İyiler çok iyi. Kötüler çok kötü.
İyiler asla kötü yola düşmüyor. Kötüler iyiliğin kıyısından geçmiyor.
İyinin içinde kötülük yok. Kötünün içinde iyilik yok.
İyi nasıl iyi oldu, kötü nasıl kötü oldu yok.
Yunus Emre’yi kötülerle savaşırken değil kendi donunda yürüyen canavarlarla savaşırken görürüz. Yunus Emre’yi okuduğumuzda iyinin içindeki kötüyü, kötünün içindeki iyiyi görürüz.
YUNUS EMRE’NİN SAVAŞI
*“Varsa kibir haberi, hangi yere,
İşiten lanet okur o habere.
Sakın olmayasın kibirle yoldaş,
Kibri nerde görürsen orda savaş”
“Dervişlik bir pişedir, hırkacığı mişedir
Çok canavarlar yürür donunda dervişlerin.”
İnsan bileğinin gücüyle koca koca dağları devirir. Dağlardan yüce düşmanları dize getirir. Ancak bir ufak duygu olan kibre yenik düşer ve kazandığı tüm savaşları kaybeder.
Tarih, büyük büyük orduları yenip kibrine yenilen komutanlarla, hükümdarlarla doludur. O komutanlar ki muharebeleri kazansalar da büyük savaşı kaybetmişlerdir.
Türklerin geçmişte savaşlarda sıkça kullandığı “Kurt Kapanı” taktiği de aslında düşmanı kibrine yenik düşürme taktiğidir. Düşmana saldırıp geri çekiliyormuş gibi yapan merkez kuvveti kovalayan düşman ordusu sağdan ve soldan kuşatılarak yok edilir. Malazgirt Meydan Muharebesi’nde Selçukluların 4 katı daha fazla askeri ve teçhizatı olan Bizans ordusu bu taktikle mağlup edilmiştir. Türklerin geri çekildiğini düşünerek tüm gücüyle hücum eden Romen Diyojen, kibrine yenik düşerek savaş sonunda Sultan Alp Arslan’a esir düşmüştür.
Yunus Emre de “kibri nerde görürsen orda savaş” diyerek asıl savaşı insanın içindeki “canavarlarla” olduğunu vurgulamıştır. Yunus Emre, şiirlerinde yoğunluklu bir biçimde kibir konusunu işleyerek aslında kendi içinde verdiği mücadeleyi de itiraf etmektedir.
Yunus Emre’nin dönemin önemli alimlerinden iyi bir medrese eğitimi aldığını şiirlerindeki tarihsel derinlikten anlayabiliyoruz. Yunus Emre anlaşılıyor ki medrese eğitiminden dergah müritliğine giden süreçte en çok da kibriyle mücadele etmiştir.
Yunus Emre Tapduk Emre Dergahına girerek aslında “Anadolu dervişliği” yolunu da tercih etmiştir. Anadolu dervişliğinin temelini oluşturan tevazu, hoşgörü, miskinlik, fedakarlık gibi değerler Yunus Emre’nin medrese eğitimiyle elde ettiği toplumsal “statüyle” görece çatışan değerlerdir. Bu da Yunus Emre’nin kibir konusunu neden bu kadar fazla işlediğini anlamlandırmamızı sağlıyor.
Yunus Emre’nin de dervişlik yolunda donunda yürüyen canavar kibirdir. Yunus Emre’yi “Bizim Yunus” yapan da o canavara karşı verdiği mücadeledir. Yunus Emre’nin insancıllığı olağanüstü bir düzlemde işleyen şiirlerini yaratan felsefe de o kibirle savaş içerisinde doğmuştur.
KİBRİN YUTTUĞU İNSAN
İnsanın karakterini içindeki canavarlarla verdiği mücadele şekillendiriyor. Dinlerin “nefis” dediği, insanın içerisinde zafiyet biçiminde ortaya çıkan hal aslında her insanı ya daha fazla insan yapıyor ya da daha fazla insan olmaktan uzaklaştırıyor.
İnsan, hayvani özünü terbiye edebildiği ölçüde insan olabiliyor. Aklını ve vicdanını kullanabildiği ölçüde insan olabiliyor. “Nefsini terbiye edebildiği” ölçüde insan olabiliyor.
Hiç kimse doğuştan iyi ya da kötü olarak doğmuyor. Hiç kimsenin karakteri doğduğu an belirlenmiyor. İnsanın hayatındaki kırılma noktaları ve o noktalarda aldığı kararlar insanın karakterini belirliyor.
Kibir ise belki de insanın karakterinin oluşumunda ya da insanın daha fazla insan olup olmamasında en belirleyici olan duygudur. Çünkü kibrin eğitilmediği yerde başka hiçbir iyi yönün gelişmesi mümkün değildir. Kibir tüm iyi yönleri yutma saldırganlığıdır.
Kibrin olduğu yerde insan sevgisi olmaz. Fedakarlık olmak. Diğerkamlık olmaz. Kibrin olduğu yerde tevazu, hoşgörü, anlayışlılık yeşermez. Kibrin yanında başka bir olumlu yönün yaşaması mümkün değildir. Kibri olumlu yönü öldürmenin yanında ilerlemeyi ve hareketi de öldürür. Kibrin olduğu yerde yeni bir şey öğrenmek ya da bir yerden bir yere hareket etmek dahi mümkün değildir. Kibir en sonunda insanın kendisini de yutmaktadır.
Bu yüzden dinler en büyük günahı kibir/şirk olarak ortaya koymuşlardır. Şeytanın Allah’ın yanından kovulmasına neden olan şey kibridir. Hatta öyle ki şeytanın bilinen ilk ve tek özeliği kibirdir. Adem’le Havva’yı cennetten kovduran şey kibirdir.
Bu yüzden şairler “kibir imiş yorulup yollarda kalan” demişlerdir. Bu yüzden tüm insanları bir olmaya çağıran Pir Sultan Abdal yalnızca “gönlünde kin kibir olan gelmesin” demiştir.
YENİ TOPLUMUN ERDEMLİ İNSANI
En başta söylediğimize dönecek olursak insan için düşmana ihtiyaç yoktur. Düşmanın giremediği kapılardan insanın donunda gezen canavarlar girer sessizce. İnsan, o içindeki canavarla mücadeleyi kazanabildiği ölçüde erdemli insana dönüşebilmektedir.
Şatafatın, şaşanın, bireysel çıkar ve başarının örnek olarak gösterildiği günümüz yozlaşmış toplumlarının panzehri en sade ifadesiyle Anadolu dervişi gibi yaşamaktır. Yeni yükselen uygarlık da bu Anadolu dervişliği felsefesi üzerinde yükselecektir. Bu noktada toplumumuzun erdemli insan birikimi yeni insanın yaratılması bakımından büyük zenginlikleri içerisinde barındırmaktadır.
Aydınlık