda” dedi.

Kılıçdaroğlu tüm bunlara rağmen neden her seferinde dikkati çekiyor o vakit?

Birinci neden, Erdoğan ve AK Parti nefretiyle balataları sıyırmış bir kitlesi olduğu için.

İkinci neden de İKTİDARIN ŞEFFAFLIK PROBLEMİ.

Bu son olayda da aynı şeyi görmekteyiz.

Kılıçdaroğlu’nun ne anlatacağı, hangi “belgeleri” göstereceği belliydi. FETÖ’cüler bunu 5 yıldır yazıp durmaktaydı.

Bağımsız gazeteci Emre Erciş aynı gün Twitter’dan duyurdu. Bu iddialar, Kemal Kılıçdaroğlu'na verilen direktifle 2013'te CHP ABD Temsilciliğine atanan Yurter Özcan tarafından da zaten düzenli bir şekilde yayınlanmaktaydı. ABD Adalet Bakanlığına bağlı FARA kayıtları üzerinden edinilen “belge”lere göre iki vakfın; ENSAR ve TÜRGEV’in ortak kuruluşu TÜRKEN Foundation’ın mal varlığının 67 milyon dolar olduğu iddia edilmekteydi.

TÜRKEN Foundation adlı kuruluşun amacı ABD’de okuyan Türk öğrencilere yurt yapmak, burs vermek ve destek. Böyle bir malvarlığı kabul edilebilir ama bir soruya CEVAP VERİLMESİ şartıyla. Onu da Kemal Kılıçdaroğlu şöyle soruyor:

“ENSAR’cım, TÜRGEV’cim; bu paraları size kim verdi? Siz bu paraları nereden buldunuz?”

İşte iktidar açısından problemli yan bu. Gelir kaynakları belirsiz kalırsa Kemal Kılıçdaroğlu buradan yürür. Deniliyor ki bazı yardımsever işadamları gönderdi. İşte o yardımseverişadamları belli olmalı yoksa hep saldırı odağı olur ve savunmaya geçilir böyle.

İktidar zaten ekonomik sıkıntılar nedeniyle yeteri kadar savunmada ama görülüyor ki bir de buralardan gol yiyor. Üstelik mesele bununla da sınırlı değil. Aralarından biri gol attığında arkasında ve yanında durmayı da tamamen unuttular. 

CHP’liler ÜÇ SİLAHŞORLAR romanının kahramanları Athos, Porthos, Aramis ve d’Artagnan gibi “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” anlayışıyla kenetlenmekteler.

Ama AK Parti yönetim kadrolarında kenetlenme duygusu çok zayıflamış.

Misal İçişleri Bakanı Süleyman Soylu geçtiğimiz aylarda Kemal Kılıçdaroğlu’nun dişçisinin muayenehanesinden FETÖ elebaşı ile irtibat kurduğunu söyledi ve aynı zamanda CHP MYK üyesi olan bu Diş Hekimini tanık gösterdi. Ama bakıyoruz AK Parti’den ÇIT yok. Soylu daha sonra “Kılıçdaroğlu Millet İttifakı’nın yayınlanacak bildirisini redakte etmesi için bir büyükelçiyle Almanya Büyükelçisi’ne gönderdi” diyor, skandala dair AK Parti kanadından yine ÇIT yok. Muhalefet de cevap vermeyerek ve suskun kalarak olayı unutturmaya çalışıyor. Aynı Meral Akşener’in giden ABD Büyükelçisi ile çok acayip biçimde bir ay içinde 4 kez bir araya gelip saatlerce kapanmasına gösterilen tepkisizlik gibi.

Böyle olunca da Kılıçdaroğlu gibi birinin psikolojik harbine bile hazırlıksız yakalanıyorlar.


Fuat Uğur Türkiye